Hz. Hud’un (as) Âd Kavmi'ni iman etmeye davet etmesi
Hz. Nuh (as) ile birlikte gemiye binip kurtulan üç oğlundan birisi olan Sam, geminin tufandan sonra üzerinde durduğu Cudi Dağı'nın bulunduğu bölge olan Kuzey Mezopotamya ve çevresini yurd edinmiş ve neslinden gelen Sâmî ırk da bu bölgede ortaya çıkmıştır. Samîler, Sümerler, Akkadlar, Bâbilliler, Asurîler, Amurîler Ârâmîler, A'râbîler (Araplar), Süryânîler, Nabatîler, Fenikeliler, İbrânîler, ve Habeşler gibi kavimlerden oluşmaktadır. Sâmîlerin en kalabalık ve en önemli grubu Araplardır. Onların nesilleri tarihe karışmış ve tamamen yok olmuş bir grubu olan Arab-ı Bâide'nin de bir kolu olan Âd kavmi bugünkü Arab yarımadasının orta bölgesinde yaşadığı bilinmektedir.
Hz. Nuh'un oğulları olan Sam, Ham ve Yafes'in nesilleri yeniden dünyanın büyük bir özellikle üç kıtaya: Asya, Afrika ve Avrupa coğrafyasına yayılmış, ancak zaman içinde ne yazık ki bunların bir kısmı tevhid inancını terk ederek dalalete düşmüş hak yoldan uzak kalmıştı. Hz. Nuh'un (as) insanlığın ikinci atası olarak uzun asırlar insanlığı hakka ve tek bir ilah inancına davet etmesine rağmen insanların bir kısmı yoldan sapmış hakkı unutmuş bu yüce inançtan uzaklaşmışlardı. Geçen bunca onlarca belki yüzlerce asır sonra, zaman içinde insanların çoğalmasıyla bir kısmının kendi heva ve heveslerine uygun beşeri sistem ve yönetimler uydurarak yoldan çıkıp azgınlaşmalarına sebep olmuştur.
İşte, bu nedenle yüce Allah, bu azgınlaşarak Allah'ın indirdiği ahkama aykırı düşen dinler uydurup, hayat tarzlarına göre sistemler ve yönetim biçimleri oluşturup sapıtınca insanlara yeniden peygamberler gönderip onları uyarıyor, hakka ve Allah'ın birliğine iman etmeye davetlerini emredip buyurup gerçek imana teslim olmalarını ve Allah'a gerektiği gibi iman etmelerini istiyor.
Hz. Hud'un Peygamber olarak gönderildiği kavim Yemen ile Umân arasında Ahkâf denilen bölgede yaşamış ve Âd adını taşıyan Samî bir kavim olup en eski Araplardan Arab-ı Baide'den bir kavim idi. Bu kavim kendilerine verilen bir çok imtiyaz ve rızıkla nam salmış, şöhret bulmuştu. Eş-Şecer adı verilip Hind Okyanusu sahillerine yakın bir yer olan Muğis vadisinde bir medeniyet oluşturmuş refah içinde zengince bir hayat sürmekteydiler. Bu zenginlikler uçsuz bucaksız araziler onları zengin kılmıştı. Bir taraftan deniz diğer taraftan sahillerdeki bağ ve bahçelerde yüksek sütunları olan evler ve konaklar yapmışlardı. Yüce Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'de onlar hakkında ilk bilgiyi verirken şöyle buyurur: "Rabbinin Âd kavmine nasıl (azap) ettiğini görmedin mi? Şehirler içinde benzeri yaratılmamış olan yüksek sütunlarla kaplı (Yemen'deki muazzam bir medeniyetin merkezi olan) İrem'e (bakmadın mı)?" (el-Fecr, 89/6-8)
Ad kavmi, bedeni ve askeri güç olarak bir hayli gelişmiş bir toplumdur. Allah'ın onlara vermiş olduğu bol rızık ve imkânlarla saraylar, bahçeler, kat kat evler yapmışlardı. İrem bağları insanların dilinde meşhur olmuştu. Halkların imrendiği bu yerler, birer destan oluvermişlerdi. İrem şehri ile ilgili bazı kitaplarda efsanevi bilgiler kaydedilmekle beraber bunlar asla doğru bilgiler değildir. İslam alimleri hiç bir zaman efsanelere pek itibar etmemişlerdir. Bizim için en sağlam kaynak öncelikle Kur'ân-ı Kerim'dir.
Bu kadar bolluk ve güçe sahip olmaları zaman içinde Âd halkını şımartmış ve azgınlaştırmıştı. Allah'a sahih bir imanla iman etmekten ve tevhid inancından uzaklaşmışlardı. Bunlar âdeta şeytanın mantığını işleterek bu nimetlere kendi imkân ve yetenekleri sayesinde ulaştıklarını, bunlara kendi kabiliyetleriyle sahip olduklarını sandılar. Bunu dünya tarihinde büyük ve güçlü devletler kuran Nemrut ve Firavun ile yandaşları olan Karun da böyle düşünmüştü.
Bu kötü zan ve yanlış düşünce onları aynı mantıkla kendi hükümdarlarına ve kendi elleriyle yonttukları taştan putlara tapınmaya götürdü. Artık onların hayatlarında tevhid yoktu. Tevhidin kalıntıları üzerine bina edilmiş bir şirk dini vardı.
Hud (as) da bu âd kavmine peygamber olarak gönderilmiş, ondan önce ve sonra gelip geçen nice peygamberler gibi; "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin"diye Ahkâf bölgesindeki söz konusu kavmini uyarmış ve: "Doğrusu, sizin için (iman etmemeniz halinde) büyük günün azabından korkuyorum" demişti.
Yukarıda genel bazı özellikleri anlattığımız Âd kavmi, dünyadaki nimetlerin bolluğunun verdiği şımarıklık, güven ve kibirden dolayı daha bir çok kötü özellik kazanmıştı. Bunlardan en önemlisi de Allah'ı unutup hükümdarları ve bürokratlarıyla zenginlerinin emirlerine itaat etmelerinden dolayısıyla şirke düşmeleriydi.
Âd kavmi bugünkü Arap Yarımadasının Yemen ile Uman arasında Hadramevt şehrine yakın olduğu bilinen "Ahkâf" bölgesinde yaşamış bir kavim olduğunu ve Nûh'un (as) oğlu Sâm'ın soyundan gelen İremoğullarının bir kolu olduğunu ifade etmiştik. Bu kavim, Nûh Peygamber'in kavminden sonra ilk defa tekrar putperestliğe dönen eski Arap toplumlarından birisidir. Hûd (as) da diğer peygamberler gibi sürekli olarak halkını iman etmeye davet etmişti.
Onları bu hayattan kurtarmak, tekrar hidayet yollarını göstermek için Allah, aralarından birini peygamber olarak görevlendirdi. Hud (as) da öncelikle kavmini tevhid inancını kabul etmeye çağırdı. Yüce Allah Hud kavmi ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerimde bize şu bilgileri vermektedir:
"Âd (kavmin)'e de kardeşleri Hûd'u (peygamber olarak) gönderdik. "Ey kavmim, dedi. Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Siz sadece (Allah'a) ortak koştuklarınızla, O'na karşı yalan uydurup-iftira ediyorsunuz. Ey kavmim, ben (bu öğrettiklerim ve tebliğlerime) karşılık sizden hiçbir ücret (veya başka bir karşılık) istemiyorum. Benim ücretim/mükafatım beni yaratana aittir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra O'na tövbe ve istiğfar edip (pişman olmuş bir duyguyla) O'na (kesin bir tövbe ile rahmetine sığınıp) yönelin ki üzerinize gökten bol bol yağmur (rahmet ve bereketle bütün nimetlerinden) göndersin, gücünüze güç katsın; günahlara batmış (adaletsizlik, zulüm ve haksızlıklar yapmış) kimseler olarak yüz çevirmeyin. Dediler ki: "Ey Hûd, sen bize apaçık bir belge/mucize ile gelmiş değilsin. Biz, senin isteğin üzerine hemen (atalarımızın asırlardan beri tapındığı) ilahlarımızı terk edecek ve de hemen sana inanacak değiliz. Seni ilahlarımızdan biri çok fena çarpmış!" demekten başka sana söyleyecek sözümüz yoktur. Hud (onlara) şöyle dedi: "Gerçekten ben Allah'ı şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki ben, sizin Allah'ı bırakıp O'na ortak koştuklarınız o putlarınızı asla kabul etmiyorum/onlardan uzağım/berîyim. Artık hepiniz toplanıp bana tuzak kurun. Bundan sonra bana hiçbir süre de tanımayın. "Ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. Yeryüzünde hareket eden ne kadar canlı varsa hepsinin mukadderatını elinde tutan O'dur. Benim Rabbim gerçekten dosdoğru bir yol üzeredir. "Eğer siz yine de yüz çevirirseniz işte ben size benimle gönderileni (vahyi) tebliğ ettim. Rabbim (dilerse hepinizi yok eder) sizin yerinize (peygamberime iman edip bu dine ve İslam davasına sahip çıkacak) başka bir toplumu getirir ve siz O'na hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Çünkü Rabbim her şeyi koruyup gözetendir." (İman etmeyenler hakkındaki helâk etme) kararımızın anı ve zamanı gelince Hûd'u da beraberindeki müminleri de rahmetimizle (bir sevgi ve esenlikle) kurtuluşa erdirdik. Onları (ahiretteki) ağır ve zor azaptan da kurtardık. İşte Âd kavmi! Rablerinin ayetlerini bilerek inkâr ettiler, peygamberlerine karşı gelmekle âsî oldular ve inatçı her bir zorbanın (yönetici ve liderlerinin) emrine uyup peşinden gittiler. Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lanete uğratıldı. Dikkat kesilin, haberiniz olsun ki; Âd kavmi (iman etmeyerek) Rablerini inkâr ettiler ve unutmayın ki Hûd'un kavmi olan Âd (Allah'ın rahmetinden) uzak düşüp defolup gittiler. (Hûd, 11/50-60). Bir başka mesajla:
Âd halkına da (kendi milletlerinden birisi olarak) kardeşleri Hûd'u (gönderdik). O da "Ey halkım! Allah'a ibadet ediniz. Ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Hâlâ (ona karşı gelmek ve isyan etmekten) sakınmayacak mısınız?" dedi. Kavminin ileri gelenlerinden (iman etmeyip gerçekleri reddeden) küfür ve inkâr içinde olanlar da "Biz senin aklından bir zorun (eksik akıllı biri) olduğunu görüyor ve senin yalancı biri olabileceğini düşünüyoruz" dediler. Ey kavmim! Aklımdan bir sıkıntım yok. Fakat ben (size) âlemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir peygamberim" dedi. Ben Rabbimin bana indirdiği hüküm ve emirlerini size tebliğ edip uyarıyorum ve ben sizin güvenebileceğiniz bir kişi olarak size öğüt veriyorum. Yoksa sizi uyarmak üzere Rabbiniz tarafından aranızdan birine size bir öğüt (risâlet ve ilahi emirler) geldi diye mi şaştınız? Düşünün ki O, Nûh kavminden sonra sizi onların yerlerine yerleştirip yaratılış itibari ile (onlara göre) size (daha fazla) güç ve kuvvet verdi. İşte Allah'ın size verdiği bu nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa erdirilesiniz. (Âd kavminin inkârcı liderleri Hûd'a) "Sen bize babalarımızın ibadet ettiklerini terk ederek yalnız bir tek Allah'a ibadet edelim diye mi geldin? O hâlde doğru söylüyorsan kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir de görelim" dediler. (Hûd) dedi ki: "Gerçekten Rabbinizden üzerinize fırtına gibi bir azap ve şiddetli bir öfkenin gelmesini hak ettiniz. Haklarında Allah'ın hiçbir bilgi ve delil indirmediği, sadece kendinizin ve atalarınızın (ilah diye zannedip) uydurduğunuz birtakım kuru isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? O hâlde artık (o azabı) bekleyin bakalım! Doğrusu ben de sizinle birlikte bekleyeceğim. Bunun üzerine Biz kendisini de yanında olanları da tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Diğer taraftan ayetlerimizi yalanlayıp iman etmeyenlerin ise köklerini kazıdık. (elA'râf, 7/65-72).
Bu insanlar yapıları itibarıyla kendilerini daha güçlü ve kuvvetli hissettiklerinde müstağni davranır her şeyi kendilerinden bilip kendi güçleriyle bunu oluşturduklarını düşünürler. Aslında bölgelerinde inşa ettikleri yapılarla da çok güçlü bir medeniyet oluşturdukları bilinmektedir. Fakat Allah'ın kendilerine verdiği nimetlerle su, hava, toprak ve ateş unsurlarıyla bunları gerçekleştirdiklerini unutmaktadırlar.
A'râf suresinden aktardığıomız bu ayetlerde hemen hemen bütün peygamberlerin insanlara yaptıkları iman çağrısında tekrarlanan diyaloğun olduğunu görüyoruz. Peygamberler, Allah'a kulluğu ve Onun tek bir ilah olarak her şeyin yaratıcısı olduğunu onlara anlatıp bildirmiş, onların bu imana ve İslâm'a bağlanmalarını istemişlerdir. Buna karşılık onların da hep atalarının tapındıkları putlardan söz ederek kolay kolay bu şirk dininden vazgeçmek istemedikleri ve bundan dolayı da Allah tarafından uyarılıp başlarına gelebilecek bir felaketin haber verildiği anlatılmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in bir başka suresinde de Âd kavmi hakkında şu bilgileri öğreniyoruz.
"Hani kardeşleri (gibi yakından tanıdıkları ve onlardan biri olan) Hûd onlara "(Allah'a karşı gelmekten, onun varlığına iman etmemekten, emirlerine isyan etmekten ve bu isyanınızdan dolayı size vereceği cezadan) sakınmaz mısınız?" demişti. (İyi bilin ve haberiniz olsunki) Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim. "Artık Allah'tan korkun/Ona karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık (yani size yaptığım çağrı ve verdiğim bilgiler karşılığında) sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir (ücret ve mukafatımı Rabbimden bekliyorum). Siz her yüksek yerde eğlenmek için koca bir bina mı inşa edip durursunuz? Ve ebedi kalırsınız ümidi ile sapasağlam kaleler mi yapar durursunuz? (Birilerini) yakaladığınız zaman da onlara hep böyle zorbaca mı davranırsınız?" (eş-Şuarâ' 26/124-130).
Hz. Hud'un (as) bu uyarıları ve onları İslâm'a / Allah'ın dinine davet etmeleri üzerine diğer peygamberler de olduğu gibi ilk önce toplumun ileri gelenleri ve yöneticileriyle sermaye çevreleri karşı çıktılar. Hud Peygamber'in son derece nazik, okşayıcı olan bu sözlerine rağmen, Ad kavminin inatla ve ısrarla onu dinlemeyip kendisine ve Allah'ın emirlerine itaat etmeyeceklerini dile getirip imana yanaşmadıkları görülmektedir.
Onlar gerçekten büyük, yüksek ve sağlam binalar içinde, etraflarını kuşatan nimet bolluğundan kendilerini çok emin bir ortamda zannediyorlardı. Bu nimetleri ebedi olduğunu ve hiçbir zaman bitmeyeceğini, sağlam binaları ve kalelerinin yıkılmayacağını sanmışlardı.
Nimetin bolluğu şımarıklığı, şımarıklık azgınlığı getirmişti. Ad kavmi, Nuh kavmininin helâkından hemen sonra gelmesine ve onlardan haberdar olmalarına rağmen şimdi ne Nuh ve kavmini ve ne de tufanı hatırlıyorlardı. Büyük bir gurur ve kibir onları tüm iyiliklere, doğrulara ve öğütlere karşı ön yargılı davranmaya, Hud Peygamber'in davetine ve iman çağrılarına karşı çıkmaya sevk etmişti.
"Onun kavmininin inkârcı ve ahirete kavuşmayı yalanlayan mele'leri (hükümdar ve yöneticileri) -ki, Biz onlara dünyada nimet vermiştik- şöyle dediler: "Bu, yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir." Bütün inkarcı topluluklar kendilerine gelen peygamberler ve tevhid inancına davette bulunan herkese bu sözleri tekrarlamış durmuşlardır.
Prof.Dr. Ahmet Ağırakça
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.