'İflas eden tüccar eski defterleri karıştırır.' Müslüman toplumların üç asırdır içinde bulunduğu ruh halinin en sarih beyanı bu deyimdir. Mağlubiyete ikna olan toplumun sığınabileceği son kale tarih olabilirdi, lakin o da derde deva olmadı. Faal bir düşünce veya bilim hayatı var ise tarih ona katkı sağlar, hakim-yaşayan düşünce tarafından yorumlansın diye veri sunar; yaşayan bir düşünce yok ise tarihin günü mamur etmesi ve bugündeki haline gelmesi söz konusu olmadığı gibi gerçek bir düşüncenin tarih ayağıyla dirilmesi de beklenemez. Müslümanlar, tarihin zihnin yaşayabileceği yeterli bir iklim olmadığını toplumsal ve entelektüel hayatta yaşanan derin krizlerin ardından kısmen sezebildi.
Ortalama bir yazar sayabileceğimiz Ernest Renan 1882'de İslam ve Bilim başlıklı konferansını verdiğinde -kendisi de dahil olmak üzere- hiç kimse etkileri bir asrı aşabilecek konuşma yaptığını düşünmemiştir herhalde. Bir konuşmanın Müslüman toplumda 'travma' haline gelecek krize yol açmış olması ise birkaç asırdır yaşanan toplumsal ve zihinsel karmaşanın tahliliyle açıklanabilir. Konferans Müslümanlık ile bilim ilişkisini anlatsa bile gerçekte özel bir din cihetinden din ve bilim ilişkisini tartışıyordu. Renan'a göre din ile bilim esasta birbiriyle çelişen faaliyetlerdir. Herhangi bir din -Hristiyanlık (başka yazıları nedeniyle aforoz edilmişti mesela) veya İslam - bilimsel çalışmalara katkı sağlamaz, bilimin önünü açmaz, bilimden yana tavır almaz vs. Dinin egemen olduğu bir toplumda - söz gelişi Müslüman toplumlarda - bilim gelişmişse bu durum, dinin arzuladığı bir amaç olmadığı gibi dinin desteklediği veya önünü açtığı bir süreç de değildir. Bilim ve medeniyet dini bir cemaat içinde ancak dine ve onun egemen kurumlarına karşı başkaldırı şeklinde ortaya çıkabilir.
Renan İslam tarihine ve bilimlerine az çok vakıf birisiydi, Namık Kemal'in ileri sürdüğü gibi 'cahil bir Avrupalı' değildi. Renan'a göre İslam toplumunda ortaya çıkan bilim ve medeniyet İslam'ın bir başarısı değil, Abbasi hükümranlığının siyasal ve toplumsal geleneklerini tevarüs ettiği Sasanilerin ürünü idi. İslam'ın bölgeye yerleşmesinden önce Sasaniler, Hristiyan Bizans'tan kaçan bilim adamlarına kucak açmış, onlar da çeşitli şehirlerde okullar açmış, bilim ve düşünceyi yaygınlaştırmışlardı. İslam bu bölgelere geldiğinde söz konusu okullar ihtişamlarını yitirmiş olsalar bile, etkileri ve takipçileri devam ediyordu. Abbasiler ile birlikte bu kadim okullar ve gelenekler ihya edildi, sonuçta bildiğimiz "İslam Rönesansı" ortaya çıktı. Öyleyse Müslüman filozofların bilim ve düşünce ürünlerinin kayağını İslam'da aramak beyhude bir çabadır, onlar bu bölgelerdeki okulların takipçileridir.
Renan'ın iddiaları İslam toplumunu derinden sarstı, birtakım cevaplar vermeye kalkanlar olsa bile hiçbir zaman ikna edici cevaplar yazılamadı. Günümüzde bile Müslüman toplumlarda savunma, oryantalist çalışmalarda ise konferansın farklı tarzlardaki iddialar devam etmektedir. Peki niçin böyle oldu? Makale veya konferans çok mu bilimseldi, çok mu kapsamlıydı da bu kadar derin sarsıntılara yol açtı? Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değil, burada bakmamız gereken şey, zamanlamadır: Konferans öyle bir zamanda verildi ki, hiçbir konuşma ile mukayese edilemeyecek bir tesiri ortaya çıktı.
Müslüman toplumların modern Avrupa karşısındaki mağlubiyeti çözümsüz bir aydın krizini beraberinde getirdi. Bu itibarla Osmanlı aydının mağlubiyetin farkına varması Lale devrine kadar gider. Bundan önce toplumsal ve siyasal sorunlara kadim sistemden cevap arayan aydınlar Lale devrinden itibaren yüzlerini galip toplumlara döndürdü. Kriz zamanla Mısır'a, Hindistan'a, Türkistan'a vb. farklı İslam coğrafyalarına yayılmış, bütün İslam coğrafyasında modernleşmenin yaygınlaşmasına katkı sağlayan ciddi bir hareketlilik yaşanmıştı. Bu meyanda mevcut mağlubiyetin kökeni üzerindeki tartışmalar İslam'ı da tartışılır hale getirmiş, dinin toplum üzerindeki etkilerini azaltmanın çare olduğu düşünülmüştü. Müslüman aydınların önemli bir bölümü ise -belki de bütünü demek mümkündür- mağlubiyeti tarihsel ve toplumsal şartlara bağlayarak İslam'ı tezkiye etmek istemiş, başarısızlığı İslam'ı yanlış anlama sorunu olarak görmüşlerdi. Bu durumda Müslüman cemiyet bir yandan dünyada başarısız ve mağlup iken öte yandan dini yanlış anladıkları için aynı zamanda günahkar ilan edilmiş oldular. Müslüman aydınların hala revaçta olan yaklaşımı tarihi mevcut sorunların çözümünde bir delil haline getirmek anlayışına dayalı idi.
Onların yaklaşımında tarih iki şeyi kanıtlıyordu: Din ile gelişme arasında herhangi bir engel olmadığı gibi aksine başarının ve kalkınmanın sebebi dini doğru anlamaktır. İslam tarihin bir evresinde büyük başarılar ortaya koyarak dinin toplumları müreffeh kılabileceğini ve bilimi geliştirebileceğini kanıtlamıştır. O zaman mevcut başarısızlıkta İslam'ı suçlamak veya dini başarının engeli saymak haksızlık ve cahilliktir. İkincisi bu önermenin sonucu olmak üzere tekrar başarabilme umudunu tarihin derinliğinde bulmak iddiasıdır. Bir kez başarılı olabilen Müslüman toplumlar aynı yoldan, yani dini doğru anlama yolundan giderek yeniden başarılı olabilirler. Burada suçlu olan Müslüman toplumlardaki tembellik, ilgisizlik, bu tembelliğe yol açan gelenekler ve kültürel kabullerdi. Bu yaklaşım Müslüman cemaate bir direnme gücü vermiş olsa bile, herhangi bir bilimsel mesnede dayanmıyordu. İşte Renan'ın konferansının etkisi tam bu sorunla ilgilidir: Renan yaşadıkları çağ içinde yenilerek tarihe sığınan Müslüman cemaati sığındıkları kalede tezyif ederek en büyük dayanağı boşa çıkarttı.
'Müslüman dünyada ortaya çıkan bilimi İslam var etmedi' tezinin kopardığı kıyamet, gerçekte bizzat Müslümanların da aynı iddiayı taşıdıklarını teşhir etmiş olmasıydı.
Ekrem Demirli
Hikmet Öztürk'ün sunumu ve Ekrem Demirli'nin anlatımıyla VAV TV'de yayınlanan "Düşünce ve Hayat" programının son bölümünü, aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz.