Damda deve aramak mı kolay, karanlıkta iğne aramak mı?
Evet, soru çok açık sanırım. Nasreddin Hoca'nın yaptığı mı, yani karanlıkta iğne veya yüzük aramak mı daha zor, yoksa İbrahim Edhem'in sarayının bacasında devesini arayan adamın yaptığı mı? Karanlıkta iğne bulunur mu? Veya sarayın bacasında deve aranır mı?
Eh biri Nasreddin Hoca, diğeri de Attar'ın Tezkire'sinde ve Mesnevî'de geçiyor. Demek ki bir hikmeti var. Hikmeti ne olabilir? Gelin birlikte düşünelim. Ama öncesinde fıkrayı ve menkıbeyi hatırlayalım. İlk olarak Nasreddin Hoca fıkrası.
İÇERİSİ ÇOK KARANLIK
Hoca, bir gün, bir rivayete göre evinin içinde yüzüğünü kaybetmiş; bir rivayete göre de samanlıkta iğnesini kaybetmiş, aramış, aramış, bulamamış. Bu sefer evin önüne çıkmış ve yüzüğü orada aramaya başlamış. Hoca'nın bu halini görenler sormuşlar:
- Hocam, ne yapıyorsun?
- Yüzüğümü arıyorum.
- Nerede kaybettin? Söyle de biz de arayalım.
- Evde.
- İlahi hocam, insan evde kaybettiği yüzüğü dışarıda arar mı?
- İçerisi çok karanlık o yüzden dışarıda arıyorum.
Saçma bulanlarımız olabilir. Ama İsmail Emre bulmamış ve fıkradaki hikmeti bize açıklamış. Yorumu şöyle:
"Hoca, içeride kaybettiği yüzüğü, dışarıda bilhassa aramıştır ki bu acayipliği görsünler de sebebini sorsunlar. Hoca'nın hareketlerini seyredenler, aldıkları cevaba sadece gülüp geçmeselerdi, yani Hoca'ya 'Senin bu hareketlerinde ve sözlerinde bir hikmet var ama biz anlayamıyoruz; bize bunu anlatır mısın?' deselerdi, ihtimal ki Hoca, kendilerine şöyle bir şey söylerdi:
- Yüzük, hepimizin aradığı hakikat bilgisi, Allah bilgisidir. Bu, hepimizin malıdır ve kaybettiğimiz bir maldır. Onu nerede bulursak alırız. Ev; kitapların ve bazı inanışların dar çerçevesidir. O dar çerçeveden güneş ışığına çıkmayınca yüzüğü bulamayız. Kitap bize bu gerçek bilgiyi gereği gibi öğretemez. Anlayamadığımız bir sözü kitaba sorsak, kitap onu bize izah edebilir mi? Edemez. Onun için mutlaka canlı bir kitap, yani kâmil bir mürşid bulup müşküllerimizi ona sormalıyız."
İsmail Emre, fıkrayı böyle yorumlamış. Evet, karanlık yerde kaybettiğimizi aydınlıkta aramak garip gelebilir. Ancak mana alemi, hakikat karanlıktır. Kaybettiğimiz ise kendimizdir. Kendimizi bulmak için de şehadet alemine, yani dünyaya, aydınlığa ihtiyacımız vardır. Biz, bu dünyada, karanlıkta yani gayb aleminde kaybettiğimizi arayıp bulmak için bulunuyoruz.
DAMDA DEVE NE ARAR?
Gelelim İbrahim Edhem'in devecisine. Menkıbe Attar'ın Tezkiretü'l-Evliyâ'sında ve Mevlana'nın Mesnevî'de geçer. Bu menkıbe çok açık.
Zühd yoluna geçişiyle ilgili nakledilen bir hikaye de şöyledir: Belh hükümdarı bulunduğu sırada bir gece tahtı üzerinde uyuyakalmıştı. Gece yarısı olunca sanki dama biri çıkmış gibi tavan sallandı. İbrahim b. Edhem bağırarak:
— Kim o?
— Tanıdık biriyim. Devemi kaybettim, burada onu arıyorum.
— Hey şaşkın! Ne diye damda deve arıyorsun, damda deve ne gezer?
— Ama ey gâfil! Sen Allah'ı altın taht üzerinde ve atlas elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acayip?
İbrahim b. Edhem'in bu sözden dolayı kalbinde bir heybet hasıl oldu, kalbinde bir ateş zuhur etti. Tefekküre daldı. Ertesi gün ileri gelen devlet adamlarına yemek verdiği sırada karşısına fütursuzca bir adam geldi ve İbrahim b. Edhem'e bulundukları kervansarayda kalmak istediğini söyledi. İbrahim b. Edhem oranın bir kervansaray değil kendi sarayı olduğunu söyleyince, adam sarayın sahibinin kim olduğunu sordu. İbrahim b. Edhem:
- Ben.
- Ondan önce kimindi?
- Babamın, ondan önce falan zatın, ondan önce de falan zatın oğlunun idi, deyince, adam:
- Bu nasıl bir kervansaraydır ki biri gelmede biri gitmede.
Dedi ve saraydan ayrıldı. İbrahim b. Edhem bu olayların etkisiyle şaşkın bir haldeydi. Adamın arkasından gidip kim olduğunu sordu ve o kişi, kendisinin Hızır olduğunu söyleyince İbrahim b. Edhem, eve gidip gelmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Hızır "Bekleyemem" dedi ve gitti. İbrahim b. Edhem ava gitme kararı aldı ve av sırasında hafiften bir ses duyarak tacını tahtını terk edip yollara düştü.
Demek ki bazen bize nasıl arayacağımızı gösterirler. Eğer gördüklerimizden bir şey anlamaz isek bu sefer kalkıp gelip söylerler. Tâ ki hakikâti anlayalım.
İki önemli husus var. Onları da arz edip çekileyim. İlki herkese gelmiyor. Deveci, dünya saltanatı içinde Allah'ı arayanlara geliyor. İkinci husus İbrahim Edhem'in verilen mesajı alması.
Şu fani ömrümüzde kim bilir bize ne mesajlar geliyor ne davetler alıyoruz. Ama gözlerimiz kapalı ve kulaklarımız sağır olduğu için maalesef duyamıyoruz.
Allah gönül gözü ve kulağı açık olanlardan eylesin. Konu ile ilgisi olup olmadığını pek bilemedim ama hem Nasreddin Hoca hem de deve geçince aklıma bir fıkra geldi. Müsaadenizle onu da anlatayım.
Nasreddin Hoca bir gün vaaz ederken:
- Ey cemaat-i müslimîn! Hak Teâlâ'ya şükredin ki deveye kanat vermemiş. Eğer vermiş olsaydı evlerinize yahut bahçelerinize konarak başlarınıza yıkardı, demiş.
Develerin kanatları olmadığına ve deve kuşlarının da uçmadığına şükredelim.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Şiir, olmayan edebi sanatlar üzerinden açıklanabilir mi? (08.06.2022)
- Hz. Musa yaşadı mı? (03.06.2022)
- İlahiyat Fakültesi ile İslami İlimler Fakültesi arasında fark olmalı mı? (01.06.2022)
- İksîr-i a’zâm, bâde-i muazzamsın sen ey çay (28.05.2022)
- Allah’ın nimeti çoktur amma çay gibisi yoktur (24.05.2022)
- Öğrenciler hangi şehirlerde okumayı tercih ediyor? (20.05.2022)
- Yolum Allah demeyince (17.05.2022)
- Üniversite ile ilgili söylenen iki şehir efsânesi (13.05.2022)