Ahmet Ağırakça
31.12.2024
Ahmet Ağırakça
Hz. İbrahim (as) ve Tevhid İnancını Babil Kavmine Tebliğ Etmesi
Tüm Yazıları

Hz. İbrahim (as) ve Tevhid İnancını Babil Kavmine Tebliğ Etmesi

Hz. İbrahim'in (as) Babil Krallığı olarak bilinen Irak, Suriye ve Lübnan bölgelerinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Doğup büyüdüğü ve Nemrud'a muhatap olduğu şehrin muhtemelen Ur şehri olabilir. Bu şehrin bugünkü Urfa olma ihtimali de olmakla birlikte Babil'deki Ur şehrinin olması daha kuvvetle muhtemeldir. Zira Irak'ta Ur adıyla bilinen bir başka kasabanın olduğunu da bilinmektedir. Hz. İbrahim'in yine muhtemelen Keldâni olduğu ihtimali üzerinde durulduğuna ve Keldânîler'in daha çok Irak bölgesinde olduğu bilindiğine göre Irak'taki Ur kasabasında da doğmuş olması düşüncesi daha ağır basmaktadır. Peygamberliğin tebliğinden sonra Filistin'e gittiği bilindiğine göre de Urfa'dan geçmiş olduğu ihtimalini de düşünmek mümkündür. Bugün elimizdeki maddi deliller olarak Nemrut dağındaki heykel ve kalıntılar Urfa'da tebliğ yaptığı hükümdar tarafından ateşe atılmak istendiği de söylenebilecek ihtimallerden biridir.

Hz. Nuh'un oğlu Sâm'ın neslinden olup Sâmî ırkın Keldanî koluna mensup olduğunu da söylememiz yanlış olmaz. Babası Azer veya Tarih olduğu kaydedilir. Hz. İbrahim'in (as) Nahur ve Hârân (Halk arasında Harrân) adında iki kardeşi vardır. Bunlardan Hârân'ın Babil'de vefat ettiği kaydedilir. (İbn Kesir, el-Bidâye ve'bn-nihâye, Tah. Ahmed Abdulvehhab Fetih, Dar el-Hadis Kahire 1413/1992, I, 144). Hz. İbrahim'in Şam'ın Kasiyun dağında doğduğuna dair bilgiler yanlış olup o sadece yeğeni Hz. Lut (as) ile görüşmek üzere Şam'a gelip Kasiyun dağında namaz kıldığı bilgisi ile karıştırılmıştır. Sonradan Biladu'ş-Şam'a geldiği muhakkaktır. Dolayısıyla Babil'de doğmuş, Şam ve Filistin'e göç etmiştir. Bu dönemde gerek Irak'ta gerekse Şam ve Filistin'de bulunan halklar yıldız ve gezegenlere tapınmışlar, onları tanrı edinmişlerdi.

Hicret etmiş olduğu Ur/Urfa şehri o gün önemli ticari ve sanayi merkezlerinden birini oluşturuyordu. Araştırmalara ve kaynakların verdiği bilgilere bakılırsa elde edilen sonuçlar, orada yaşayan insanların tamamının maddi bir dünya görüşüne sahip olduğunu göstermektedir.

En büyük gayeleri mal ve mülk sahibi olmak, para kazanmak ve lüks içinde yaşamaktı. Faizcilik ilerlemiş, insanlar tamamıyla ticari bir zihniyet ve her şeyi para ile ölçer hale gelmişlerdi. Bu toplumda insanlar üç sınıfa ayrılmıştı.

1) Amilu: Bunlar yüksek sınıfı oluşturuyorlardı; yönetici kadro, askerler, rahipler ve bilginlerden oluşuyordu.

2) Mişriku: Ticaret, sanayi ve tarımla uğraşan orta tabakadan ibaretti.

3) Ardü: Köle ve esirlerden, alt tabakadaki hizmetçilerden oluşuyordu.

Bölgede yapılan arkeolojik kazı ve araştırmalarda buralardaki harabelerden çıkarılan kitabelerde binlerce tanrı ismine rastlandığı görülmektedir. Ülkenin şehir ve kasabalarının çeşitli tanrıları vardı. Her şehrin bir koruyucu tanrısı bulunurdu. Buna Arapça tabiriyle 'Rabbu'l beled' yani "Şehrin baş ilahı" denirdi. Bu ilaha diğerlerinden daha çok saygı ve sadakat gösterirlerdi.

Ur şehrinin baş ilahı "Nennan" isminde yani ay tanrısı idi. Buna bağlı olan daha birçok küçük ilahlar da mevcuttu. Tanrıların çoğu gökteki yıldızları temsilen yapılmıştı. Halk isteklerinin çoğunu ve bütün dualarını bu küçük tanrılara yapıyordu.

Nennan putu, Ur şehrinin en yüksek yerine yapılmış olan muhteşem bir tapınakta bulunuyordu.

Bu tapınağın yatak odası dahi mevcuttu. Her gece buraya genç bir kız getirilerek tanrılar adına kendisini rahiplere teslim ediyordu. Bekâretini tanrı adına bozan kız ise, tanrı katında makbul kabul edilirdi. Kıyamet gününde bunun kendisine bir kurtuluş vesilesi sayılacağına inanılırdı. Bu gibi batıl ve yanlış inanç biçimleri insanları insanlığından uzaklaştırmıştı.

Nennan, sadece tanrı değil, aynı zamanda ülkenin en zengini ve iktidar sahibiydi. Ona ait pek çok bağ, bahçe, ev, bina tapınak ve devlet kuruluşları vardı. Nennan'ın sayılan bu yerlerden elde edilen vergiler, gelirler bu tapınağa getirilir ve buradaki rahip ve görevliler tarafında harcanırdı.

Ticaretin önemli bir bölümü tapınaktan idare edilirdi. Bütün bu işleri kendilerini tanrının nâibleri olarak takdim ve kabul ettiren din adamları yapıyordu. Dolayısıyla her türlü maddi kazancı onlar sağlıyorlardı. Ülkenin en büyük mahkemesi bu tapınakta kurulurdu. Mahkeme yargıçları ise yine din adamları rahipler olup, mahkemenin kararları tanrının kararları olarak kabul edilirdi. Kral ve ailesi de Nennan tapınağına bağlı idiler. Aslında gerçek kral Nennan'dı. Ancak onun adına naibi bu hükümleri uygulardı. Bu itibarla kral da tanrılar arasında yer alıyordu. Dolayısıyla halk ona tanrı (ilah) diye itaat eder, tapınırdı.

Allah (cc), bu sapıklıklar içinde bulunan Babil toplumuna Halilullah/Allah'ın dostu (ya da Halilu'r-rahman/Rahmanın dostu) sıfatıyla İbrahim'i peygamberlik görevi ile gönderdi. Yüce Allah (cc), Hz. İbrahim'in (as) vasıflarını Kur'an-ı kerimde şöyle anlatır:

"Biz İbrahim'e daha önceden, hakkı/doğru düşünme kabiliyetini ve imkânını vermiştik. Çünkü Biz zaten onun (buna layık olduğunu) biliyorduk. O zaman babasına ve halkına şöyle demişti: "Sizin ibadet edip durduğunuz (önlerinde belinizi büküp rükû' ettiğiniz) bu heykeller de ne oluyor. (Aklın donuklaşıp doğru dürüst bir cevap vermekten aciz kalan birilerinin ifadesiyle): "Biz atalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk" dediler. (el-Enbiyâ, 21/51-53). "Selam olsun İbrahim'e... İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı." (es-Saffât, 109-111)

Babil halkının bu put ve heykellere tapmalarından vazgeçmeleri için Hz. İbrahim onlara risaletini anlatmış ve Allah'ın kendilerini uyarmak için kendisini peygamber olarak gönderdiğini söylemişti. Putperest Babil halkı bunu anında reddetmiş ve Kur'ân'ın ifadesiyle şöyle demişlerdi:

"(İbrahim (as) onları atalarının batıl inanç ve dinlerinden uzaklaştırmak gayretiyle çok açık ve net bir ifadeyle): "Şunu iyi biliniz ki, siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içerisindesiniz" dedi. (Kendi inançlarının doğru olup olmadığını sorgulamaktan uzak bir zihinle): "Sen bize gerçekten hakkı mı getirdin, ciddi misin, yoksa bizimle şaka yapıp oyun mu oynuyorsun?" dediler. (İbrahim -as- ise büyük bir vakar ve güven içinde tek ve yegâne olan Rabbini tanıtıp onları tevhid inancına davet ederek) "Hayır, (sizinle oyun oynamıyorum, ciddi söylüyorum) sizin Rabbiniz, göklerle yeryüzünün Rabbi ve onları yoktan var edendir. Ben de buna tanıklık (ve iman) edenlerdenim," dedi." (Enbiya, 21/54-56), Yüce Allah Kitabı Kur'an-ı Kerim'de olayın geri kalan kısmı hakkında bize şu bilgileri vermektedir:

"İbrahim'i de (peygamber olarak görevlendirdik) halkına şöyle demişti: "Allah'a ibadet edin ve O'na karşı gelmekten sakının. Çünkü eğer (düşünür ve) bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz Allah'ı bırakıp ondan başka birtakım putlara tapınıyor ve aslı olmayan iddialar ve yalanlar uyduruyorsunuz. Allah'tan başka şu tapınmakta olduklarınız, size bir rızık vermeye asla güç yetiremezler. O halde rızkı Allah katında arayın, yalnız O'na ibadet edin ve O'na şükrediniz. En sonunda Onun huzuruna döndürüleceksiniz. Eğer (peygamberleri ve size anlattıklarını) yalanlarsanız, sizden önce gelip geçen toplumlar da (kendilerine gelen peygamberleri) yalanlamıştır. Peygambere düşen görev ise sadece apaçık tebliğ etmekten başka bir şey değildir. Allah'ın yaratmaya nasıl başladığını, sonra da onu nasıl tekrarladığını görmüyorlar mı? Bu, Allah'a göre çok kolaydır. (Rasûlüm Muhammed, müşriklere ve iman etmeyen herkese) Söyle: "Yeryüzünde gezip dolaşın da (Allah'ın her şeyi) yaratmaya (ilk defa) nasıl başladığına bir bakın. İşte Allah bundan sonrakini (ahiret hayatını) da aynen tekrar böyle yaratacak (ve diriliş de böyle olacak)tır. Çünkü Allah, gerçekten her şeye gücü yetendir. Allah (kullarının durumuna göre) dilediğine ceza uygular, dilediğine de merhamet eder; nihayet hepiniz O'nun huzuruna döndürüleceksiniz. Siz yerde de gökte de (Allah'ı) âciz bırakabilecek (O'nun yapacaklarına ve vereceği cezalara engel olabilecek) kimseler değilsiniz. Sizin için Allah'tan başka bir veli ve bir yardımcı da yoktur. Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenler (var ya), onlar Benim rahmetimden umutlarını kesmişlerdir ve onlar için çok acıklı bir azap da vardır. (İbrahim'in) bu sözleri üzerine kavminin cevabı: "Onu öldürün yahut onu yakın" demelerinden başka bir şey olmadı. Allah onu ateşten kurtardı. Bunda iman eden bir topluluk için ibretler/ayetler vardır. (İbrahim): "Siz ancak dünya hayatında bir çıkar uğruna kendi aranızda bir dostluk kurmak için, Allah'tan başka birtakım putları (ve şahısları ilâh) edindiniz. Sonra Kıyamet gününde kiminiz kiminizi ret ve inkâr edip tanımazlıktan gelecek ve birileriniz diğerlerine lanet edecektir. Varacağınız yer de cehennem ateşidir, hiç kimse size yardım etmeyecektir" dedi. Bunun üzerine kendisine Lût iman etti. Ve (İbrahim): "Doğrusu ben, Rabbime hicret edeceğim" dedi. O, Azîz'dir, Hakîm'dir (hükmüne karşı konulamayan güçlü ve üstün olandır, bütün işlerinde hüküm ve hikmet sahibidir). Ve Biz ona İshak'ı ve (torunu) Yakub'u da bağışladık; soyundan gelenlere de peygamberlik ve kitabı verdik. Ona ecrini (ve yaptıklarının karşılığını) dünyada verdik. Ahirette de o Allah'ın emirlerine boyun eğen erdemli kullarımızdandır." (Ankebût, 29/16-27)

"Kitap'ta (Kur'an'da tevhid inancının en büyük öncülerinden olan) İbrahim'i de an! O, son derece sıddîk/doğru sözlü (sözünde duran, ahlâk abidesi) bir peygamberdi. Vaktiyle babasına: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası dokunmayan bir şeye niçin ibadet edersin? demişti. "Babacığım! Sana gelmeyen bir ilim bana geldi, (ben Peygamberlik görevi ile görevlendirildim ve bana vahiy indiriliyor) bana uy ki, seni dosdoğru/hak ve hidayet yoluna ileteyim. "Babacığım, şeytana tapma! Bilmelisin ki şeytan Rahmân'a isyan etmiştir. "Babacığım, doğrusu Rahmân (olan Allah)'ın azabı sana dokunur da şeytanın velisi (yandaşı) olursun diye korkuyorum. (Babası) Dedi ki: "İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bu yaptığın ve söylediklerinden vazgeçmezsen, seni öldüresiye taşa tutarım. Şöyle uzun bir süre benden uzak dur, gözüme görünme. (İbrahim) Dedi ki: "Selâm olsun sana! (Sağlık ve esenlik içinde ol!) Ben, Rabbimden seni affedip bağışlamasını dileyeceğim. Çünkü Rabbim bana gerçekten çok merhametli ve çok lütufkârdır. "Ben, sizi de sizin Allah'tan başka yalvarıp taptıklarınızı da terk edip yalnız Rabbime dua ve ibadet etmek üzere gidiyorum, umarım ki Rabbime ibadet etmek ve dua edip yalvarmakla asla mutsuz olmayacağım." (Meryem, 19/41-48)

Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerim Hz. İbrahim ile babası arasında geçen konuşma ile ilgili bilgiyi bize verirken Babil kavminin inancı hakkında da bilgi vermekte ve Hz. İbrahim'in bu putperest kavme tevhid inancına nasıl davet ettiğini de bildirmektedir. Allah'ın yegâne ibadet edilecek Rab ve ilah olduğunu onlara tebliğ etmesi kendilerine ağır gelmişti. Hz. İbrahim kavminin ve babasının bu küfür içinden çıkmak istemediklerini görünceye kadar babasına hep dua etmiş ve onun putperestlikten uzaklaştırmaya çalışmıştı. Fakat sonunda bu küfrün inatla sürdürüldüğünü görünce bundan vazgeçerek tebliğine devam etmişti.

"İbrahim'in, babasına mağfiret dilemesi ancak ona verdiği bir sözden dolayı idi. Ama onun Allah'ın düşmanı olduğu açıkça kendisine belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim çokça yalvarıp yakaran ve gerçekten yumuşak huylu bir kimse idi." (Tevbe, 9/114)

"İbrahim, babası Âzer'e; "Sen putları ilah mı ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve halkını apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti." (el-En'âm, 6/74)

Bu ayete baktığımızda Hz. İbrahim'in babasının adının Âzer olduğunu görmekteyiz. Târeh muhtemelen Keldâni telaffuzu ile söylenen şekli olabilir. Âzer ise Arapça teleffuza daha uygundur diyebiliriz. Belki de bu iki isimle "Tareh Âzer" şeklinde anılmış olması da muhtemeldir. (Yazı devam edecek)

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ahmet Ağırakça

Ahmet Ağırakça Diğer Yazıları