Hz. Nuh, artık bu kavmin ıslah olmaktan ziyade, sapıklığı tercih ettiğini gördü. Bundan dolayı da davet ve nasihat konusunda bu kavme yapılacak herhangi bir şeyin kalmadığını kabul edip Allah'a sığınmaktan başka bir çare ve çıkış yolu kalmadığını kabul etti. Bunun üzerine dua ederek Allah'ın vereceği hükme sığındı:
"Böylece onlar birçok kimseyi yoldan çıkarıp saptırdılar. (Rabbim!) Sen de o zalimlerin sapıklığından/şaşkınlıklarından başka bir şeylerini artırma!" (Nuh, 71/24).
Sonunda artık tahammülü kalmayan ve bedduasını arttıran "Hz.Nûh dedi ki: "Ey Rabbim! Kâfirlerden yeryüzünde hâlâ dönüp dolaşan hiç bir kimseyi bırakma! Çünkü eğer Sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkartıp saptırırlar; kötü (ve ahlaksız) kimseler, bozguncu kâfirden başka evlat doğurmazlar. Rabbim! Bana, anama, babama, mümin olarak evime girene, erkek ve kadın müminlere mağfiret buyur/bizleri affedip bağışla! Zalimlerin de helaklerinden başka bir şeylerini arttırma!" (Nuh, 71/26-28).
Allah (cc), Hz. Nuh'un bu yalvarma, beddua ve niyazlarına karşılık vererek azgın toplumu helâk etti. "Nuh dedi ki: Rabbim, kavmim beni yalanladı. Bundan böyle benimle onların aralarını ayır. Beni ve benimle birlikte olan müminleri kurtar." (eş-Şuarâ', 117-118).
Bütün bu olanlardan sonra Allah (cc) da, Nuh'a (as) bu kurtuluş serüveninde ne yapması gerektiğine dair yol gösteriyor.
"Nûh'a şöyle vahy olundu: "Kavminden daha evvel iman etmiş olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O hâlde bunların yaptıklarından dolayı üzülüp tasalanma. (Allah Nûh'a hitaben şöyle buyurmuştur:) "Gözetimimiz altında (gözümüzün önünde) ve sana indirdiğimiz (şekilde) vahyimizle sana gelen bilgiler çerçevesinde gemiyi inşa et, (iman etmeyip sana bunca sıkıntılar yaşatan bu putperest) zalimler hakkında Bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır." (Hud, 11/36-37). Bir diğer ayette de bu durum şöyle ifade buyrulur:
"Biz de ona şunu vahyettik: Vahyimizle ve gözetimimiz altında bir gemi inşa et. Emrimiz geldiğinde ve tandır kaynayıp taşınca o gemiye her hayvandan çifter çifter ve haklarında aleyhlerine (azab) sözü geçmiş olanların dışında aile halkını götür. Zulmedenler hakkında da Bana bir şey söyleme! (benden bir istekte bulunma) Çünkü artık onlar suda boğulacaklardır." (Mu'minun, 27).
Nuh (as) Rabbinden aldığı bu emir üzerine gemiyi inşa etmeye başladı. "Gemiyi yaparken kavminin ileri gelenlerinden (mele' kesiminden) bazıları yanına her uğradıklarında onunla alay ediyorlardı. Onlara söyle: "Eğer bizimle alay ederseniz, siz bizimle alay ettiğiniz gibi (gelecekte) biz de sizinle alay edeceğiz. Artık kendisini rezil edecek azabın kime gelip çatacağını ve kalıcı azabın da kimin başına çöküp ineceğini yakında bileceksiniz. Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca (Nûh'a) dedik ki: "Her çeşit canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de -kendileri aleyhinde daha önceden hüküm verilmiş olanlar hariç- aile halkını ve iman edenleri (gemiye) al." Zaten onunla birlikte ancak çok az kimse iman etmişti." (Hud, 38-40). "Nihayet o da Rabbine, "(Allah'ım!) ben (bu zalimlere karşı mağlup duruma düşürüldüm, bana yardım et!" diye dua etti. Biz de göğün kapılarını açarak bardaktan boşanırcasına sağanak sağanak yağmur yağdırdık. Yeryüzündeki pınarları da coşkun sular hâlinde yerlerinden fışkırttık, önceden takdir edilmiş bir iş için (gökten yağan sağanak yağmurlarla pınarlardan fışkıran) sular birleşerek birbirine kavuştu." (Kamer, 54/10-12).
Allah'ın emriyle iman etmeye bir türlü yanaşmayan Allah'ı inkar edip küfür içinde kalmayı tercih eden azgınların üzerine yer ve gök sularını akıtıverdi. Sular yükselirken Nuh ve beraberindekiler de gemiye binmeye başladılar.
"(Nûh iman edenlere) dedi ki: "Haydi binin gemiye! Onun (suyun üzerinde) akması da durması da Allah'ın adıyladır. Gerçekten Rabbim Gafûr'dur, Rahîm'dir (günahları bağışlayandır, çok merhamet edendir.)" (Hud, 41).
Allah'ın emri gereği, mü'minler ve binmesi gerekenler gemiye bindiler ve su onları yer küresinin üstünden yukarıya doğru yükseltti. Tufan, Nuh kavmini helâk ediyordu. Hz. Nuh'un kavmine yaptığı uyarıların sonuçları görülmeye başlandı. Onlar gemi yapılırken kendisiyle alay etmişlerdi. Şimdi de, alay edenler, korkunç ve zelil bir hal içindeydiler.
"Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları tufanla boğduk. Çünkü onlar, kör bir kavim idiler." (el-A'râf, 64).
"Onu (ve beraberinde olanları) levhalar ve mıhlarla yapılmış olan gemi üzerinde taşıdık. (Gemi) kendisine nankörlük edilmiş olana (Nuh'a) bir mükafaat olmak üzere korumamız altında akıp gidiyordu." (Kamer, 13-14).
"Gemi, içindekilerle beraber dağlar gibi dalgalar arasından akıp giderken Nûh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna "Yavrucuğum! Gel, bizimle birlikte sen de (gemiye) bin. (Hakkı ve gerçekleri inkâr eden) kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi. (Nûh'un bir hanımı ve Kenan adındaki oğlu iman etmedikleri gibi gemiye de binmeyi kabul etmemişlerdi. İman etmeyen) oğlu dedi ki: "Ben, beni sudan koruyacak (yüksekçe) bir dağa sığınırım." (Nûh oğluna ve diğer iman etmeyenlere) "Bugün Allah'ın rahmetine aldığı (ve esirgediği) kimselerden başka O'nun emrinden (buyruğu ile gerçekleşen azabından) kurtarabilecek hiç kimse olmayacaktır'" diye seslendi. Derken ikisinin (baba ile oğul veya gemidekilerle Nûh'un oğlu) arasına dalgalar girdi. Böylelikle oğlu da suda boğulanlardan oldu. (İman etmeyenlerin suda boğulmalarından sonra) "Ey yer! Suyunu yut! Ve ey gök! Sen de (yağmurunu) tut!" denildi. Nihayet (Allah'ın emriyle) su kesildi. (Karar uygulandı.) Nuh kavminin durumu bu şekilde sona erdi. Ve (gemi yüzerek gelip) Cûdi (Dağı'nın) üzerinde durdu. "O zalimler topluluğu (Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar (helak olsunlar)" denildi. Artık zalimlerin sonu geldi yok olup gittiler.
Nûh, (o arada) Rabbine dua edip dedi ki: "Rabbim! Oğlum da benim ailemden biriydi. Senin verdiğin söz de mutlaka gerçek sözdür. Sen de hükmedenlerin en iyisisin. (Bütün ailemi bu tufandan sularda boğulmaktan kurtaracağını ümit etmiştim.) Allah buyurdu ki: "Ey Nûh! O (oğlun) senin ailenden değildir. Çünkü o (iman etmeyerek işlediği her şey) güzel ve doğru (Allah katında geçerli) olmayan bir amel içindeydi. Öyleyse hakkında bilgin olmayan bir şeyi Ben'den isteme. Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum. (Nûh) dedi ki: "Rabbim! Ben, Sen'den hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen en büyük zarara uğrayanlardan olurum." (Hud, 42-47).
İslâm, insanları basit ve sathi bağlarla birbirine yakınlaştırmaz. Kan bağı, komşuluk, ticari bağlar, menfaat üzerine kurulan ilişkiler hep geçici ve basit menfaatlere bağlı olur. Oysa, fikir, dava ve inançlar üzerine kurulan bağlar ve ilişkiler daha sıhhatli ve süreklidirler. Bundan dolayı da Rabbimiz, en sıhhatli, sağlıklı ve sürekli olan, hiçbir dünyevi ve geçici menfaate dayalı olmayan inanç ilişkisini müminler arasında en geçerli bağ olarak tavsiye ediyor.
Bu açıdan bakıldığında aynı soy ve aileden dahi olsa Allah katında makbul ve hayırlı olan, inanç üzerine kurulan ilişkiler oluşturulan birliktelikler ve yapılardır. Müminler bu anlamda ilişkilerini ve dostluklarını her zaman bu temel ilkelere göre düzenlemek mecburiyetindedirler.
Kaydettiğimiz ayetlerde Kur'an-ı Kerim'in ifade buyurduğu şekilde, Hz. Nuh, daha önce Allah'ın kendisini ve ailesini kurtaracağı vadini mümin-kâfir aile içindeki herkesin kurtulacağı şeklinde anlamıştı. Fakat oğlunun helâk olacağını gördüğünde onu kurtarması için Allah'a dua etmişti. Oysa, Rabbimizin de belirttiği gibi, asıl ve geçerli olan bağ inanç bağıdır ve bu bağ kan bağından daha öndedir. Mü'minin asıl ailesi de aynı inanca sahip kişilerden meydana gelen ailedir. Bu da müminler topluluğudur.
Hz. Nuh'un oğlunun ailesinden olmadığını, dolayısıyla da boğulmaktan kurtarılmayacağını Rabbimiz şu sebebe bağlıyor: "Çünkü onun işlediği salih olmayan kötü bir iştir."
Allah'ın kötü olarak vasıflandırdığı bu iş, hiç şüphesiz, hidayet üzere olan ve insanları da hidayete çağıran Hz. Nuh'un (as) bu hidayet çağrısına uymayan, azgın kavimle birlikte babasına isyan etmesiydi. O, bir peygamber oğlu olarak babasının çağrısına ve İslâm'a ilk sahiplenenlerden olması gerekirken, babasına katılmamış ve davasına imân etmemişti.
Bu yanlış inanç kötü iman ve kötü bir amel olarak kabul edilmiş, Allah katında azabı gerektiren bir durum olmuştu. Bundan dolayıda o, bir kâfir olarak babasından ve imân edenlerden bütün bağlarıyla uzaklaşmış, ayrı bir ailenin insanı olmuştu. Oysa gemiye yalnızca imân edenler ve hayvanlar binebilecekti. Kan bağına dayanan baba-oğul-kardeş ilişkileri inanç ve din alanında çatıştığında dostluk ve yardımlaşma bıçak gibi kesiliverir. (et-Tevbe, 9/ 23-24). Bunun dışında beşeri ilişkiler haklar çerçevesinde devam eder.
Yukarıda geminin "(gemi yüzerek gelip) Cûdi (Dağı'nın) üzerinde durdu" ayetinde geminin üzerinde durduğu dağ Cudi Dağı olduğu gayet açıktır. Geminin yüzerek gelip durduğu dağ bugünümüzde de bilinen Cizre yakınlarındaki Cûdi Dağı'dır. Allah bu dağın ismini açıkça ifade buyurduğuna göre bunun Ararat/Ağrı Dağı olduğunu iddia etmenin bir manası olmamalıdır. Fakat her nedense tarih ve tefsirlerde geminin Cudi Dağı üzerinde durduğu kaydı açık olmasına ve kaynaklardaki bu bilgiye rağmen Ağrı Dağı iddiası, Ermeni propagandasından başka bir şey değildir.
Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA