Aziz okuyucum.
Geçen yazımızda "Aile Ocağında Sevginin Yeri" başlığıyla son zamanlarda artan boşanma hadiselerinden yola çıkarak eşler arası muhabbetin öneminden söz etmiş ve aile içi sıkıntıların aşılmasında ve problemlerin çözülmesinde Peygamberimizin Aile Hayatından örnekler alabileceğimizi ve buna dair görüşlerimizi bir sonraki yazımızda ele alacağımızı ifade etmiştik.
Ancak bu konuyu bir sonraki yazımıza ertelememizi gerektirecek bir başka problemle karşı karşıyayız: "Suriyeliler evlerine dönsün!..." Gerek bazı gazeteler gerekse sosyal medyada dillendirilen bu konu birkaç gündür ülke gündemini meşgul eder hale geldi. Bir mümin ve bir vatandaş olarak taşıdığımız sorumluluk gereği bu konuda her birimizin fikri ve görüşü olmalı ve bunu yeri geldiği zaman da ifade etmeliyiz. Aşağıdaki yazı bu maksatla kaleme alınmıştır.
Ülkemiz zor şartların hüküm sürdüğü bir coğrafyada bulunuyor. Etrafımız, toplumsal huzuru kaybettirilmiş devletler ve milletlerle dolu… İslam coğrafyası zulmün kol gezdiği, hüzün beldeleri adetâ… Doğu Türkistan'daki mazlum kardeşlerimiz, Afganistan ve Pakistan'daki saldırılarda patlayan bombalarla can verenler, Afrika'daki teröristlerin zulmüne maruz kalanlar, kan gölüne çevrilen, birbirine düşman edilen Ortadoğuda, birbirlerinin camilerini bile hedef alan patlamalarda yitip giden hayatlar, ümmet-i Muhammed'in bağrına saplanan hançer misali kanatıp duruyor sineleri… Bugün Bağdat huzursuz, Şam yerle bir, Kahire mahkum, Filistin açıkhava hapishanesinde elektrikten ve ilaçtan mahrum bir tutsak… Etrafımızdaki ahvâl ve şerâitin böyle tecelli ettiği bir durumdayız, Türkiye olarak vesselam…
15 Temmuz 2017'de ülkemizin maruz kaldığı hain darbe teşebbüsünden bu yana bir yıl geçti neredeyse. Siz de farkındasınızdır. 250 şehit ve 2000 civarında gazinin al kanlarını verdiği, âzâlarını kaybettiği ikinci bir İstiklal Mücadelesini veren ülkemizi sonraki süreçte ekonomik olarak darboğaza sokmak, diz çöktürmek için -reel hiçbir sebep söz konusu değilken- yükseltilen döviz kuruyla bir başka operasyona muhatap kıldılar. O zorlu süreci de Allah'ın yardımıyla başarıyla atlatan ve hala büyüme yoluna devam eden ülkemiz, bugünlerde bir başka söylemle karıştırılmak isteniyor… "Suriyeliler evlerine dönsün…" Gerekçe ne? Hırsızlık, gasp, sahillerde ahlaksızca davranış vb. olayların faillerinin Suriyeliler olması…
Değerli okuyucum.
Medya'nın en önemli işlevlerinden biri haber vermek/sunmaktır. Ama medya bu görevini -her zaman tarafsızlık içinde yapmak gibi bir sorumluluğu olmasına rağmen- bazı durumlarda manipüle ederek yerine getirir. Olaylarla bakmak istediği yerden bakar, manzarayı istediği açıdan fotoğraflar ve metni arzu ettiği şekilde dizayn eder. Haberse haber, resimse resimdir artık… Ama onun bu manipülasyonunu çözecek ve sorgulayacak göz ve zihin; akıl ve vicdan sahibi olmak çok az kişinin nasibine düşmekte; çoğunluk ise haberin muhatabı olarak etki altında kalabilmektedir. Yaşanan birkaç münferit olumsuz hadiseyi haber yapan zihniyet, darbe girişiminden umduğunu bulamayan, ekonomik abluka operasyonunda başarılı olamayan, şimdiyse sosyal bir çalkantıyla ülkede karışıklık çıkarmayı düşünen ve bu milletin huzuruna kast eden "düşman" zihniyettir… Lütfen bunun farkında olalım ve toplumu manipüle etmeye çalışanlara fırsat da vermeyelim koz da…
Bundan on yıl önceydi… Yaz tatilinde sekiz kişilik bir grup olarak adını hadis-i şeriflerdeki Peygamber duasına mazhar oluşuyla duyup muhabbet beslediğimiz Şam diyarına gitmiştik. Şam diyarı diyorum, çünkü Şam bir coğrafyanın adıdır ki, başkent Dimaşk, Halep, Humus, Hama, Busra gibi önemli merkezler bu topraklardadır. Kadim bir medeniyetin izlerini taşıyan bu şehirler, ne hazindir ki bugün artık bombalarla harap olmuş evlerin, çarşıların ve camilerin resimlerine konu oluyor. Bir zamanlar pencerelerinde yaseminler yetiştirdikleri, onları sarıp sarmalayan evleri şimdi bir enkaz halinde duruyor Suriyeli kardeşlerimizin… Şimdi sormak vaktidir: Suriyeliler hangi evlerine dönsünler? Ev mi kaldı, bark mı? İş mi kaldı güç mü?... Nereye dönsünler ve neyle/nasıl geçinsinler?
Takdir edersiniz ki, bir tatil sebebiyle bulunduğumuz şehri terk ederken bile hazırlanma hususunda ne kadar da zorlanıyoruz? Peki dilini bilmediği, şartları hakkında bir fikre sahip olmadığı bir başka memlekete, ülkeye göçmek kolay mı?.. Gelip sığındıkları bu ülkede şimdi istenmeyen kimseler olarak görülmek ve anılmak ayrı bir sınav onlar için. İrtibat halinde olduğumuz Suriyeli muhacirlerin, yaşanan son hadiselerden dolayı büyük bir üzüntü ve mahcubiyet duyduklarını görüyoruz. Misafir olduğu evde, tüm çabasına rağmen yaramazlık yapan ve etrafına zarar veren bir çocuğun babasının taşıdığı mahcubiyeti yaşıyorlar adeta… Ayrıca onların hemen hepsinin, imkanları olduğunda evlerine, yurtlarına dönmeyi istediklerine de şahit oluyoruz. Sözlerindeki sadakate inanın. Çünkü hepimiz, şartlarımız ne kadar iyi olsa da evimizi, yuvamızı özler ve geri dönmek isteriz elbette… Ama takdir-i ilahi onları böyle bir imtihana tâbi tuttu. Ne var ki, bu durum onların olduğu kadar bizim de imtihanımızdır. Bunu da unutmayalım. Şimdi geliniz konuya farklı bir açıdan bakalım…
Hicret, peygamberlerin yaşadığı ortak kaderdir. Son Nebi Peygamber Efendimiz (sav) de yaşadı bu tecrübeyi… Muhacir olup göçtüler onunla birlikte Mekkeli müminler, birer birer, doğdukları topraklardan… Onlara kucak açtı Medineli müminler… Paylaştılar ellerinde olanı büyük bir cömertlik örneği olarak. Bunun için "Ensar" vasfını aldılar ve böyle anıldılar asırlarca… Ayetlere konu oldu fedakarlıkları… İyiliklerini "gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymadan" yaptılar, samimiyetle ve içten… Böylece mâveradan tebrikler geldi kendilerine Alemlerin Rabbinden... (Bkz. Haşr/9)
Kur'an-ı Kerim'in kendi koruması altında bulunduğunu bildiren Allah Teâlâ, Ensar-Muhacir ilişkilerinden bahseden ayetleriyle bize de yol gösteriyor aslında… Bugün hiç şüpheniz olmasın, Allah bu ülkeye ve millete "Ensar" olmayı nasib etmiştir. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, devleti idare edenlerin, "ümmetin derdiyle dertlenme" şuuru, muhacire Ensar olma bilinci sayesinde, birçok müslüman ülkeye nasib olmayan bu vasıf hamdolsun ki bu milletin nasibi olmuştur. Bollukta da zorlukta da verebiliyor olmak, Allah'a kulluk şuurunun bir göstergesidir. (Bkz. Bakara/134) Devlet olarak Türkiye ve bu aziz millet işte bunu başarabilen müstesna bir devlettir.
Şimdi geliniz, bir kısım medyanın manipülatif ve provokatif operasyonlarına prim vermeyelim. Milyonlarca muhacir içinde "ahlaksız, hırsız, uğursuz" denilebilecek vasıfta kimselerin, çok az bir oranda olduğunu bilelim. Buna karşılık onlar içinde pek çok değerli bilim adamının, İslam âliminin, değerli şahsiyetin ve sanatkârın bulunduğunu hesaba katalım. Onların, 15 Temmuz darbe teşebbüsünde, ülkemiz adına ne denli endişe duyduklarını ve her daim bu necip millete hayır duada bulunduklarını da unutmayalım.
Her birimizin muhacirlerden bir kardeş ailesinin olması, emin olunuz ki, ailevi ve ekonomik sıkıntılarımızın hallolmasında çok önemli bir rol oynayacaktır. Bir hadis-i şerifle sözlerime son vermek istiyorum. "Bir kul, din kardeşine yardımcı olduğu sürece Allah da onun yardımcısıdır." Allah'ın yardımına mazhar olmak ne güzel!..
Huzur ve sağlıcakla kalınız efendim…