Akıl, gelenek ve ahlak: ‘Bir kere gitmeye görsün’
Ahlak, akıl, gelenek ve örf sohbet ediyorlarmış. Vakit epey ilerleyince akıl 'Arkadaşlar! Ben müsaade istiyorum, gideyim yarın kaldığımız yerden devam ederiz' diyerek tedbirin gereğini yerine getirmiş. Gelenek akla hak vermiş, 'evet geç oldu gidelim, yarın geliriz' demiş. Örf de ikisine hak vermiş, aynı sözlerle gitmek istediğini belirtmiş. En sonunda ahlak konuşmuş ve şöyle demiş: 'Arkadaşlar siz giderseniz tekrar gelirsiniz. Ben gitmeyeyim, ben gidersem bir daha gelmem.' Ötekiler bu söze ne demiş bilmiyoruz fakat ahlak gitmesin, gitti mi kolay kolay geri gelmiyor, bunu biliyoruz; ne bireysel ahlak ne de toplumsal ahlak bir kere bozuldu mu geri dönmesi kolay olmuyor.
Menkıbevi anlatımları bir yana bırakırsak, toplumumuzda geçmişte yerleşik bir ahlak, özellikle meslek ahlakı var mıydı, yok muydu, bunu bilmiyoruz. Fakat yaşayan hayatı en çok nostaljik bir ahlak tahayyülü üzerinden acımasızca eleştirdiğimiz aşikar. Ahlakın ne olduğu, nasıl bir süreçte teşekkül ettiği, bireysel ve toplumsal alanlarda nasıl ortaya çıktığı, akıl ve dindarlık ile ilişkisi gibi temel sorunları dikkate almadan yaygın bir ahlak eleştirisine tanık oluyoruz.
Ahlak üzerinde konuşmak öteden beri gelen bir insanlık geleneğidir. Herhalde her dilde bir çok ahlak kuralı yer alır. Ahlakın en önemli taşıyıcısı da deyimleri, atasözleriyle birlikte dil olabilir. Kadim düşüncelerde ahlak, düşüncenin bilhassa doğru düşünmenin ve gerçek bilginin miyarı sayılırdı. Bilmek ile yapmak, anlamak ile ahlaklı davranmak arasında bir tamamlama ilişkisi öngörülmüştü. Haddi zatında insanın düşünce faaliyeti yaşama ve barınma gibi temel gereksinimlerin ötesine geçerek daha iyi yaşamak, daha doğru ve erdemli hayata ulaşmak amacı taşır. Ahlak önermelerine 'insanlık değerleri' demek, ahlaklı olmak ile gerçek bir insan olmak arasındaki ilişkiyi en ince noktaya taşımak demektir.
Bilgi ile eylem arasında ilişki görmek, hatta eylemi bilginin doğruluk ölçütü saymak insana makul gelen bir yaklaşım olabilir. Fakat gerçekte durum hiç de kolay bir mesele değildir. Daha doğrusu insanın böyle bir prensibi kabul etmesi, buna göre yaşaması hallolacak bir meseleye benzemiyor. Bu durumda kadim düşünürlerin iddialarına ikna olmak için daha fazla delile ihtiyaç vardır. İnsanlar bu prensibi genellikle başkalarını kınamak, onların davranışları ile sözlerini karşılaştırarak iki yüzlü olmakla itham etmek üzere kullanırlar. Başka bir anlatımla düşüncenin delili olan şey genellikle başkalarını yargılamanın zemini haline gelir. Bu nedenle söz ile eylem, bilgi ile amel, anlamak ile ahlaklı olmak arasında telazüm ilişkisi kurmak tereddütle yaklaşılması gereken bir iddia olmalıdır.
Bilgi ile eylem arasında gereklilik ilişkisi kurabilmek için ikisinin ortaya çıkma süreçleri arasında bağ kurmak gerekir; en azından bilgiyi ortaya çıkartan sürece benzeyen bir sürecin bilginin eyleme dönüşmesinde de bulunması gerekir. Filozoflar varlığı tanımayı ve eşyayı bilmeyi bir ayrıcalık meselesi olarak kabul ederlerdi. 'İnsan düşünen-bilen canlıdır' demek, evvelemirde sadece potansiyele işaret ederken her insan doğuştan bir ayrıcalıkla doğmuş kabul edilemez. İnsanın düşünen varlık haline gelebilmesi onun zihinsel olarak anlamaya elverişli olması şartına bağlıdır. Böyle bir elverişlilik ise her insanda bulunamaz. Bu nedenle insan düşünen canlıdır ilkesi bilfiil bilgiye ulaşabilen kabiliyetli insanlar için geçerli iken ötekiler için ise bir potansiyele işaret eden cümle olmanın ötesine geçmez. Ahlaklı olmak ise bu bilginin icbar ettiği davranışlarla yaşamak demektir. Binaenaleyh insanın önce bilebilecek bir kabiliyette olması gerekir ki sonra bilgi onu eyleme zorlayabilsin. Bunun için filozoflar, insan aklının 'teorik' ve 'pratik' olmak üzere iki şekilde tasnif edilebileceğini düşünmüşlerdir. Hiç kuşkusuz ayrım özünde aklı birbirine farklılaştırabilecek bir tasnif değildir, lakin yine de görece bir temyiz tespit edilmiş, yetkin insanı ise iki aklın kemale ermesiyle ulaşılan teorik ve ahlaki yetkinlik sahibi insan olarak düşünmüşlerdi. Burada bir çelişki veya sorun yoktur: Ahlaklı olabilmek için bilgili olmalıyız, bilgili olunca ahlaklı davranmak kaçınılmazdır. Bilgi ahlakı icbar eder; 'bilen yapar' veya 'bilgi mutlaka eyleme dönüşür' makul bir önermedir. Peki ahlaklı olmayan veya böyle bir bilgiye eremeyen insanlar kimdir? Bunlar, gerçekte, filozoflar kadar kadim dünyanın sınıfsal yapısı içerisinde pek muteber sayılmayan geniş zümre idi. Söz konusu seçkinler böyle insanları hayırlı ve itibarlı kelimelerle anmaz, onları sureta insan kabul ederek seçkin-ahlaklıların hayatlarına hizmet etmek üzere var olduklarını kabul ederlerdi. Eylemi ortaya çıkartabilecek bilgi sahibi olmayan 'aklı kıt' bu insanlar, ancak korku veya ödüllendirme yoluyla ahlaka yönlendirilebilecek, gerçekte ahlak ile hiçbir sahici ilişki kuramayacak kimselerdi.
Dinin ahlak ile ilişkisini düşünürken hareket edilmesi gereken ilk nokta, ahlakın kaynağı olarak dini düşünmek değildir. Din ve ahlak ilişkisinde dikkate alınması gereken asıl nokta ahlaklı iken veya değilken insanın insan olarak kabul edilip edilemeyeceği bahsidir. Başka bir anlatımla dinde dikkatimizi çeken ilk büyük prensip, bütün insanları her ne olursa olsun 'insan' sayabilme imkanıdır. Önce Hristiyanlık, sonra İslam insanın insan olmak bakımından değerini vurgulayarak sınıfsal yapıların kibrine karşı insanlığın eşitliğini öne çıkartmış, insanlık tanımının bütün insanları bir ve eşit derecede kapsaması gerektiğini söylemişlerdir. Din gerçekte 'insan' tanımından (efradı) düşerek tanıma 'ağyar' kalmış olanları tanıma dahil etmekle insanlığa yeni istikamet çizmiştir. Dinin insanlık tarihindeki en önemli rolü insanlığı birleştiren ve insan tanımında onları eşitleyen bu prensiple anlaşılabilir. Her insan doğayı, nesneleri ve onların mahiyetlerini idrak ederek zihinli ve ahlaklı bir hayata eremez; lakin her insan muhayyel bir anlatımla bile olsa bir yaratanı, alemin gayesini veya iyi ve kötüyü sezebilir. Din Tanrı'yı ve O'nun söylediği hakikati idrak edeni kurtuluşa ermiş saymakla onu "karanlık alemin döngüsü" içinde dönüp dolaşmaktan azat eylemiştir.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İbadet ve ahlak ilişkisi: Ahlak ibadetin içini boşaltır mı? (25.05.2022)
- Dini düşüncede ircacı yaklaşım sorunu (18.05.2022)
- Emir ve yasaklar insana niçin ağır gelir? (26.04.2022)
- Ramazan’da Ahlak: İstiğna ve Gizlilik Ölçüsüyle Ahlaka Bakmak (24.04.2022)
- Bir ibadetin meşakkati nerededir? (20.04.2022)
- Oruç meşakkatli ibadet (midir?) (13.04.2022)
- Oruç Açlığın Terkidir (12.04.2022)
- Oruç bedenin aç bırakılmasıdır (05.04.2022)