Ahmet Ağırakça

Hz. İbrahim Filistin‘de

Hz. İbrahim'in hayatı, tevhid mücadelesi ve ateşe atılırken Allah'a olan mutlak teslimiyetini gösterdiği örnek bir peygamberlik görevini en mükemmel bir şekilde yerine getirdiğini görüyoruz. Bu risalet ve tebliğ döneminin önemli durakları olan Babil, Filistin ve Hicaz onun ve iki evladının ve onların nesillerinden gelenlerine yaşadığı bölgelerdir. Filistin'de ve Mısır'da devam eden nesli İbrahiler olarak anılırken Hicaz'da Hz. İsmail ile devam eden nesli ise Arab-ı müsta'rebe veya Arab-ı muarrebe adıyla anılmaktadır.

Hz. İbrahim insanlığa tevhid inancını/vahidun ahad olan/tek bir ilah olan Allah'a iman ve yalnız ona yapılacak ibadetin öğreticisi bir peygamberdir. Babil'de Nemrut yönetimine karşı mücadelesinin son noktasına ulaştığını gören yüce Rabbimiz artık burada yapacağı bir işin kalmaması üzerine ona hicret etmesini ve Filistin'e gitmesini emretmiştir. Gerek Babil gerekse Flistin'de insanlığa yaptığı tebliğ hizmetinin daha iyi anlaşılması için bu hicretmelerinin anlamının bilmek gerekir.

Allah'ın iradesi ve mucizesiyle ateşin onu yakmayıp serin ve selamet kılınması, ateş yığınlarının içinde bir gül bahçesinde oturduğunun görülmesi ona vahyin geldiğini ve peygamber olduğunun en büyük delili ve kanıtıdır. (Enbiya, 21/69). Bu mucize de Hz. İbrahim'in (as) Nemrut yönetimine üstünlüğünü ifade etmektedir. Ancak bu üstünlük ve zafer, Babil halkını değiştirmeye, iman etmelerine yetmemiş, aksine Hz. İbrahim'e olan düşmanlıklarını arttırmıştı. Bunun üzerine Hz. İbrahim, Allah'ın emriyle hicret etmek durumunda kaldı. Onun bu hicreti: "Ben Rabbime hicret ediyorum" (el-Ankebut, 31/26) ayetiyle ifade edilir. Hz. İbrahim, hanımı Sare ve yeğeni Lut (as) ile birlikte Babil'den ayrılarak Filistin topraklarına hicret niyetiyle yöneldi. Hz. İbrahim Filistin'e ve oradan da Bekke Vadisi'ne hicret etmiştir. Hicret, peygamberlerin sünneti ve stratejileridir. Tebliğ sürecini daha başarılı kılmak için bir taktiktir. Hal ve mekan değişimi başarının diğer bir sırrıdır. İster peygamberler olsun ister diğer insanlar olsun iman eden insanın hicreti, iç alemindeki değişimle başlar. Öncelikle kalbinde ve zihninde bulunan putları bir bir kırarak temizler, küfre karşı net tavırlı olur, muhtemelen yaşamış olduğu bütün yanlışlıkların yerine kalbini tertemiz ve gerçek imanın verdiği zevk ve heyecan ile doldurur.

Hz. Musa'nın Firavun'a yaptığı teklif gibi: "İster misin ki, iman nuruyla küfür kirinden temizlenesin?"

İman eden insanların içlerindeki eksiklikleri ve yanlışlıkları temizlemesiyle yeni bir anlayış, yeni bir hayat tarzı ve yeni bir çevre edinmiş olurlar. Bunun ardından mekan değişimi olan yeni hicret yerinde yeni bir tebliğ ve farklı bir mücadele başlar.

Bu tür hicret, Hz. İbrahim'in, Hz. Yusuf'un, Hz. Musa'nın ve hicret eden diğer Peygamberlerin ve tüm inanan mü'minlerin hicretidir: "Sizi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakır, çekilir, Rabbime yalvarırım. Rabbime yalvarışımla geri kalmayacağımı umarım."

Rasûlullah Muhammed'in (sav) daha ilk yıllarda kendisine verilen emir ile yaptığı da bu olmuştur:"Onların (müşriklerin saldırı ve) söylediklerine karşı sabret ve onları terkedip onlardan güzel bir yöntemle ayrıl." (el-Müzzemmil, 73/10).

İkinci manasında da hicret, müminlerin yaptıkları tüm mücadele ve fedakarlıklarına rağmen bulundukları yerde tevhid inancını ve Hakkın hakimiyetini gerçekleştiremedikleri takdirde o beldeyi terk etmeleridir. Yani mekanı değiştirmeleridir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki, o da Müslümanların bulundukları mekanı terk etmelerinden maksadın oradan kaçmak değil, daha iyi ibadet ve itaat yeri bulmak üzere oradan ayrılıp çıkmalarıdır. Zulüm bitmez gibi görünse de mutlaka son bulacağı bir gün vardır.

Onun için zulümde kaçıp gidilecek yer çok önemlidir. İbrahim (as) için Babil toplumu içerisinde artık yapılacak pek bir şey kalmamıştı. Dolayısıyla Allah'ın emrettiği şekilde, bulunduğu putperest Babil krallığının hakim olduğu toprakları terk ederek önce Filistin'e, oradan da Rabbinin emriyle yeniden bina edeceği Kabe'nin olduğu Bekke Vadisi'ne/Mekke'ye doğru hareket gitmişti.

"Dedi ki: "Ben, Rabbime gidiyorum, pek yakında beni doğru yola iletecektir." (es-Saffât, 37/99).

"Ve (İbrahim): "Doğrusu ben, Rabbime hicret edeceğim" dedi. O, Azîz'dir, Hakîm'dir (hükmüne karşı konulamayan güçlü ve üstün olandır, bütün işlerinde hüküm ve hikmet sahibidir)." (el-Ankebût, 29/26).

"İbrahim'de ve onunla birlikte olanlarda sizin için gerçekten uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani hatırlayın, onlar halklarına: "Haberiniz olsun! Bizler sizden ve Allah'ı bırakıp tapındığınız diğer her şeyden berîyiz/uzağız. Sizi (ve dininizi, devletinizi, lideriniz Nemrud'u ve sisteminizi) ret ve inkâr ediyoruz. Yalnızca Allah'a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda bitmeyecek bir düşmanlık ve kin sonsuza dek devam etmek üzere baş göstermiştir" demişlerdi." (el-Mumtehine, 60/4).

Bu ilişki kesme ve tavır, Müslümanların izzetlerini nasıl koruduklarını açık bir şekilde ifade ediyor:

"Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kimsenin Allah ve Rasulüne düşman kesilenlere, isterse bunlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya soydaşları olsalar bile sevgi beslediklerini göremezsin." (el-Mücadele, 59/22) Yani "Mümin olduğunu iddia eden kimselerin, Allah'a ve İslâm'a, İslâm'ın hükümlerine, emirlerine ve yasaklarına karşı kin duyan ve düşmanlık besleyen kimseleri sevdiklerini, yanlarında yer alıp düşüncelerini paylaştıklarını göremezsin.

"De ki, (Ey iman edenler)"Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz (aile, soy ve kabileniz), elinizle (kazanıp) biriktirdiğiniz mallar, kötüye (iflasa) gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler size Allah'tan, Resulü'nden ve O'nun yolundaki cihaddan daha sevimli ise o halde Allah'ın (bununla ilgili) emri gelinceye kadar bekleyin (bakalım). Allah fâsıklar güruhunu hakka ve doğru yola ulaştırmaz." (et-Tevbe, 23-24).

Kur'an'a göre Hz. İbrâhim ve Lût, putperest kavmi terk edip Allah'ın kendilerine vaad ettiği bereketli ülkeye ulaştıktan sonra Lût, kendi kavmine gitmekle görevlendirilir ve Hz. İbrâhim'den ayrılır (el-Ankebût 29/28). Hz. İbrâhim, kavminden ayrılıp hicret ettikten sonra (el-Enbiyâ 21/71). (İbrahim): "Doğrusu ben, Rabbime hicret edeceğim" dedi. O, Azîz'dir, Hakîm'dir (hükmüne karşı konulamayan güçlü ve üstün olandır, bütün işlerinde hüküm ve hikmet sahibidir). el-Ankebût 29/26) yaşı bir hayli ilerlemiş olduğu ve hiç çocuğu bulunmadığı için Allah'tan sâlih bir evlât ihsan etmesini talep edip bunun için Rabbine dua eder. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, kendisini akıllı (halim) bir çocuk ile müjdeler (es-Sâffât 37/99-101). Hz. İbrâhim'in ilk çocuğunun hem Tevrat'a hem de Kur'an'a göre İsmâil olduğu ifade edilmektedir.

Bir başka bilgiye göre Hz. İbrâhim, Filistin'den Mısır'a gider. Mısır dönüşü Filistin topraklarında Seb'a (Şeba) denilen yerde bir kuyu açar ve bir mescid yapar. Ne yazık ki buranın halkı Hz. İbrahim'e karşı son derece kötü davranıp iman etmeyince orayı terk eder. Buradan ayrıldıktan sonra da kuyunun suyu kurur. Halk Hz. İbrahim'e karşı yaptıkları yanlışlıkların farkına varıp pişman olarak peşi sıra gidip geri dönmesi için yalvarırlar. Hz. İbrâhim ilgi görmediği bu insanların şehirlerine dönme talebini reddeder fakat cömertliği gereği onlara yedi keçi verir. Hayvanları sularken kuyunun suyunun tekrar çıkacağını anlatır. (Taberî, Tarih, I, 247-248).

Hz. İbrâhim Filistin'in Hebron şehri yakınlarındaki Mamre meşeliğinde bulunduğu günlerin birinde kendisine bir grup misafirin geldiği görülür. Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle misafirlerine ikram etmek üzere kızartılmış buzağı pişirip getirir. Fakat misafirlerin ellerini yemeye uzatmaz ve yemek yemezler. Bu durumlarından kaygılanan İbrâhim'e endişe etmemesini, Lût kavmi için geldiklerini söyleyince rahatlar. Bunun dışında ona bir oğlu olacağı müjdesini verirler. Bu müjdeyi veren meleklerin sözlerine şahid olan ve o sırada orada ayakta duran hanımı bunu öğrenince gülerek "bu iki yaşlı insandan çocuk doğmasının şaşılacak bir şey" olduğunu söyler. Bunun üzerine melekler Allah'ın emrine şaşmamaları gerektiğini hatırlatırlar.

Kur'an-ı Kerim bu kıssayı bize şu şekilde öğretmektedir:

"(Diğer taraftan Melek) Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip "Selâm sana" dediler. O da: "Size de Selâm olsun" dedi ve vakit geçirmeden hemen çıkıp onlara kızartılmış bir buzağıyı getirdi. Ancak (gelen misafirlerin) ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, durumu yadırgayıp onlardan kuşku düştü. Onlar ise, (İbrahim'e hitaben): Korkma biz (onları azap etmek üzere) Lut kavmine gönderildik" dediler. O anda ayakta dikilip duran İbrahim'in hanımı (Sare) güldü. Ardından Biz de ona İshak'ı ve İshak'tan sonra (onun oğlu) Yakub'u müjdeledik. Dedi ki: "Vay hâlime! Ben kocamış bir kadın ve şu kocam da bir ihtiyar iken, ben mi çocuk doğuracakmışım? Gerçekten pek şaşılacak bir şey bu! (Elçi melekler) dediler ki: "Sen Allah'ın takdir ettiği bir şeye mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey ehl-i beyt! (Peygamber ocağının ev halkı). Şüphe yok ki O, Hamîd'dir, Mecîd'dir (her türlü övülmeye lâyıktır, hayrı, ihsanı, cömertliği bol, şanı yücedir). İbrahim'in endişe ve korkusu gidip de kendisine müjdeli haber gelince, Lût kavmi hakkında (uygulanacak azap ile ilgili olarak) bizim (elçilerimiz) le tartışmaya koyuldu. Çünkü İbrahim gerçekten yumuşak huylu, yufka yürekli kendisini gönülden tamamen Allah'a adamış bir kimseydi. (Elçi melekler dediler ki): "Ey İbrahim, bundan vazgeç (bu konuyu konuşmayalım). Çünkü Rabbinin (Lut kavmine azap etme kararı ve) emri gelmiştir artık. Onlara ret olunmayacak bir azap gelip çatacaktır."(Hûd 11/69-76).

"Onlara İbrahim'in konuklarından da haber ver. (Ona gönderdiğimiz elçiler İbrahim'in) yanına girip 'selâm' dediklerinde O da (ikram ettiği yemeği yemediklerini görünce): "Biz sizden -doğrusu- korkuyoruz" demişti. (Gelen elçi melekler): "Korkma! Biz sana, (peygamberlik verilip vahiyle donatılmış) derin bilgi sahibi bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik" demişlerdi. Dedi ki: "Beni mi müjdeliyorsunuz! Ben iyice yaşlanmışken artık bana neyi müjde veriyorsunuz? Biz sana gerçeği müjdeliyoruz. Onun için sakın ümit kesenlerden olma!" dediler. (İbrahim): "Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit kesebilir ki? dedi. Ey gönderilen elçiler" dedi, "başka göreviniz (var mı, varsa) nedir? Haberin olsun! Biz, günahkâr bir kavme gönderildik; ancak Lût ailesi bunların dışındadır. Biz onların hepsini mutlaka kurtaracağız. Yalnız (Lut'un) karısı hariç; onu da helâk edelim diye suçlularla beraber kalmasını gerekli gördük." (el-Hicr 15/51-60).

"Elçilerimiz (görevli melekler) İbrahim'e (İsmail'den sonra ona oğlu Ishak'ı da vereceğimize dair) müjde (si) ile geldiklerinde, dediler ki: "Biz şu ülke halkını (Allah'ın takdir buyurduğu ceza ile) yok edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim (cinsel ahlaksızlıkta ileri giden) kimselerdir. (İbrahim o yufka yürekliliğiyle acaba Allah bu kavme acır da aralarında Lut (as) bulunuyor diye affeder mi düşüncesiyle): "Ama orada Lût da var" dedi. (Elçi melekler cevap olarak, Allah'ın kendilerine verdiği bilgiye dayanarak): "Biz orada kimlerin olduğunu daha iyi biliriz. Biz kesinlikle Lut'u, karısı dışındaki bütün aile fertleriyle birlikte kurtaracağız. (Bu günahı işleyenlere destek çıkıp Peygamber olan kocasını bile yalnız bırakan) Karısı ise, geride (azabın içinde) kalacaklardan olacaktır" dediler. (Bu ilahi bir emir ve hükümdür buna karşı çıkılamaz). (el-Ankebût 29/31-32).

Bu olaydan kısa bir müddet önce Hz. İbrahim'in çocuğu olmadığını gören hanımı Hz. Sare onu evlendirmek ister. Ona cariye Hâcer'i kendi rızâsı ile getirip nikahlamasını ister. Fakat Sâre'nin Hz. İsmâil'in doğması üzerine kıskançlığa kapılıp onlarla bir arada yaşamak istemediği kaynaklarda kaydedilir. (İbnü'l-Esîr, I, 103). Fakat götürüldükleri yer neresi olduğu ve bu sıralarda İsmâil'in kaç yaşında olduğu gibi konularda önemli farklı bilgilerin kaydedildiğini görüyoruz. İslâm tarihi kaynaklarına göre Allah Hz. İbrâhim'den, Hâcer ile İsmâil'i Mekke'nin bulunduğu vadiye götürmesini ister. Kur'an'ın ifadesiyle Hz. İbrahim şöyle dua etmişti: "Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını (İsmail'i ve annesi Hacer'i) senin kutsal evinin yanında ekin bitmez bir vâdiye (çorak olup o günlerde kimsenin yaşamadığı ve suyu olmayan Bekke/Mekke vadisine) yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye (buraya yerleştirdim. Ya Rabbî!) Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara doğru yönelt ve kendilerini bir takım bereketli ürünlerle rızıklandır, umulur ki şükrederler. Ey Rabbimiz! Doğrusu Sen (kalplerimizde ve iç dünyalarımızda) gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Zaten yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrâhîm 14/37). Yine Kur'an'dan anlaşıldığı kadarıyla İsmâil Hz. İbrâhim'in ilk çocuğudur ve oraya bırakıldığında daha çok küçük yaştadır. (es-Sâffât 37/100-102).

Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.