Cumhuriyet dönemi şairi, romancı, deneme yazarı, edebiyat tarihçisi ve profesörü Ahmet Hamdi Tanpınar'ı Huzur ve Beş Şehir kitapları ile daha çok Bursa'da Zaman şiiri ile biliriz.
Araştırmacılar, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın sanatında mükemmeliyetçiliğe önem verdiği üzerinde hemfikirdir. O anlam ve ses şairidir. Vezin ve kafiyeyi asla ihmal etmez. Onun hece ile yazdığı şiirler bile aruzla yazılmış intibaını uyandırır. Kusursuz yazmak, şairin dikkat ettiği önemli bir özelliktir.
Bir duygu adamı olan Tanpınar, şiirlerinde musiki, rüya, zaman, sonsuzluk gibi doğrudan ferdi ilgilendiren temaları işler. Bu temalarla ilginin doğal sonucu, onun şiirlerinde tabiat ve eşya, aydınlık-ışık, aşk, ölüm, korku ve rüya sıkça geçer. Kendi deyimiyle o şiirinde "dilde rüya halini kurmak"a çalışır. Şiir yoluyla zamanın ve mekânın dışına çıkmaya çalışır. Sanki bir şeylerden kaçıyor gibidir.
Onun şiirindeki tabiat ve eşya, olduğu gibi tuvale aktarılacak bir objeden daha çok onda uyandırdığı his ile yer alır. Sıradan bir manzara ve eşya onda olağanüstü bir değere ve anlama kavuşabilir. Bu durumu Mehmet Kaplan'dan nakledilen bir anekdotla açıklamaya çalışayım.
Tanpınar, her zaman birlikte yürüdüğü Mehmet Kaplan'a balkonda kendine bastondan at yapıp oynayan bir çocuğu göstererek sorar:
- Mehmet, bu çocuk ne yapıyor?
- Atçılık oynuyor hocam.
- Hayır Mehmet, o çocuk atına binmiş balkonu fethediyor.
Ondaki bu eşyaya karşı bir ressamda bile görülmeyecek derecedeki hassas bakış romanlarında ve şiirlerinde de görülür. Ben ondaki bu hassasiyeti bir şiirinden yola çıkarak farklı bir şekilde göstermeye çalışacağım. Edebiyat araştırmacıları, genellikle, şiirlerde olanlardan yola çıkarak şairlerini değerlendirir. Ben farklı bir yol izleyeceğim, şiirde olmayanlardan yola çıkarak Tanpınar'ı anlamaya çalışacağım.
Onun Her şey yerli yerinde isimli şiiri, şairin eşya, aydınlık-ışık, aşk, ölüm, korku ve rüya motiflerinin geçtiği güzel bir şiirdir. Hatırlayalım:
Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi
Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.
Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların âleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.
Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.
Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgârda
"Her şey merkezinde" diyen Merkez Efendi gibi Tanpınar da baktığında her şeyi yerli yerinde görüyor. Belki bizim baktığımızda bir zamanlar birilerinin yaşadığı ama şimdi harabe olarak niteleyeceğimiz bir eve ve eşyaya şairce anlamlar yükleyerek duygularının bir parçası haline getirmesini görüyoruz. Evi ve eşyaları bulunduğu mekân ve zamandan çıkartıp sonsuz bir mekân ve bitmeyen bir zamana taşıyor. Bu masalımsı şiiri okurken şair ile birlikte biz de kayboluyoruz. Türkçe ile sihir yapılabileceğini gösteren bir sihirbaz gibi var olan nesneleri bize çok farklı bir surette göstermeyi başarıyor.
Edebi sanatlar
Şiir ile ilgili çok şey söylenebilir ancak ben şiirde bulunmayan edebi sanatlara bakarak şairi tanımaya çalışacağım. Bir şiirden yola çıkarak genel hüküm vermenin doğru bir yöntem olmadığını biliyorum. Bizimkini bir deneme olarak kabul edin lütfen.
Şiire göz attığımızda teşbih, istiâre, tekrir, mecaz, tecâhül, tenasüp, tezat, iştikak, redd-i matla, hüsn-i ta'lil, istihdâm, cem, iltifat sanatlarını görüyoruz. Ancak müşâkele, sihr-i helâl, idmâc, te'kidü'l-medh ve zemm, tevcih, kinâye, mezheb-i kelâmî, irsâd, reddü'l-acüz, iktibas, tazmin, telmih, mübalağa, cem maa't-tefrik ve taksim, rücu, tenkisü's-sıfat, leffüneşr, rücu, cinas, tarsi, mukabele, tariz, telmi ve terdid gibi sanatların yanı sıra hüner olarak kabul edilen harflerin noktalı olup olmamasına, kendisinden sonra gelene bitişip bitişmemesine göre yapılan sanatları göremiyoruz. Bunun ne anlama geldiğini açıklamaya çalışayım.
Bir şiirde elbette tüm sanatların olmasını beklemeyiz ve görmek de istemeyiz. Dolayısıyla mutlaka birtakım edebi sanatlar olmayacak. Ayrıca alfabeye bağlı olarak yapılan sanatların olmaması da normal. Bu kısa açıklamadan sonra açıklamamıza devam edelim.
Şiirde olmayan edebi sanatlara baktığımızda gördüğümüz manzara şudur:
- Kinâye, ta'riz, tevcih, te'kidü'l-medh bimâ yüşbihü'z-zem ve medh gibi sanatların olmamasından şairin imalı konuşmayı, şiir yoluyla laf çakmayı, sözlerin arkasına sığanırak kavga etmeyi ve polemik yapmayı sevmediği anlamını çıkarıyorum.
- Cinâs, terdîd, müşâkele, sihr-i helal gibi bir kelimenin birden fazla anlama gelecek şekilde kullanıldığı sanatlara iltifat etmemesi, sözlerini dizede ve kelimede tamamladığını, söylemek istediklerinin net olarak anlaşılmasını istediğini anlıyorum.
- İdmâcın olmaması şiirde gevezelik yapmayı sevmediğini, konu dışına çıkıp okurun zihnini dağıtmak istemediğini gösteriyor.
- Mezheb-i kelâmî, iktibas, irâd-ı mesel ve telmih olmaması ise okuru söylediklerine ikna etmek için bir başkasının sözüne ihtiyaç duymadığını gösteriyor. Bu haliyle şiiri katıksız ve her şeyiyle kendine ait. Şair duygularını sadece kendi kelimeleri ile anlatmayı tercih ediyor.
- Reddü'l-acüz, tarsi, leffüneşr, mukabele gibi kelimelerin dizilişlerine dair sanatlara iltifat etmeyişi ise şiirde ahenk ve musikiyi bilinen kalıplaşmış kurallardan yararlanarak değil, her seferinde özenle seçtiği kelimelerle kendisinin kurduğunu gösteriyor. Tanpınar, şiirinin sesini söz oyunları ile değil, kelimelerin dizilişindeki ritmik ahenkle sağlamayı tercih ediyor.
- Onda mübalağa ve tensîku's-sıfat gibi sanatların olmaması abartılı benzetmelerden ve uzun övgülerden kaçındığını gösteriyor. Abartılı benzetme olmaması ince ve nahif benzetme olmadığı anlamına gelmemelidir. Onda benzetmeler ince bir hayal ürünüdür.
- İâde, akis, telmi gibi sanatlarının olmaması şairin şiirinde doğal olmayan dizilişler kullanmak istemediğini, kelimeleri kendine göre yeniden dizdiğini gösteriyor.
- Lebdeğmez, noktalı-noktasız harfler, iştikak, müvaşşah gibi harflerle yapılan sanatlara iltifat etmemesi onun şiirinin görünüşten daha çok anlamda tamamlandığını, şiirin anlam ve musikiden ibaret olduğunu düşündürüyor.
Dikkatlice bakıldığında olmayan sanatlar şiiri süsleyen ve güzel göstermeye çalışan sanatlardır. O gittiği yerde elbise ve takılarıyla dikkat çekmeye çalışan değil, ilk başta dikkati çekmeyen ancak zamanla hâli ve tavırlarıyla tüm dikkatleri üzerine çeken bir beyefendi gibidir.
Olmayan edebi sanatlara baktığımızda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiiri ve şairliği için şiirde iç ahenk ve anlama değer verdiğini, tasannu göstermeyi sevmediğini, muhayyile ve duygu şairi olduğunu, eşyayı olduğundan farklı gösterdiğini, anlamı kapalı hale getirmekten sakındığını, kelime ve harflerin görünüşleriyle oynamayı sevmediğini, abartılı ifadelerden ve şiirde gevezelikten hoşlanmadığını söyleyebiliriz. Bu söylediklerimin olup olmadığını ise Tanpınar'ın tüm şiirlerini okuyan, inceleyen ve araştıran hocalarımdan bekliyorum. Benim bir şiirden yola çıkarak yaptığım tespitleri, Tanpınar'ın diğer şiirleri için de söyleyebilir miyiz? Cevabınızı merakla bekliyorum.
Son olarak şunu tekrar edeyim. Modern Türk şiiri, edebi sanatlardan daha çok imgeler üzerinden anlaşılmaya çalışılır. Hiç şüphesiz bu şiir de öyle anlaşılabilir. Sadece edebi sanatlar ile bir şiiri anlamaya çalışmanın yeterli olmadığını biliyor iken bir de olmayan edebi sanatlardan yola çıkarak bir şiiri anlamaya çalışmanın ne demek olduğunun farkındayım. Ancak bizimki bir öneri değil, bir deneme sadece. Yapmaya çalıştığım şey, bu denemenin şiiri ve şairin şiir anlayışını anlamaya yardımcı olup olmadığını görmek. Yaptığım bundan ibaret.
İsmail Güleç