Bizim edebiyatımızda sevgilisi uğrunda can vermeyene, can vermeye hazır olmayana âşık denmez. Âşıklığın birinci şartı canı cânân için kurban edebilmektir. En büyük sevgili ise sebeb-i hilkat-i âlem ve mefhar-ı benî âdem olan Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hazretleridir.
Âşığın sevgili yolunda can vermesini anlatan pek çok menkıbe vardır ama ben Mehmet Akif'in Necid Çöllerinden Medine'ye şiirinde anlattığı Sudanlıyı hiç unutmam. Şiiri bilirsiniz. Bilmeseniz de duymuşsunuzdur. O şiirde Mehmet Akif, bir Sudanlı âşıktan bahseder. Âkif, şiire çölü tasvir ederek başlar. Ancak onun tarif ettiği çöl, cahiliyye dönemi Arap şairlerinin tarif ettiği gibi değildir. Çöl yokluk, zayıflık ve ümitsizlik menbaı gibidir. Çölde ümitsiz bir haldeyken Âkif'in "Canân'ımın yeşil yurdu" dediği Hz. Peygamber'in türbesinin kubbesini, görünce bu sefer iklim değişir, bahar olur adeta. Karamsarlık ümide, keder neş'eye ve hüzün sevince dönüşür. Sevgilisini gören âşığın hâlini tasvir eder Âkif. Önce Hz. Peygamber'in huzurunda hissettiklerini anlatır, sonra İslam dünyasının perişan hâlini hatırlayıp bundan kurtulması için dua eder. Hz. Peygamber'in ravzasının önünde dua ederken bir ses duyar. Gerisini şiirden takip edelim:
Henüz duâ ediyordum ki, "Yâ Resûlallâh!"
Nidâsı kükreyerek, bir kanatlı tayf-ı siyâh ,
Basıp eşikleri tutmuş yığınla gölgelere,
Süzüldü uçtaki "Bâbü's-Selâm " önünde yere.
Mehîb sayhası hâlâ fezâda çınlardı,
Ki yükselip yeniden, yardı geçti eb'âdı.
Düşünce Ravza-i Peygamber'in ayaklarına;
Sarıldı göğsüne çarpan demir kuşaklarına.
Dikildi cebhe-i dîdâr önünde, müstağrak.
Diyordu inleyerek:
– Yâ Nebî, şu hâlime bak!
Sudanlı bir adam, Hz. Peygamber'i görme arzusuyla yanıp tutuştuğunu ancak ailesinin ve arkadaşlarının buna hep mani olduklarını söyler. En sonunda dayanamayıp Sudan'dan yola çıktığını, dağları, çölleri bin bir güçlükle aşarak üç ayda Medine'ye, Hz. Peygamber'in huzuruna geldiğini ifade den 53 yaşındaki bu Sudanlı;
Demir nikâbını kaldır mezâr-ı pâkinden;
Bu hasta rûhumu artık ayırma hâkinden!
Nedir o meş'ale? Nûrun mu Yâ Resûlallah!..
Sükûn içinde bir an geçti, sonra bir kısa "ah!"
Sudanlı âh çekerek ruhunu teslîm etmiş, duası kabul olmuştur.
Ne gördüm, oh! Serilmiş zemîne Sûdanlı...
Başında, ağlayarak bir zavallı Seylânlı,
Öpüp öpüp kapıyor elleriyle gözlerini.
Bitince hârice nakliyle gasli, tekfîni,
Daha sonra Cennetü'l-Bâkî mezarlığına defnedilir.
Aslında Mehmet Âkif, burada büyük bir şevk ve arzuyla geldiği ve görünce mutlu olduğu Medine'de, kendinden daha çok gelmek isteyen, geldi için de sevinen birini, daha büyük bir âşığı anlatmaktadır.
Ama her âşığa huzurda can vermek nasip olmuyor.
İsteyip de varamayan şair: Kemal Edip Kürkçüoğlu
Gidemeyen âşıklar, yazdığı şiiri Hz. Peygamber'in huzur-ı manevisinde okunarak hissiyatını, aşkını adeta Hz. Peygamber'e duyurmak isterler. Bildiğim birini anlatayım.
Türkçesine hayran olduğum ediplerden Kemal Edip Kürkçüoğlu 1970 yılında kanser teşhisiyle hastane yatar. Hastalığın ilerlemesi sonucu doktorlar Kürkçüoğlu'nun çocuklarına babalarının iki aylık ömrü kaldığını ve bu süreyi evinde sevdikleriyle birlikte geçirmesinin daha doğru olacağını söylerler ve ertesi günü taburcu edeceklerini eklerler. Çocuklarının yüz ifadesinden olumsuz bir şeyler olduğunu sezen Kürkçüoğlu ısrar eder ve durumunu öğrenir. Akşam ve yatsı namazlarını kılar, abdestli bir şekilde yatağına uzanır ve Allah'a yakarır:
- Ya Rabbî! Naat yazmaya başladım, onu tamamlamadan canımı alma!
Gece rüyasında Resül-i Zî-şan Efendimizi görür ve Hz. Peygamber (sav) sağ eliyle Kürkçüoğlu'nun vücudunu sıvazlar. Şiir bu haliyle bir diğer Kaside-i Bür'e'dir. Başlayıp henüz bitirmediği nââti şöyle başlar:
Ebediyen sevecek cân onu cânân olarak
Şart-ı peymân olarak huccet-i îmân olarak
Tanırım ben yalınız Hazret-i Fahrü'r-rusül
Gönül iklîmine şahenşeh-i zişan olarak
Yeter ayetleri Mevla'nın eğer lazım ise
Rif'at-i şanını i'lamına burhan olarak
Ertesi gün neşe içinde dinç olarak uyanır. Doktorlar inanamaz ve yeniden tetkik ederler ve kanserden bir iz göremezler. Şaşırırlar ve ısrarla sebebini sorarlar. Kürkçüoğlu saklamasına rağmen ısrarlar karşısında dayanamayıp söylemek zorunda kalır. O tarihten sonra yedi yıl daha yaşar.
"Ya Muhammed! Bana kıl merhamet" âvâzı gelir
Her seher sine-i pür-sûzdan efgân olarak
Bulurum belki deyip yollara düşsem gözüme
Görünür hâr-ı mugaylân bile reyhân olarak
Adem evlâdının ondan daha mümtâzı Kemal
Dehre bî-şüphe ayak basmamış insân olarak
Beyitleriyle biten ve Sudanlı gibi yakardığı ve yalvardığı naatini dostu, biricik mürşidi Mahmut Sami Ramazanoğlu'nun damadı Ömer Kirazoğlu'na verir ve ondan Mescid-i Nebî'de Hz. Peygamber'in huzurunda okumasını rica eder. Arkadaşı ricasını kırmaz ve huzur-ı Nebî'de naati okur ve dönünce haber vermek için de kâğıdın yanına okuduğu gün ve saati not eder.
Eskilerin "Gidip de dönmemek var, dönüp de bulmamak var." sözü tahakkuk eder. Ömer Kirazoğlu, döndüğünde Kürkçüoğlu'nun vefat haberini alır. Ne zaman vefat ettiğini sorar. Aldığı cevap kâğıdın yanına aldığı not ile aynı vakittir. Sudanlı adam aşk u niyazını huzur-ı Nebî'de arz ettikten sonra can verirken Kemal Edip Kürkçüoğlu Hz. Peygamber'e aşkını ve muhabbetini izhar ettiği Kaside-i Bür'e'si Ömer Kirazoğlu tarafından okunurken emâneti temsil etmişti. Kürkçüoğlu belki bedenen orada değildi ama ruhen orada olduğu ve şiirinin okunduğundan haberdar olduğu muhakkak.
Allah bizlere, Sudanlı ve Kürkçüoğlu kadar olamasa da Habîbullah efendimizi sevmeyi, onun şefâatiyle rızâ-yı Rahmân'a nâl olmayı, âhiret gününde onun livasının altında, cennette de havuzunun başında birlikte olmayı nasip eylesin. Amin.
İsmail Güleç