Benzemek
Birkaç asırdan beri var gücümüzle Avrupa'ya benzemeye çalışıyoruz lakin bir türlü Avrupalı olamıyoruz. Demek ki benzemek, 'olmak' için yeterli değil, sadece benzemek istemekle amaç gerçekleşmiyor. Çağımızda ise dünyanın öteki kısımları benzeme sürecine girdi onlar da başaramıyor. İnsan düşünmeden edemiyor: Örnek alınan yer veya kişi, dünyanın muhtelif yerlerindeki taklitlerine bakınca ne hissediyordur?
Benzemek bir öğrenme tarzıdır. Çocuk ebeveynine benzer, onları taklit eder, bu sayede onlar gibi olur veya olmak ister. Dindar insan peygambere benzemek ister, onu örnek alır. Mürit, şeyhi gibi olmak ister ve ona benzemek ister. İki şey arasında benzerlik ilişkisi yoksa biri ötekini bilemez, ötekiyle ilişki kuramaz. Bilgiyi mümkün kılan şey aradaki benzerlik ve ortak niteliktir.
Filozoflar felsefe yapmanın amacını yüce Tanrı'ya benzemek olarak kabul etmişlerdi. Tanrı'ya benzemek Tanrı'yı bilebilmenin yegane yoludur. Tanrı madde ve ilgililerinden mücerret hakikat olduğuna göre, O'na benzemek maddeden soyutlanmaya bağlıdır. İnsanın madde ve ilişenlerinden tecerrüde başlayabilmesi aklen yücelmesiyle orantılıdır. Yolculuk aynı zamanda hem tecerrüt hem taakkul olarak isimlendirilir. Tecerrüt yöntemi anlatırken taakkul (aklileşme) ise sonucu beyan eder; insan kendisini sınırlayan maddeden kurtularak akli varlık haline gelir, bu sayede gerçek kavramları düşünmeyi başarır. Filozoflar benzemeyi 'insanın gücü ölçüsünde' diye kayıtlarlar. Bu ise insanın söz konusu yolculuğu belirli bir derecede gerçekleştirebileceğine ve sınırları aşamayacağına işaret eder. İnsanın mahiyetçe belirlenen sınırların dışına çıkabilmesi mümkün olmadığına göre, Tanrı'yı sadece maddeden uzaklıkta 'benzemek' ile yetinecektir. Felsefe buradan hareketle neredeyse agnostik bir tutum geliştirdi. Çünkü benzeşmeye hakkını verebilecek kadar soyutlanabilmek ya imkansızdır veya ona yakın derecede zordur. Her bireyin böyle bir tecerrüde istidatlı olması düşünülemez, böyle bir yolu yürümek herkesin nasibi değildir. O zaman İbn Sina'nın Tanrı'nın bilinmesi hakkındaki meşhur tespiti burada anlamını bulur: 'Yüce Tanrı her insanın kendisine varabileceği bir mertebede bulunmaktan münezzehtir.'
Böyle olunca 'gücü ölçüsünde benzemek' tabiri neticesiz talebe dönebilir. İbn Sina böyle demez, fakat dediği oraya varır: Tanrı'ya benzemek neticesiz bir talepten öteye gitmez. İbn Sina'nın dile getirdiği istisna felsefenin sınırlarını ve cazibesini gösterir: 'Tanrı'ya ancak bir kişi, sonra başka bir kişi ulaşabilir.' Bu cümle zamanla bir çok kelamcı hatta sufi tarafından peygamberi anlatan bir ifade olarak kabul edilmiş olsa bile, gerçek öyle değildir. İbn Sina filozoftan söz ediyor, fakat işin esas kısmı bunun sonucunda ortaya çıkar: İnsanın felsefe yapmasının amacı filozofa, yani benzeme yolculuğu az çok amacına ulaşmış kişiyi taklide dönüşür. O zaman felsefe yapmak, kadim zamanlarda, filozofu takip etmek, onun yönteminde yürümek, kısaca ona benzemek demektir. Felsefe filozofa benzemeye çalışmak ise amacımız gerçekçi bir zemine inmiş, hedef küçültmüş olduk demektir. İbn Sina insanın benzemenin sonucunda 'insan rab' haline gelebileceğini söylerken de felsefe yapan bu tek filozofu kast ediyordu.
Dinde de insan ve Tanrı ilişkisi benzerlik üzerinden tesis edilir. 'Allah insanı kendisine halife olarak yaratmıştır' ilkesi bu ilişkinin sınırlarını belirleyen bir ifadedir. Tanrı insanı kendi suretinde yaratmışsa, arada ontolojik veya epistemolojik bir ilişki kurulmuş demektir. Bunu teyit eden bir hadis ise 'Tanrı insanı kendi suretinde yarattı' hadisidir. O zaman ayet ve hadis insanın amacını bize gösterir: İnsan suretinde yaratıldığı Tanrı'ya göre ahlaklanacak, O'na benzemekle var oluşuna hakkını verecektir. İnsan Tanrı'ya benzemekle O'nu tanır, O'nu tanıdıkça daha çok benzeme arzusu ortaya çıkar.
Kelam gelenekleri benzerlik ilişkisini daraltarak Tanrı ile insan-alem ilişkisini karşıtlık ilişkisine döndürmek istemiş, 'muhalefet li'l-havadis' yani yaratılmışlara benzememeyi Tanrı'nın niteliği saymışlardır. Fakat onlar bu kez Tanrı'nın şeriatını benzemenin zemini kılarak işi başka bir noktadan kurmuşlardır.
Bazen benzerlik iki şey arasında bir cazibe nedeni haline gelir, benzediğimiz kimseye ilgi duyar, gereğini yapmasak bile onunla olmak veya onun gibi olmak isteriz. İnsan ile Tanrı arasındaki ilişkinin kurulabileceği özelliklerden birisi insanın içindeki üstünlük ve büyüklük duygusu olabilir. Sufiler insan içindeki büyüklük duygusunun Tanrı'nın suretinde yaratılmış olmaktan geldiğini söyler. Bu sayede büyüklük duygusu ile onun istilzam ettiği istiğna Tanrı'ya yönelmenin nedeni olabilir. Büyüklük duygusu istiğna doğurmaz da öteki insanlar ilişkide bir paye yarışına dönerse o zaman insan yeryüzünde büyüklük taslamakla ömrünü tüketebilir. Benzerliğe hakkını vermek büyüklüğün iktiza ettiği yolu yürümekle ilgilidir.
Hz. Peygamber'e 'İnsan birini sever de onun yaptığını yapamazsa ne olur' anlamında bir soru sorulunca Hz. Peygamber şöyle der: 'Kişi sevdiğiyle beraberdir.'
İşte sünnetin bereketi budur: Benzemenin gerektirdiği zahmete katlanmadan sadece 'seviyor' kalmakla sevilen gibi olmak, sevdiğiyle beraber bulunabilmek, imanın iktiza ettiği bir berekettir.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Kimse hafız değildir: Bir Bektaşi fıkrası (28.12.2022)
- Bektaşi Fıkraları, Türküleri (26.12.2022)
- Mevlana’nın metinlerinde karşıtlıklar (21.12.2022)
- ‘Zıddıyla Düşünmek’ Yanılgısı (19.12.2022)
- Leyleğin ömrü neyle geçer? (13.12.2022)
- Ene’l-Hak: Birinci Tekil Şahıs Olarak Tanrı’yı Tefekkürde Kendini Bilmek (28.11.2022)
- Zamirler: O, Sen ve Ben (22.11.2022)
- Modern Dünyanın Mümeyyiz Vasfı: Münafığı Olmayan Bir Çağ (20.11.2022)