Ahmet Ağırakça
8.12.2024
Ahmet Ağırakça
Hud Kavminin rüzgarla azabı nasıl oldu?
Tüm Yazıları

Hud Kavminin rüzgarla azabı nasıl oldu?

Hz. Nuh'tan sonra dünyayı yeniden imar edip dolduran ve meskun mahaller oluşturan kavimler gelmiş, nesiller yeniden her yerde çoğalıp durmuştu. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Sami kavimlerden olup Kur'an-ı Kerim'in bize haber verdiği bir peygamber de Hud (as) ve Âd kavmi olduğuna dair Mu'minun suresindeki şu ayetlerle işaret verilmektedir:

"Bunlardan sonra (Nuh ve kavminin ardından) başka bir nesil var ettik. Onlara kendilerinden: "Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur, hâlâ Allah'tan (ve o'nun azabından) endişe edip çekinmez misiniz?" (Buna rağmen hâlâ akıllanıp da küfür ve şirkten sakınmayacak mısınız?) diyen bir Resul gönderdik. O Resulün kavminden kâfir olan, ahirete kavuşmayı (ve dirilmeyi) yalanlayan ve dünya hayatında kendilerine zenginlik ve bol nimet verdiğimiz üst düzey yöneticiler grubu dedi ki: "(peygamber dediğiniz) bu kişi de nihayet sizin yediğinizden yiyen ve içtiğinizden içen sizin gibi bir insandır. Eğer kendiniz gibi (ölümlü) bir insana uyacak (ve itibar edecek) olursanız haberiniz olsun; zarara uğrayanlardan olursunuz. Acaba siz, ölüp toprak ve kemik yığını olduktan sonra (kabirlerinizden diriltilip) çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor? "Heyhat! heyhat! O Tehdit olunduğunuz şey çok uzak, gerçekten çok uzak bir şeydir. Bu (hayat) ancak dünya hayatından ibarettir. Burada ölürüz ve yine burada yaşarız. Yoksa biz (öldükten sonra) tekrar diriltilecek değiliz. Bu adam, uydurduğu yalanı Allah'a mal eden bir iftiracıdan başkası değildir ve biz asla ona inanmayız! (Peygamberleri) dedi ki: "Rabbim! beni bu yalanlamalarına (ve bana olan saldırılarına) karşı Sen bana yardım eyle! (Cenab-ı Allah) Buyurdu ki: "çok kısa bir zaman sonra (bu yaptıklarına ve yanlış imanlarına) mutlaka pişman olacaklardır. Derken korkunç bir çığlık onları hak ile yakaladı; Biz de onları süprüntü (gibi) yaptık. Böyle zalim toplulukları (Allah'ın rahmetinden) uzak kalsınlar."

(el-Mü'minun, 23/33-41)

Bu inatçı kavim bütün bu uyarılara rağmen adete bildiğinde ısrar ederek Peygamberlerine meydan okuyorlardı:

"Dediler ki, öğüt versen de, vermesen de bizim için birdir. Bu (tutumumuz) öncekilerin adetinden başka birşey değildir. Hem biz azaba da uğratılacak değiliz."

(eş-Şuarâ', 137)

Hatta küfürlerinde ve Hud'a (as) saldırılarında daha da ileri giderek Allah'ın vahiyle gönderdiği Peygamber'i delilikle itham edecek kadar şaşırmış, gözleri dönmüştü: "Kavminin ileri gelenlerinden kâfir olanlar da: "Biz senin aklında bir hafiflik görüyoruz ve gerçekten biz seni yalancılardan sanıyoruz," dediler."

(el-A'râf, 7/66)

İşte görüldüğü gibi bu azgın kavmin başını çeken lider ve yöneticileri (Mele' kitlesi), davete bu şekilde seviyesizce cevap veriyor ve daha da ileri giderek bir peygamberin şahsiyetine dil uzatıyorlardı. Hud (as) ise, onlara kendinden emin ve korkusuzca Allah'ın kendisine verdiği vahyi bilgilerle şu cevabı veriyordu:

"Ey kavmim! Aklımdan bir sıkıntım yok. Fakat ben (size) âlemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir peygamberim" dedi. Ben Rabbimin bana indirdiği mesaj ve emirlerini size tebliğ edip uyarıyorum ve ben sizin güvenebileceğiniz bir kişi olarak size öğüt veriyorum. Yoksa sizi uyarmak üzere Rabbiniz tarafından aranızdan birine size bir öğüt (risâlet ve ilahi emirler) geldi diye mi şaştınız? Düşünün ki O, Nûh kavminden sonra sizi onların yerlerine yerleştirip yaratılış itibari ile (onlara göre) size (daha fazla) güç ve kuvvet verdi. İşte Allah'ın size verdiği bu nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa erdirilesiniz."

(el-A'râf, 67-69)

"Dediler ki: "Ey Hud, sen bize açık bir belge getirmedin. Sen söyledin diye ilahlarımızı terk edecek de değiliz. Sana inanacak da değiliz. Biz ancak şunu deriz: İlahlarımızdan biri seni fena çarpmış." Dedi ki: "Doğrusu ben Allah'ı şahid tutuyorum, siz de şahid olun ki ben, sizin Allah'ı bırakıp O'na ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım. Artık hepiniz bana tuzak kurun. Bundan sonra bana bir mühlet de vermeyin. Şüphesiz ki ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. Hareket eden ne kadar canlı varsa hepsinin alnından tutan O'dur. Benim Rabbim gerçekten dosdoğru bir yo üzeredir."

(Hud, 53-56)

Bu kavmin azgın yöneticileri, Hz. Hud'a (as) karşı azgınlık ve yanlışlıklarını sürdürüp durdular. Onlar, sürekli olarak Allah'a şirk koşmayı adeta ısrarla sürdüreceklerini söylüyorlardı. Hatta başlarına gelecek felakete bile aldırış etmeden ona ve Allah'ın emirlerine meydan okumaya devam ediyorlardı:

"Bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Madem ki doğru söylüyorsun, öyleyse azabı getir, dediler."

(el-A'râf, 7/70)

"İşte Ad kavmi, Rablerinin ayetlerini bilerek inkâr ettiler. Peygamberine karşı gelmekle asi oldular. İnatçı her bir zorbanın ermine uyup peşinden gittiler."

(Hud, 11/59)

Âd kavminin bu pervasızca hatta düşünceden yoksun olan bu yaklaşımları ile inatla küfürlerini sürdürmeye kararlı olduklarını açık açık ifade ediyorlardı. Bu, toplum için her şeyin bittiğini, artık tebliğin bir fayda vermeyeceğini gösteriyordu. Ahkâf halkı azgınlaştıkça azgınlaşıyor, son davranışları ve sarf ettikleri sözleriyle sanki: "Biz kesin inanmayacağız, senin getireceğin ceza ve azaptan da korkmuyoruz" diyorlardı.

Hud (as) da, yıllarca emek vererek mücadele ederek, onların her türlü hakaret ve eziyetlerine katlanarak davetini yapmış, imandan yoksun kalacaklarını gösteren bu insanlara son sözünü söylemek zorunda bırakılmıştı. O da artık bu kavmin ima edeceğinden ümidini kesmiş davetin ve azaptan söz etmenin onları azapla uyarmanın tehlikenin yaklaştığını söyleyip durmanın bir fayda sağlayamayacağını anlamış durumda onlara şöyle hitap etmişti:

"Artık Rabbimizin azab ve öfkesini hakkettiniz. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, isimlerini de siz ve babalarınızın uydurduğu putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin doğrusu ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim, dedi." (el-A'râf, 7/71)

Artık Hud (as), Rabbine sığınmaktan ve onun yardımını talep etmekten başka bir çarenin kalmadığını, bütün ümitlerin tükendiğini hakkelyakin görüyordu. Bunun üzerine Rabbine şöyle yalvardı:

"Rabbim, beni yalanladıkları için bana yardım et! (Yüce Allah) buyurdu ki: Az zaman sonra elbette pişman olacaklardır." (el-Mü'minun, 23/39-40)

İman etmemede direnen bu azgın kimseler, azabı hakketmiş oldukları hakkında Rabbimiz neticeyi şöyle buyurmuştur:

"Gerçekten onları bir çığlık yakalayıverdi ve onları bir süprüntü yığını haline getirdik. Zulmeden topluluklara rahmetten uzak kalmak vardır."

(Mü'minün, 23/41)

"O azabı, vadilerine (yaşadıkları şehir ve bölgeye) yönelmiş genişçe bir bulut halinde ilerlediğini gördüklerinde: "Bu, bize yağmur indirecek bir buluttur" dediler. (Hûd dedi ki): "Hayır, o, sizin hemen gelmesini istediğiniz şeydir. O bir rüzgardır ki onda çok acıklı bir azap vardır. Rabbinin emri ile (bu rüzgar) her şeyi yok edip yerle bir eder." (Azap rüzgarı gelince) Onların evlerinden başka hiçbir şey görünmez oluverdi. Biz, suçlu/günahkar toplumları işte böyle cezalandırırız. Biz sizlere sağlamadığımız (özel ve görkemli) mekanlarda (size vermediğimiz güç ve iktidar imkanlarıyla) onlara güç, kuvvet ve iktidar verip mükemmel imkanlar sağlayarak onları yerleşik kılmıştık. Hem onlara da kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah'ın ayetlerini bile bile ret ve inkar ediyorlardı. (Sonunda) alay edegeldikleri azap onları çepeçevre kuşatıverdi."

(el-Ahkaf, 46/24-26)

Kur'an-ı kerim bu azabı bir başka ayette şöyle tavsif etmektedir:

"Âd'a gelince; onlar da (yalanladıkları kıyameti) uğuldayan azgın dehşet verici bir fırtına ile (yaşayıp) helâk edildiler. Allah o rüzgârı yedi gece ve sekiz gün peş peşe başlarına sardı. O kavmi, bu süre içinde köklerinden sökülmüş/içleri boşalmış hurma kütükleri gibi yere yıkılmış görürdün. Şimdi onlardan geriye kalan hiçbir şey görüyor musun?" (el-Hâkka, 69/6-8)

Bu azabın şekli hakkında da Fussilet suresinde şu ilahi hükümler indirilmiştir:

"Âd kavmine gelince; yeryüzünde, haksız yere büyüklük tasladılar ve dediler ki: "Bizden daha üstün bir güce sahip olan kimseler var mı?" Kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha üstün bir güce sahip olduğunu görmezler mi? Onlar, ayetlerimizi bilerek inkar ediyorlardı. Bu yüzden Biz de dünya hayatında kendilerine aşağılayıcı azabı tattıralım diye üzerlerine mutsuz ve kötü günler boyunca şiddetli ve dondurucu bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha (zor ve) horlayıcıdır. Onlara (orada ve o günde hiçbir şekilde) yardım da edilmeyecektir."

(Fussilet, 41715-16)

"Böylece onu yalanladılar, biz de kendilerini yok ettik. Bunda şüphesiz ki ders vardır. Ama çoğu inanmamıştır."

(eş-Şuarâ', 26/139)

Cenab-ı Allah, inanmayan ve kibirlenerek karşı çıkan kimseleri böylesi korkunç cezalara düçar kılarken, inanan ve salih amel işleyen takva sahibi olup Allah'ın emirlerine samimiyetle bağlanan kullarını da bir rahmet olsun diye kurtuluşa erdirir. "Helâk emrimiz gelince, bizden bir rahmet olsun diye, Hud ve beraberindeki müminleri kurtardık. Hem onları çok ağır bir azaptan koruduk."

(Hud, 11/58)

"Hud'u ve beraberindekileri rahmetimizin sonucu olarak kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayarak inanmamış olanların ise kökünü kuruttuk." (el-A'râf, 72)

Bütün peygamberlerin hayatlarında ve tebliğ dönemlerinde kavimlerinden sıkıntılar çekmiş iman etmeme konusunda ilhad derecesinde küfür içinde yaşamayı tercih edenlerden alabildiğince eziyetler görmüşlerdir. Bu asrımıza kadar da aynen devam etmiştir. Allah'ın varlığından, İslam'ın yeryüzünde yaşanmak ve uygulanmak üzere geldiğinden her kim söz eder, insanları hakka yöneltmeye ve iman etmeye davet etmişse aynı sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Bu tavırlar, Hz. Nuh zamanından günümüz yirmi birinci asırdaki çağdaş cahiliye dönemine kadar rejimlerin kurucuları ve sistemin sahipleri olduklarını ileri süren herkesin ve her kesimin tavrı olmuştur. İnad ve küfürden vazgeçmeyenler, Kur'an'ın emirlerine ve verdiği mesajlara kulak asmayıp iman dairesi dışında kalmayı tercih ederek müminlerle alay eden ve onları gericilikle itham edenlerin nasıl bir akibetle karşı karşıya kalacaklarını, ölüm sonrası hayatın ne kadar berbat olacağını düşünememektedirler. Bu düşünce yoksunu insanları her zaman uyarmak ve iman etmeye güzelliklerle ve yumuşak sözlerle davet etmek müminlerin görevidir. Bundan uzak durmak ise müminlere de sorumluluk yüklemektedir.

İman etmeyenlerin ise hesabı Allah'a aittir.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları