Bir Menkıbede Hacı Bektaş-ı Veli: Ateşi Ağaca Döndürmek ve Nefs Terbiyesi
Menkıbeye göre Lokman-ı Perende Hacı Bektaş'ta gördüğü yetkinliği izhar etmek üzere 'burası ikimize dar gelmeye başladı, sen başka bir ile göç et' diye emretmiş, ocaktan aldığı közü uzağa fırlatarak Hacı Bektaş'ın gidebileceği istikameti tayin etmişti. Hacı Bektaş-ı Veli 'güvercin donuna girerek' közü takip etmiş, düştüğü yere konmuş, oraya yerleşmiş fakat bir şey daha yapmış: Közü toprağa 'dikmiş', közden bir dut ağacı çıkmış, ateşten yeşillik doğmuş, böylece tarih boyunca geniş bir coğrafyada etkinliğini sürdürecek olan Hacı Bektaş-ı Veli'nin ve Bektaşiliğin istikameti belli olmuştu. Ateşten hayatı çıkartmak, ateşi ağaca -şecere- döndürmek, ateşin temsil ettiği heva ve hevesi terbiye ederek onları bereketli ağaçlara çevirmek!
Evvelemirde menkıbeyi doğru kabul edersek, Perende ile Hacı Bektaş-ı Veli'yi celal ve cemal tecellilerinin mazharı gibi düşünmek mümkündür: Perende'de tecelli (belki o anda sadece) ateş ile -Hz. Musa'nın gördüğü ateşe varıncaya kadar celali tecelliyi anlatan bir tabir-, Hacı Bektaş'ta ise cemal tecellisi ağaç şeklinde ortaya çıkıyor. Bu durumda Hacı Bektaş ve Lokman Perende Hz. Musa ve Hz. Harun gibi iki farklı hali temsil ediyor olmalıdır. Menkıbeyi anlatan alevinin söylediğine göre, Hacı Bektaş'ın Perende'ye biraz sitem ettiğini, yolu bu istikamette değiştirdiğini, 'biz ateşi ağaca döndürürüz' mealinde sözler söylemiştir. Celal ve cemal Tanrı'nın tecellisinin iki tarzı diye kabul edilir, bununla birlikte iki tarzı birbirinden ayrıştırmak mümkün değildir. Celal zata ait nitelikler, tenzihi hükümlere işaret ederken cemal ise aleme ve insana dönük olanı anlatır. Sufiler 'celal tecellisinin arifin belini bükmesinden (Konevi ve İbnü'l-Arabi'nin zikrettiği bir tabirdir)' cemal tecellisinin ise gönüldeki umudu onarmasından söz ederler. Tanrı celal ile tecelli ettiğinde arif korkar, umutsuzluğa kapılır, bize tenezzül etmeyen Maşuk karşısında toprak olmayı diler. İnsanın en büyük korkusu, bu yoruma göre, celal tecellisinin neticesinde vasıl olamamak, O'nsuz kalmaktır.
Doğrusu menkıbede üzerinde durulması cazip kısım güvercin donu meselesi olmalıydı fakat dikkatimi başka bir husus çekti: Öyle ki menkıbeyi dinlerken dikkatim güvercin donuna girme bahsine odaklandı, sonunda 'ateş ektim, ağaç çıktı' mealindeki cümleye gelince hikâyedeki paradoksal kısmını fark ettim: Menkıbenin bu kısmında hatıra gelen bir ayet-i kerime olmalıdır. Ayet-i kerimede 'Sizin için yeşil ağaçtan ateş çıkartır' denilir. Menkıbenin bu ayet-i kerimeyle doğrudan veya dolaylı ilgisi varsa, ayet-i kerimeyi 'ağaçtan çıra bulmak' gibi çoban yorumunu aşarak daha Musevi bir yorumla ele almak gerekebilir.
Klasik doğa teorisi unsurlar nazariyesi üzerine kuruludur: Basit akıllar ve mutlak basit-bir Tanrı karşısında bileşik olmak, bir eksiklik ve zaaf halidir ve eksik varlıkları oluşturan şey terkip, yani unsurların farklı ölçülerdeki bileşimidir. Bu itibarla bileşimi var eden itidal yani ahenk ve uyumdur. Klasik felsefedeki doğa teorisinin en önemli kavramı itidal olduğu kadar -ki itidal birlik ile eş anlamlıdır- buradan itidal ahlaka taşınmış, ahlakın kurucu kavramı haline gelmiştir. Sufilerin ahlakı kimya-i saadet (kimya diye yazılır, bazen simya diye okunur) yani doğa bilimlerinden birisinin ismiyle isimlendirmesinin nedeni 'itidal' kavramının doğa bilimlerinden aktarılmış olmasıdır. Unsurlar dereceli bir şekilde birbirlerinden çıkarlar ve birbirlerini ihtiva ederek yeni ve sonsuz terkipler oluştururlar. Bu teori içinde başkalaşmalar bir yapının çözülmesiyle yeni terkibin oluşması tarzında süre gelir. Bütün unsurlar feleklerin etkileriyle ortaya çıkarlar. Bu bakımdan unsurlar teorisi kevn ve fesat yani oluş ve bozuluş âleminin yapı taşlarını teşkil etse bile göklerle yeryüzünün ilişkisi unsurlar üzerinden kurulur. Mesela ateş ve hava göğe doğru gider. Unsurlar hakkında söylenebilecek birçok mesele olmakla birlikte üzerinde durmamız gereken konu unsurların birbirlerini içermesidir. En azından menkıbede dile getirilen konu burayla ilgilidir.
Bazı yorumculara göre unsurların esasında su bulunur. 'Her şeyin sudan yaratılması' bu anlamda yorumlanagelmiştir. Su katılaşınca toprağa, seyrekleşince hava ve ateşe dönüşür. Demek ki unsurlar gerçekte bir tanedir ve bir unsur farklı suretlerde gözükmüştür. Bu durumda her unsur ötekini içerirken birbirine dönüşebilme kevn ve fesat aleminin temel niteliğini teşkil eder. Zaman içinde sufiler, bu teori üzerinden bilgi anlayışlarını temellendirecek, insanın küçük bir alem olmasıyla aleme aşina olmasının irtibatını tespit edeceklerdi (hiç kuşkusuz teori Yeni Platonik dönemlere belki daha önceye kadar gider). O zaman menkıbede ateşin ağaca dönüşmesi, yeşil ağaçtan çıkan ateş gibi, unsurlar arasındaki tahavvülü anlatır. Fakat bu tahavvülü kim nasıl yapmıştır? Bu tahavvülü alemin ilkelerini bilen, alemde tesir ve tasarruf gücüne ulaşmış birisi yapabilir: Bu durumda Hacı Bektaş-ı Veli alemde tasarruf sahibi olmak makamına ermiş, kemale ulaşmış, ateşleri ağaca döndürebilme seviyesine varmış demektir. Ateşi ağaca döndüren biri "heva/arzu gücü ateşini" söndürebilme, "doğa ateşinden hayatı çıkartabilme" derecesine varmış olmalıdır. Belki de Lokman Perende'nin talebi de buydu. Daha sonra başka bir menkıbeye göre Hacı Bektaş Yunus Emre'yi Taptuk Emre'ye gönderdiği gibi Perende de onu gönderiyor, Hacı Bektaş yolculuğun sonucunda gönderilmenin sırrını çözüyor, ateşi ağaca döndürmek ile insanları terbiye etmek arasındaki bağı keşfediyor, dergâhını buraya kuruyor.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Karşıtlık (16.08.2023)
- Hac ve Sembol: Şeytanı Taşlamak (27.07.2023)
- Arafat’ta Durmak: Dağda Rahmet Beklemek (26.07.2023)
- Hac ve Tavaf: Unutmak-Hatırlamak Üzere Dönmek (26.06.2023)
- Hac: İhramı Bürünmek veya Elbiseden Soyunmak (25.06.2023)
- Hac: Zaman ve Mekan (20.06.2023)
- Hac: Yol, Yolculuk ve İnsan (18.06.2023)
- Meşakkatle Saklanmış Bir Mana Olarak Hac (13.06.2023)