Bir konuda genelleme yapmak son yılların âdeti oldu. Bir resme bakıp genel çıkarımlarda bulunmak, bir olayı görüp genel kanaatler serdetmek, bir sözü alıp genel hükümler vermek sosyal medya yaygınlaştıktan sonra vak'a-yı adiyeden oldu. Defalarca verilen hükümlerin ve görülen resmin yanlış ve hatalı çıkmasına rağmen belki hoşumuza gittiği için, belki işimize geldiği için belki de düşünmeden konuşma alışkanlığımızdan dolayı her seferinde gerçekmiş gibi kabul edip hükmümüzü veririz ve çoğu kere de mahcup oluruz.
Üniversite hakkında konuşanlar da bir olaydan yola çıkıp genelleme yapabiliyorlar. Üniversite ile ilgili söylenen ve şehir efsanesi haline gelen iki kanaati hemen örnek olarak verebilirim. İlki eskiden üniversiteler çok iyiydi, şimdi çok kötü. Diğeri, devlet üniversiteleri iyidir, vakıf üniversiteleri kötüdür.
Gerçekten öyle mi? Ben bizzat gördüğüm ve işittiğim iki örnek üzerinden bu iki söylentinin doğruluğunu sorgulamaya çalışacağım.
Üniversiteler eskiden daha iyi idi
Çok değer verdiğim bir büyüğümden dinlediğim bir olayı size nakledeceğim. Sene 1980'ler, yer ülkemizin köklü üniversitelerinden biri. Kravatsız ve tıraşsız derse girilmediği vakitler. Kravatsız gelmek belki en zararsızı. Çünkü sabah traş olacağım diye yüzünü, ellerini kesenler, gömlekleri kan içinde kavgadan çıkmış gibi gelenler de vardır ama onların kravatları olduğu için birkaç kan damlası kimseyi rahatsız etmez.
Aynı evi paylaşan iki arkadaş derse yetişmek için apar topar hazırlanıp evden çıkarlar. Biri yanına aldığını sandığı kravatı bulamaz ve takamaz. Arkalara geçer, saklanırım, hocaya görünmeden dersi dinlerim, der ve amfiye girer.
Hoca derse girer, bir müddet sonra kravatsız olan öğrenciyi fark eder. Hiddetle ve şiddetle "Çık dışarı" diye bağırınca sınıftakilerden biri dayanamaz ve hocaya;
- Hocam, arkadaşımızı neden dışarı çıkarıyorsunuz? İlla çıkması gerekiyorsa neden bağırarak söylüyorsunuz?
Hocanın gösterdiği tepki soru sormaktır:
- Senin adın ne?
Sen de arkadaşınla birlikte çık der ve iki arkadaş dersten atılır. Dönem sonunda sınavlar sözlüdür ve tek hoca tarafından yapılır. Hoca yurt dışına çıkar ve sınavı asistanı yapar. Arkadaşını savunmak için hocaya itiraz eden abimiz de sınava girer ve sınav başarılı geçer. Çıkarken adını sorar. Adını söyler söylemez asistanın eli titrer, sesi çatallaşır ve "Seni geçiremem, hoca gitmeden senin adını verdi, kalıyorsun, eylülde gel." der.
Derse kravatsız gelen öğrenci geçer ve mezun olur ama onu savunmak için hocaya soru soran öğrenci eylüle kalır. Eylülde hoca gelir ve yine bırakır. Arkadaşları mezun olup görev alırken o, ders ikinci dönem olduğu için bir yıl daha beklemek zorundadır. Çünkü kalınan derste o zamanlar devam mecburiyeti vardır.
İkinci sene dersleri düzenli takip eder ama yine hem haziranda hem eylülde kalır. Daha doğrusu hoca geçirmez. Sınavla ve çalışmakla ilgili değildir sorun. Hoca takmıştır ve öğrencinin burnunu sürtecektir. Üçüncü sene olur ve abimiz, bir sene daha ailesinden uzakta, babasının fedakarlıkları ile yaşar. Dönem biter, haziranda abimiz yine kalır ve eylül olur. Üçüncü senedir ve dersi veremezse okuldan atılacaktır. Eylülde gider ve yine kalır, hem de 49 ile. Durumu öğrenen hocalardan biri, bırakan hocanın odasını basar, ağzına geleni söyleyip tehdit ederek notunu 50 yapar ve abimiz atılmaktan kurtulup son anda mezun olur.
Bir gencin bugün haklı gördüğümüz ama o gün için hata olarak kabul edilen bir davranışının cezası bu kadar ağır mı olmalı idi? Ailesini perişan etmenin ve bir gencin hayatı ile oynamanın bu kadar sıradan olduğu bir sistem için iyi diyebilir miyiz? Bölüm başkanı ne işe yarar? Dekan bir saksı mıdır? Rektörlük ise o dönemlerde Olimpos dağından farksız, ulaşmak mümkün değil. O yüzden o bahse hiç girmeyelim.
Bu olayın istisna olduğunu düşünmeyin, ben sadece bir örnek verdim.
Vakıf üniversiteleri kötü
Bir diğer efsane vakıf üniversiteleri kötü, orada okunmaz, lakırdısı. Bu görüş özellikle devlet üniversiteleri hocaları arasında yaygın. Ben bir devlet üniversitesinde öğretim üyesiyim. Bir vesile ile bir vakıf üniversitesini ziyaret ettim. Biz, akıllı tahtamız var diye sevinirken gezdiğim üniversitede akıllı kürsü gördüm. Eğitim Bilgi Sistemi ile entegre olduğu için hoca yanında harici bellek götürmek zorunda değildi. Şifresi ile girdiğinde her şeyi kürsü üzerindeki dokunmatik ekrandan hallediyor, istediği notu veya sayfayı ekrana yansıtıyor. Biz derste USB çıkarıp takmaya, dosyayı açmaya çalışırken o üniversite hocası akıllı kürsü ile üniversitenin kütüphanesi ve açık erişimli kitapları, videoları dahil her şeye anında ve kolayca ulaşabiliyordu.
Üniversiteleri derecelendiren kuruluşların raporlarında Türkiye'nin ilk on üniversitesi arasında yarıdan fazlasının vakıf üniversitesi olması üzerinde nedense hiç durulmaz. Parayı bastırıp sıralamaya giriyorlar, diye düşünülür.
Oysa kazın ayağı hiç de öyle değildir. Vakıf üniversiteleri dünya ile rekabet etmek zorunda oldukları için daha iyi olmak zorundadırlar. O çalışmalar da üniversiteyi yukarı taşır.
Sözlerimi toparlayayım. Eskiden de kötü uygulamalar vardı, şimdi de var. Devlet üniversiteleri arasında başarılı ve başarısız olduğu gibi vakıf üniversiteleri arasında da başarılı ve başarısız olanlar var. Hatta dahasını söyleyeyim. Harcanan paralara ve verilen imkanlara bakarak değerlendirme yapılacak olsa vakıf üniversitelerinin devlet üniversitelerinden daha başarılı olduğu görülür.
Sorun; dün-bugün veya vakıf-devlet sorunu değildir, üniversitenin genel sorunudur.
İsmail Güleç