Hislerimizin eti, kanı, canı var. Yani her şey sadece içimizde olup bitmekle kalmıyor; basbayağı elle tutulur, gözle görülür şeyler olarak hisleniyoruz... İçimiz üşürse, tıpkı dışımız gibi, bütün sıcaklıklar iyi geliyor; çorba, soba, sıcak bir sohbet, vd. İki adımda bir yeni açılmış ve hınca hınç dolu bir tatlıcı dükkanıyla karşılaşmış olmamızın altında belki kendimizi sık sık "tatsız" hissetmemiz ve buna çare arayışımız yatıyordur... Hislerimizi daha çok mecazlarla anlatıyoruz ya, şimdi bu söylediklerime de "altı üstü mecaz" diyecekler çoktur. Ama ne mecaz değil ki? Tamam, tamam! Derin bir dil felsefesi tartışması açmayacağım. Epey önce bu köşede biraz bahsettiğim Chen Bo-Zeng'in bir deneysel psikoloji çalışmasından söz edip konuyu kapatayım: Kendini "kirlenmiş" hisseden ya da ciddi bir ahlaki yanlış yapmış olduğunu düşünen günümüz insanı hemen duşun altına koşuyor, sudan çıkmak bilmiyormuş...
Mecidiyeköy'deki Pilevneli Galerisi'nden içeri girince hemen fark ediyorsunuz; kalabalık iki işin önünden ayrılamıyor. Biri tabii ki, Refik Anadol'un "Boğaziçi" adlı görseli.Tıpkı geçen yılki "Eriyen Hatıralar"da olduğu gibi hareket eden mavilik ve beyaz köpüklerden gözünüzü alamıyorsunuz. Diğer çarpıcı iş Daniel Firman'ın dev fili... Tabii sergide günümüz sanatının alışıldık görüntülerine, yani ziyaretçiyi kafaya alıyormuş hissi uyandıran işlere de rastlıyorsunuz. Onlara aldırmayın! Sergi 27 Ocak'ta kapanıyor.
Müzik güzel şey... Bazı müzikler sadece güzel olmakla kalmaz, bizi derine çeker; yeryüzündeki gurbetçiliğimizi hatırlatır ki, o ayrıdır... Fakat müziğe takılıp kaldıkça, aklımızı müzikçalardaki melodilere taktıkça, yeryüzünde dinlenecek başka güzel şeylerin varlığını unutuyoruz. Bir kedinin gurultusunu mesela, durup uzun uzun dinlemeli. Güven duygusu ve şefkat üzerine ne dersler taşır o gurultu!
Haşmet Babaoğlu -Sabah