Peşinen söyleyeyim, İlahiyatçı değilim. "İlahiyatçı değilsin o zaman neden böyle yazı yazıyorsun?" sorusu aklınıza gelebilir. Haklısınız. Ancak tartışacağım konu ilahiyatın konularından biri değil, yükseköğretim kurumu olarak ilahiyat eğitimini tartışmaya açmak istiyorum.
Bu kısa ve zaruri açıklamadan sonra başlıktaki sorumuza gelebiliriz. Ama ondan önce de kısa bir açıklama. Ülkemizde aynı müfredata, aynı akademik örgütlenmeye sahip, mezunlarının aynı işleri yaptığı, üç farklı fakülte var. İlahiyat Fakültesi, İslami İlimler Fakültesi, Dini İlimler Fakültesi. Ve herkesin aklında olan ve cevabını kimsenin veremediği bir soru: Madem müfredatı, hocaları, öğrencileri aynı ise neden üç farklı isim altında açılmış?
Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Ama bu kendi içinde çelişik durumu bir imkana çevirmek elimizde. Nasıl mı? İzah etmeye çalışayım.
İlahiyat Fakültesi İslam Ansiklopedisi'nde din görevlisi, öğretmen ve ilâhiyat alanında araştırmacı yetiştiren, üniversiteye bağlı yüksek öğretim kurumu olarak tanımlanıyor. Bu tanıma göre ilahiyatlardan üç farklı meslek grubunda uzman yetişiyor.
- Din görevlisi: Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imam, müezzin, vaiz, müftü olarak görev yapmak.
- Öğretmen: Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı ilk, orta ve liselerde din kültürü ve ahlak bilgisi dersini öğretmek.
- Araştırmacı: Üniversitelerin başta ilahiyat fakülteleri olmak üzere uzmanlık alanına giren bölümlerde öğretim üyeliği yapmak.
Bir de iki yıllık Açıköğretim İlahiyat Meslek Yüksekokulu var. Bu ise daha çok kuran kurslarında yetişen ve dini eğitim alan kişilere yönelik açılmış, bir nevi onların yeterliklerini belgeleyen günümüze has bir kurum. İki yıllık bu okulu bitirip İlahiyat Fakültelerine uzaktan eğitim yoluyla devam edip mezun olma şansı da var. Ancak ilahiyat camiasının özellikle öğretim üyelerinin çok sıcak bakmadığı bir uygulama. Bu ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu ve halledilecek gibi de durmuyor. Biz yine konumuza dönelim.
İlahiyat fakülteleri bugün Türkiye'de en yoğun eğitim verilen ve hem sayı hem de saat bakımından en fazla dersin alındığı fakülte. Tıp Fakültesini istisna tutarsak ona en yakın olan Hukuk Fakültesi. İlginç olan ise üniversitelerin bu üç bölüm üzerine inşa edilmeleri. O da bahs-i diğer. Konumuzdan sapmayalım.
Bir ilahiyat öğrencisi, tefsir, hadis, İslâm hukuku, kelâm, İslâm mezhepleri tarihi, tasavvuf, Arap dili ve belâgatı; felsefe tarihi, İslâm felsefesi, din felsefesi, mantık, dinler tarihi, din sosyolojisi, din psikolojisi ve din eğitimi; İslâm tarihi, Türk İslâm Sanatları Tarihi, Türk İslâm Edebiyatı ve Türk Din Musikisi ana bilim dallarına bağlı yaklaşık kırk bilim dalında ders görüyor. Bu haliyle iyi bir ilahiyat öğrencisinin istediği takdirde sosyal bilimlerde çift dal yapamayacağı bir bölüm bulunmamakta. Bir şekilde sosyal bilimlerdeki her bölüm ile ilgili mutlaka bir ders görür.
Ancak bu kadar çok dersi verecek nitelikli hoca ve öğrenci bulmak her zaman mümkün olmuyor. Hele bir de neredeyse her ilde bir ilahiyat fakültesi açılınca. Ayrıca din hizmetlerini ifa etmek üzere yetiştirilen bir öğrencinin bu kadar dersi görmesine gerek olmadığını, bir diğer deyişle her mezunun üç meslek grubunun gerektirdiği kazanımlara ve yeterliklere sahip olmadığını da görüyor ve biliyoruz. Bu durumun sürdürülmesi de pek mümkün görünmüyor. O halde ne yapmalı?
Yükseköğretim ile ilgilenen biri olarak bir öneride bulunacağım. Üç farklı fakülte ve üç farklı meslek grubu olduğundan bahsetmiştik.
Dini İlimler Fakültesi: Bu fakülte Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde hizmet vermek üzere imam, müezzin, vaiz gibi din hizmetlerini ifa edecek kimseleri yetiştirir. Müfredat temel İslam ilimleri ve uygulama ağırlıklı olmalı. Bu okulda lisans üstü eğitim olmamalı. Her şehirde açılmasında mahzur yok. Çünkü her şehrin din hizmetlerini görecek görevlilere ihtiyacı var.
İlahiyat Fakültesi: Öğretmen ve araştırmacı yetiştirmek üzere kurgulanan ilahiyat fakültesi mezunları öğretmen ve araştırmacı olabilir. Bu fakültede temel İslam ilimleri dışında yer alan dersler ilgili fakülte ve bölümler tarafından karşılanmalı. Din sosyolojisine Sosyoloji, din felsefesine de Felsefe bölümünden o dersi verecek donanıma sahip hocalar girmeli. Diğer dersleri teker teker sıralamayım, onlar da aynı şeklide. Bu durumda bir ilahiyat fakültesi ancak büyük bir üniversitede olabilir. Dolayısıyla büyük üniversiteler dışındaki ilahiyat fakülteleri Dini İlimler Fakültesi'ne dönüştürülmeli.
İslami İlimler Fakültesi'ne gelince, bu fakülte daha çok lisansüstü eğitim ve araştırma yapmak üzere kurgulanmalı, ilahiyat ve dini ilimler fakültesinde hocalık yapacaklar mutlaka bu fakültede yetişmeli. İslami İlimler Fakültesinin sayısı ise üçü-beşi geçmemeli. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde il müftülüğü ve merkez teşkilatta uzmanlık isteyen kadrolara da İslami İlimler mezunları alınmalı.
Daha önce karşılaşmadığımız sorunlarla yüz yüze geldiğimiz dünyada sorunların üstesinden gelmek için ciddi araştırmalara ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyacı karşılamak da İslami İlimler Fakültesi bünyesinde yapılacak araştırmalara düşüyor. Disiplinler arası araştırmaların yapılacağı bu fakültede farklı disiplinlerden öğretim üyeleri de istihdam edilmelidir. Helal gıda laboratuarı, tıp, finasn, ekonomi, toplum ve farklı inançların iyice girift bir hal aldığı günümüzde dinin bu ihtiyaçlara cevap vermesi için yapılacak çalışmalara çok ihtiyacımız var.
Ben kabaca özetledim ve bir öneride bulunuyorum. Önerilerimin arkasında ülkemizdeki medrese tecrübesi ile üniversite geçmişinden uygulamalar var. Sözü uzatmamak için meselenin tarihine girmedim. Yazının konu üzerinde düşünmek ve tartışmak için bir zemin olmasını temenni ediyorum. Bilim, digital dünya ve sosyal hayat bizim peşinden yetişemeyeceğimiz bir hızda ilerliyor. Bu hıza ayak uydurmak ise tüm inananların sorumluluğu. Benim yaptığım da bir inanan olarak bu sorumlulukla ilgili endişelerimi paylaşmak.
Bu konuda bir şeyler yapmazsak yarın çok geç kalmış olabiliriz. İlgili kimseleri tartışmaya, düşüncelerini açıklamaya davet ediyorum.
İsmail Güleç