Hz. Nuh'un insanları İslâm'a ve Allah'a iman etmeye davet edip, halktan bazı kesimlerin az da olsa ona teveccüh göstermeleri karşısında "mele' ve mutrafîn" yani o günün üst düzey yönetici ve bürokratları ile halk içinde etkin servet sahibi gruplar, hemen harekete geçerek halkı peygambere karşı kışkırtıyorlardı.
Kur'an-ı Kerim bize Hz. Nuh'un kavmi ile olan mücadelesini şöyle bildirmektedir:
"Biz Nûh'u kavmine peygamberlik görevi ile göndermiştik. (Onlara hitaben) "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Doğrusu ben sizin için can yakıcı/elemli bir günün azabından korkuyorum" demişti. Bunun üzerine kavminden küfür içinde olup gerçekleri inkâr edenlerin ileri gelenleri kalkıp dediler ki: "Biz senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu ve içimizden sadece ayak takımından basit görüşlü kimselerin düşünmeden sana inanıp uyduklarını görüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz sizin yalancı kimseler olduğunuzu düşünüyoruz. (Nûh) dedi ki: "Ey kavmim! Söyleyin bakayım, şayet ben Rabbimden bana verilen apaçık bir delile/kanıta dayanıyorsam ve Allah bana kendi tarafından bir rahmet vermişse ve bunlar size gizli kalmış da bunları görecek göz sizde yoksa ben ne yapayım! Siz iman etmeyi istemediğiniz hâlde onu size zorla mı kabul ettireceğiz?" Ey kavmim! Bu tebliğlerim ve uyarılarıma (Rabbimden gelen vahyi öğretip anlattıklarıma) karşılık sizden hiçbir ücret ve dünyalık bir çıkar istemiyorum. Benim mükafatım (ve ecrim) sadece Allah'a aittir. Ben müminleri (o zulmedip ezdiğiniz mazlumları siz istediniz diye etrafımdan) kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır (Allah da onları ödüllendirecektir). Fakat ben sizin cehalet içinde bocalayan kimseler olduğunuzu görüyorum. Ey kavmim! Ben bana iman edenleri yanımdan kovarsam (böyle bir yanlışlık yapmaktan dolayı) Allah katında bu sorumluluktan beni kim kurtarır/bana kim yardım eder? Hiç düşünmez misiniz? Ben size 'Allah'ın hazineleri yanımdadır' demiyorum. Gaybı da (gözle görülemeyen, fakat hakikatte var olan gerçeği de) bilmiyorum. Ben bir melek olduğumu da söylemiyorum. Ayrıca sizin hor gördüğünüz kimselere, Allah'ın bir iyilik (ahirette büyük mükafatlar) vermeyeceğini de söyleyemem. Çünkü Allah onların iç dünyalarını daha iyi bilir. Öyle davranırsam o zaman ben kesinlikle zalimlerden olurum." (Hud, 11/27-31).
Aslında Kur'an-ı Kerim'in verdiği bu mesaj ve öğretilerine dikkat edersek Mele' ve mutrafîn/bürokrat ve yöneticilerle servet sahipleri grubunun, Hz Nuh ile kişisel bir problemleri yoktu. Zira Hz. Nuh bu toplumun bir ferdi idi. Onu tanıyor ve kendilerinden kabul ediyorlardı. Maksadları, Hz. Nuh'un getirdiği din ve inanç ile buna bağlı olarak oluşturmak istediği hayat tarzıydı. Hz. Peygamber Muhammed (sav) zamanındaki Mekke müşriklerinin de tavrı aynı idi. Rasullullah ile bir sorunları yoktu onların dinin hükümleri ve dinin getirdiği yeni hayat tarzına karşı tavırları vardı. İnsanlar bu sağlıklı ve ilahi olan hayat tarzına yanaşmak istemiyorlardı. Bu, onların toplum üzerindeki hakimiyetlerinin yok edilmesi demekti. Bunun için her ne pahasına olursa olsun, bu gelişmenin ve değişmenin önüne geçeceklerdi. Göründüğü kadarıyla Hz. Nuh da kolay kolay bu davadan vazgeçecek bir durumda da değildi. Onun için mele'-mutrafin grubu sürekli taktik ve politika değiştiriyor, mü'minlerin zihnini karıştırmak ve iman konusunda onları şüpheye düşürmek için her türlü yola baş vuruyorlardı.
"Ve onlar büyük hileler yaptılar, tuzaklar kurdular." (Nuh, 71/22) Söz konusu bu tuzak ve hileler, halkı Hz. Nuh'tan uzak tutmak ve halkın onu dinlemesini engellemek için o toplumun ileri gelen bürokrat ve idareci sınıfı ile onları destekleyenlerin, mü'minlere karşı kurdukları tuzaklardır. Bu tuzak ve hileler genel olarak toplumdaki zayıf insanları kötülemek, rencide etmek, onlarla alay etmek şeklinde gerçekleşiyordu. Yukarıda kaydettiğimiz ayetlerde görüldüğü gibi:
" Bunun üzerine kavminden küfür içinde olup gerçekleri inkâr edenlerin ileri gelenleri kalkıp dediler ki: "Biz senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu ve içimizden sadece ayak takımından basit görüşlü kimselerin düşünmeden sana inanıp uyduklarını görüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz sizin yalancı kimseler olduğunuzu düşünüyoruz." (Hud, 11/27).
"Kavminden (üst tabakadan olan yönetici ve sermaye çevresinden) kâfirlerin ileri gelenleri dediler ki: "Bu, ancak sizin gibi bir insandır/beşerdir. O size karşı bir üstünlük sağlamak istiyor. Allah dileseydi elbette (sizi davet edecek) melekler indirirdi. Daha önce gelip geçen atalarımızdan böyle bir şey işitmedik. O ancak kendisinde delilik olan bir adamdır (delinin tekidir). O hâlde bir zamana kadar onu gözetleyip bekleyin." (el-Mü'minun, 24-25).
Bu iftiralara karşı Hz. Nuh şöyle cevap veriyor:
(Nuh onlara şöyle seslendi): Ey halkım, bende herhangi bir sapıklık ve şaşırmışlık yoktur. Ancak şunu iyi bilin ki ben size alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim, dedi. Size, Rabbi'min bana vahyettiği mesajlarını tebliğ ediyorum. Ayrıca, size öğüt veriyor ve bilmediklerinizi ben Allah'tan (öğrendiğim için) biliyorum. (Allah'ın dünya ve ahirette size vereceği azabından kendinizi koruyarak) Sakınıp Rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığıyla bir kitap gelmesine mi şaştınız?" (el-A'râf, 7/61-63).
Aslında Hz. Nuh'un (as) kavmi yukarıdaki ifadeleri kullanırken samimi olmadıklarını ve gerçeği değiştiremeyeceklerini biliyorlardı. Çünkü kendilerinden önceki kavimlere de peygamberlerin geldiği ve insanları İslâm'a davet etmekle memur oldukları haberleri kendilerine ulaşmıştı. Bu peygamberler ne melektiler ne de ellerinde hazineler vardı. Geldikleri toplumlara kral ve hükümdar olmak gibi bir hakimiyet talep ve iddiasında da bulunmamışlardı. İşte bu zalimler bile bile Hz. Nuh'a karşı çıkıyor halkı yanlarına çekmek için bu gibi yalanları uyduruyorlardı.
Bundan maksadları da Hz. Nuh'a iman edenleri tevhid inancından uzaklaştırmaktı. Bunun için de halkın zihnini karıştıracak fitne ve yalanlara başvuruyorlardı. "Peygamber olsaydı melek olurdu, peygamber olsaydı hazineleri olurdu, peygamber olsaydı ilk inananlar ayak takımı olan kimselerden olmazdı, biz böyle bir şeyi babalarımızdan, dedelerimizden işitmedik" gibi aldatıcı ifadelerle peygamber ile halk arasına girmeye çalışıyorlardı.
Bütün bu hilelere rağmen Hz. Nuh davasından ve mücadelesinden asla vazgeçiremiyorlardı. Son bir çare olarak tehdit ve sertliğe başvurmaya başladılar.
"Dediler ki: Eğer bu söylediklerine bir son vermeyecek olursan, haberin olsun taşlanıp kovulacaksın." (eş-Şuarâ', 26/116) aynı şekilde başka bir ifade ile tehditlerini sürdürmüşlerdi: "Dediler ki: Ey Nuh, bizimle çekişip durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan bize vadettiğini getir." (Hud, 11/32).
Bu sözler, bardağı taşıran son damlalar oldu. Allah'ın Peygamberine ve ona iman eden mü'minlere yapılan hakaretler, onlara atılan iftiralar yetmediği gibi, şimdi de onu taşlayarak öldürmeyi düşünüyorlardı. Bu durumda Cenab-ı Allah Peygamberini ve inananları korur ve gözetir. Nitekim Nuh (as) da bu son durum karşısında son çare olarak Rabbi'ne dua ve niyazda bulunarak kendisiyle kavmi arasında hükmünü vermesi için dua etmeye devam etmişti.
"(Nuh as) Dedi ki: "Rabbim! Ben, kavmimi gece gündüz gerçekten (bir tek ilah olan Allah'a iman etmeye) davet ettim. Fakat benim davetim onların kaçıştan (davetimden kaçıp durmaktan) başka bir şeylerini artırmadı. Gerçekten ben onlara, kendilerini bağışlaman için ne zaman davet ettiysem parmaklarını kulaklarına tıkadılar. Elbiselerine bürünüp başlarını örttüler, (küfür içinde yaşamakta) direndiler ve büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra ben onları yüksek sesle/açıktan açığa davet ettim. Onlara davetimi hem açık açık ilan ettim hem de kendilerine gizli gizli de anlatıp söyledim. Ardından onlara: 'Rabbinizden bağışlanma dileyin. Çünkü O, gerçekten çok bağışlayandır' dedim. Böylece O, üzerinize gökyüzünden yağmuru bol bol salıverir. Size mallar ve oğullarla yardım eder size bağlar, bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır. Size ne oluyor ki Allah'ın yüceliğinden hiç korkmuyorsunuz (ve ona gereken saygıyı göstermiyor, ibadet etmiyorsunuz)? Hâlbuki O, sizi aşamadan aşamaya/merhaleden merhaleye geçirerek yaratmıştır. Allah'ın yedi kat göğü birbiri ile nasıl bir uyum içinde yarattığını görmüyor musunuz? Onların arasında Ay'ı bir nur kılmış, Güneş'i de bir kandil gibi yapmıştır? Ve Allah sizi yerden (topraktan) bir bitki gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya geri gönderecek ve sizi bir defa daha tekrar oradan çıkaracaktır. Allah orada geniş yollar edinip gezip dolaşabilesiniz diye yeryüzünü sizin için yayıp bir yerleşim mekânı kılmıştır." (Nuh, 71/5-20).
Görüldüğü gibi Nuh (as), halkına Allah'ı tanıtırken, öncelikle insanı gösteriyor. Yaratanın Allah olduğunu, insanı değişik merhalelerden geçirdiğini, bütün bunları düşünerek Allah'a kulluk etmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyor.
Sonra dikkatleri göklere ve içindekilere çekerek Allah'ın yüceliğiyle bağlantılı olarak tevhidi evrenselleştiriyor. Oradan da yeryüzünü ve içindekileri göstererek bütün bunların insanın faydası için yaratıldığını ifade ederek insanoğlunun Allah'tan müstağni kalamayacağını belirtiyor. Bütün bunlara rağmen, azgın kâfirler kendileri imân etmedikleri gibi, imân edenlere de engel olmaya çalışıyor çapalıyorlardı.
"Nûh dedi ki: "Rabbim! Gerçekten bunlar bana isyan ettiler. Malı ve evladı kendisinin zararını arttırmaktan başka bir şeye yaramayan kimselere uydular. Ve onlar büyük büyük hileler yaptılar, (haince düzenler ve) tuzaklar kurdular. Ve "Tanrılarınızı sakın bırakmayın, sakın Ved, Suvâ, Yeğûs, Ye'ûk ve Nesr'i terk etmeyin" dediler." (Nuh, 71/21-23).
Prof.Dr.Ahmet AĞIRAKÇA