Ekrem Demirli

Yanan çarşıdan geri kalan dükkan: Cüneyd-i Bağdadi’den bir hikaye

Bağdat'ta çıkan bir yangında çarşıdaki dükkânlar yanmış. Dükkânlar arasında tasavvuf yolunun kurucu piri büyük sufi Cüneyd-i Bağdadi'nin de dükkânı varmış. Cüneyd çarşıya doğru yürürken birisi ona doğru koşmuş, 'Efendim! Çarşıdaki dükkânlar yanmış' demiş, akabinde ise 'senin dükkânın yanmamış' diye müjdeli haberi vermiş. Bu 'müjde' üzerine Cüneyd-i Bağdadi gayr-i iradi bir refleksle 'Allah'a şükür' diye cevap vermiş.

Hikâyenin buraya kadarki kısmında dikkatimizi çekebilecek bir şey yok, benzer durumlarda her insanın yapabileceğini Cüneyd yapmış, umumi bir sınavda payına düşen nimete şükürle karşılık vermiştir. İyi veya kötü hadiseler karşısında insanın Allah'ı hatırlaması, O'na sığınması veya şükürle karşılık vermesi dinin insandan beklediği bir görev, daha doğrusu insan hakkındaki tespitidir. İnsan ile Tanrı ilişkisi en çok sıra dışı anlarda kendini dışa vurur, Tanrı ile insan arasındaki irtibat, insan varlığını sarsan böyle anlarda keşfedilir. Gerçekte bu esnada fark edilen bizzat yaşamanın kendisi ve var olmanın derinliğidir. Tanrı ile ilişki ise bu idrakin bir tecellisi olarak tecrübe edilir. Bu nedenle insan sıkıntılar, felaketler karşısında Allah'a yönelir, O'na iltica eder, O'na dua eder, bazen de şikâyet ve sitem eder veya hikâyede olduğu gibi şükreder.

Bu nedenle hikâyeyi anlatılmaya değer kılan buradaki şükür değildir, bundan sonra Cüneyd'in söyledikleridir: Cüneyd-i Bağdadi der ki: 'Bu şükür üzerine otuz sene boyunca kıldığım namazları kaza ettim.' Bir insan şükre niçin pişman olur, bir insan pişmanlığına karşılık kılınmış namazları neden kaza eder? Hikâyeyi değerli kılan yer burasıdır.

Kur'an-ı Kerim'de namazdan insanı kötülüklerden alıkoyan, dolayısıyla onu daha iyi davranışlara sevk eden mücbir bir ibadet gibi söz edilir. Bu bakımdan Cüneyd'in yaptığı yanlışı namazındaki eksikliğe bağlaması anlaşılır görünüyor. Cüneyd bunca zamandır kıldığı namazın içindeki mal sevgisini ortadan kaldırmasını ummuş, böyle kritik bir anda tamahkârlık nüksedince eksiğini namazlarını ifa etmemiş olmada görmüş demek ki. Haddi zatında namazda okunan Fatiha suresi iktidar ve gücün sahibini insana hatırlatarak içimizdeki mülkiyet arzusunu tezyif eder, bizi mal sevgisinden ve tamahkârlıktan özgürleştirerek ayakta tutar. Bu itibarla büyük amaçlar taşıyan bir insan için mal sevgisi ve dünyevi tamahkarlık, özgürleşilmesi gereken tehlikeli bir bağdır. Öte yandan namaz aynı zamanda bir cemaat eylemidir, müminlerin birçok durumda beraberce yerine getirdikleri bir ibadettir. Her ne kadar bu cemaat içinde insan 'birey' olarak hareket ediyor olsa da, namazın ötekini anlamada ciddi bir rolü vardır. Oruç ile karşılaştırıldığında, oruç gizli ibadet iken (insan söylemedikçe oruçlu olduğunu kimse bilmez) namaz oruçta saklanan hali ifşa eden dış ibadettir (dışardan bakan bir insan namaz kıldığımızı anlaması gerekir). O zaman namaz öteki insan ile ilişkileri düzenleyen, onu sevmeyi, onunla hemhal olmayı iktiza eden bir ibadet olarak düşünülebilir. Bu bakımdan namaz toplumu cemaat, cemaati ise bir birey haline getirerek insanın insan ile ilişkisini en ileri noktaya taşır. Bu yönüyle namazın insanda inşa edebileceği ahlak sevgi olabilir. İşte Cüneyd bir yandan kendisini tamahkarlıktan alıkoymayan öte yandan öteki ile hemhal eylemeyen namazı, kaza edilmesi gereken namaz diye görmüş olmalıdır.

Büyük hadiseler ve toplumsal olaylar karşısında insan önce kendi dükkânı ile yanan çarşı ikilemi arasında kalıyor, Cüneyd'in hikâyesini hatırlıyor: Deprem haberini alınca insan içgüdüsel bir yönelimle önce tanıdıklarına bakıyor, onlar arasında ölen, kalan var mı diye yokluyor, sonra kademeli bir şekilde hadiseye yaklaşıyor veya hadiseden uzaklaşıyor.

Ahlakın teşekkülü dikkatimizi biyolojik ve bedensel olan bağlardan daha akli ve daha ruhsal olan bağlara taşımakla ortaya çıkıyor. Günümüzde bedensel ile ruhsal olan şeklinde keskin bir ayrım kabul edilmeyebilir fakat biz ikilemi 'dükkân' ile 'çarşı' ikilemi şeklinde ele alabiliriz. İnsan kendi dükkânı kadar çarşıdaki öteki dükkânlar hakkında endişe duymaya başladığında ahlaklı davranmaya başlamış demektir. İç güdüler, biyolojik dürtüler, bizi gerçekte insan kılmaz, bunlar, bütün canlılarda bulunan ve varlıklarını korumaya katkı sağlayan unsurlardır. İnsan, güdüleriyle araya mesafe koyduğu ölçüde akıl kendini göstermeye başlıyor, insanlık değerlerine yaklaşıyor, burada ilerlediği ölçüde de insan olabiliyor. O zaman aklımız olduğu kadar insan, insan olduğumuz kadar ahlaklı olabiliyoruz.

Toplumlar hakkında konuşmak, onlar hakkında tespitler yapmak zor, müspet veya menfi değerlendirmelerin hakikatle bağını kurmak imkânsız görünüyor. Hatta insanın kendisi hakkında kesin hüküm vermesi bile birçok durumda hakikatle bağdaşmayabilir. Bunun nedeni hadiselerle karşılaşmalar esnasında kimliğimizin yeniden inşa edilmiş olması, içimizde saklı yeteneklerin veya zaafların ortaya çıkmasıdır. Yaşanan hadiselerde en çok şaşırma hali dile getiriliyor, toplum hakkında daha iyimser, daha güçlü değerlendirmeler yapılıyor. Bunların önemli bir kısmı doğru olabilir, fakat böyle durumlarda bir bilgelik istinbat etmek gerekiyor: İnsan hakkında konuşurken kesin hükümlerden sakınmak! Sofokles; 'Kimsenin son halini görmeden hüküm vermemek lazım' demişti, uzun yıllar öncesinde. Galiba insan kendisi de dahil olmak üzere bu bilgeliği hatırda tutmaya ihtiyaç duyuyor. İçimizdeki iktidar dürtüsü bizi hüküm vermeden, hele hele kesin hüküm vermeden alıkoymaz. İnsanız ve mutlaka hüküm vermek isteriz, hüküm verirken, yargılarken hükümran olmak isteriz, gücümüzü dilimizde taşımak isteriz. Fakat yine de iyiler ve kötüler şeklindeki hükümlerde birbirine yakın ölçülerle hüküm vermek tavsiye edilebilecek bir tutumdur. Akılda tutmak gerekir ki ne iyiler çok iyidir ne kötüler çok kötüdür. İnsan yeryüzünde temel önceliği olarak kendi varlığını korumaya çabalayan, tehdit ve sıkıntı durumlarında dürtüleri öne çıkan, güvenlik anlarında ise gücünü göstermek üzere iyiliğe yaklaşan bir varlıktır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.