Teşviki teşviş eylemek
Her sene başında üniversitelerde akademik teşvik evrakı hazırlama telaşı olur. Biz de üç kuruş almak için oturur, birkaç günümüzü evrak hazırlamakla geçiririz. Evrak hazırlarken istenilen belgeleri gördükçe saç baş yolup "İstemem, eksik olsun" diyerek vazgeçenler olduğu gibi "Vîrân olası hânede evlâd u ıyâl var" diyerek dişlerini sıkıp dosyalarını hazırlayanlar da olur.
Bize saç baş yolduran bu işin yaslandığı bir yönetmelik var. Ancak yönetmelik aynı olsa da uygulaması üniversiteye göre değişiyor. Bir üniversitede kabul edilen bir çalışma bir başka üniversitede kabul edilmemesinden dolayı toplanan puanların, üniversiteye göre değişmesi mümkündür. Aynı yönergeye ve aynı çalışmalara neden iki veya daha farklı puanlama verilir sorusu aklınıza gelebilir. Anladığım kadarı ile izah etmeye çalışayım.
Kafa karışıklığının yönetmelik, uygulama ve hocalardan kaynaklanan üç farklı sebebi var. Biz yönetmelikle başlayalım.
Dergilerin tasnifi ve durumunun belirlenmesi meselesi büyük bir sorun olarak ortada duruyor. Oysa başvuru ekranında derginin adı yazılır yazılmaz ne tür bir dergi olduğunun kendiliğinden gelmesi bugünkü yazılımlarla yapılması çok basit bir işlem. Böylece olası tüm tartışmalar ve araştırmalar ortadan kalkacaktır. Ancak bunun için de dergileri AHCI-SCI ve alan indeksli diye ayırmak kâfi. O kadar çok teferruata bence hiç gerek yok. Sosyal bilimler dergileri ile müspet bilimler dergilerinin işleyiş ve muhtevasının farklı olmasını da dikkate almak gerekir.
Ulusal ve uluslararası yayınevi meselesi bir diğer sorunlu alan. Bir yayınevinin ulusal veya uluslararası olup olduğuna üniversite senatosu kararıyla belirlemek ne demek? Senato kabul etmese yayınevi ulusal veya uluslararası olmayacak mı? Oysa bunu anlamak çok basit. Kültür Bakanlığından alınan yayıncı belgesi ve ISBN numarası o yayınevinin ulusal olduğunu gösterir. Künye sayfasında de yayınevi ile ilgili tüm bilgiler bulunur. Bu, senatonun karar verebileceği bir durum değildir.
Dünyada uluslararası yayınevi sayısı oldukça azdır. Anglo-Sakson dünyada kimi yayınevleri dışında yönetmeliğe göre uluslararası yayınevi bulmak mümkün değildir. Ama bizim ülkemizde uluslararası yayınevi sayısı dünyadaki tüm uluslararası yayınevi sayısından daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Her yayınevi bulunduğu ülkenin diliyle yayın yapar. Bazı teknik konularda ise daha çok kişiye ulaşmak için İngilizce yayın yapıldığı da olur. Bugün akademik teşvik için belge alınan yayınevlerinin büyük bir kısmı uluslararası değildir. Yönetmeliğin ileri sürdüğü bu şartı kâğıt üstünde karşılamak için yirmi kitap dijital baskı yoluyla çoğaltılarak yerine getirilmiştir. O yayınları almaya kalksanız bulamazsınız. Dünyanın herhangi bir köşesinde de satılmaz. Dolayısıyla yayınevi aynı yayınevidir ve o yirmi kitap o yayınevini uluslararası yapmaz, sadece yabancı dilde de yayın yapan yayınevi yapar.
Bu konuda bir diğer sorunlu durum doçentlik için uluslararası kabul edilen bir yayınevinin teşvik için kabul edilmemesidir. Meselenin garipliğine dikkatinizi çekmekle yetinip üzerinde daha fazla durmayacağım.
Tebliğler meselesi ise tam bir muamma. Bir sempozyumun teşvik alabilmesi için katılanların en az yarısının en az beş farklı ülkeden katılan yabancılardan olması şartı aranıyor. Yayınlanmış olsa bile ulusal bildirilere puan verilmiyor.
Editörlük meselesi de problemli. Kitap editörlüğü, dergi editörlüğü yanında bir de son birkaç yıl içinde görmeye başladığım tek yazarlı kitapların editörü olmak yaygınlaştı. Aslında kastedilen editörlük böyle bir şey değil. Bu editörlük meselesini bilahare yazacağım için geçiyorum.
Yönetmeliğe göre tezlerdeki atıf kabul edilmiyor. Oysa akademide en değerli metin, doktora tezidir. Doktorluk unvan olarak en üst unvandır ve bölüm başkanlığı da en üst idari makamdır. Doçentlik ve profesörlük ders vermek ile ilgili idari unvanlardır. Bir akademisyenin en değerli çalışmadasındaki atıfların kabul edilmemesinin nedenini şu zavallı halimle anlayabilmiş değilim. Biri çıkıp anlatsa da öğrensek.
Yönetmelikte şöyle bir ibare var:
"Kitap yazarlığı, kitap içinde bölüm yazarlığı ve kitap editörlüğü yayıneviyle yapılan sözleşme, yayınevinden ya da editörden gelen davet mektubu gibi evraklarla belgelenmelidir."
Bir kitabın yazarı olduğunu ispat etmek için neden böyle bir şey istenir, anlamak mümkün değil. Yayınevi sözleşme yapmadan ne kitabı basabilir ne ISBN numarası alabilir. Bir matbaa da bandrol almadan kitabı basamaz. ISBN ve Yayınevi Belgesi olmadan da Yayıncılar Birliğinden bandrol alabilmek mümkün değildir. Belli ki yönetmeliği hazırlayanların bunlardan haberi yok.
Bu yönetmelik hayatın doğal akışını da bozdu. Sempozyumların bilimsel olup olmamasına değil, yarısının yabancı olup olmamasına bakılır oldu. Yayınevleri şartı karşılamak için gerçekte basıp satmadıkları kitapları basmış gibi gösterdiler. Kitapta bölüm yazarlığı ise birbirine benzemeyen yazıların bir araya geldiği kitapların yazılmasına sebep oldu. Aynı zamandan yayınları da olan TUBA, Üniversiteler ve kimi kamu kurumları uluslararası yayınevi kabul edildi. Ve bunlara benzer daha birçok şey. Bu arayışlar, normal seyrinde akan yayın dünyasının geleneğini ve ahlakını da değiştirdi.
Yönetmelik ve uygulama karışıklığı yanında bir de akademisyen ahlakı meselesi var. Yönetmelik ne kadar karışık olursa olsun bir akademisyen kendini ve yaptıklarını bilir. Üç kuruş almak için türlü şaklabanlıklar yapmaz, yapmaya tenezzül etmez. Maalesef işlerin bu kadar çetrefilleşmesinde kimi akademisyenlerin daha fazla puan toplamak için olmayacak işlere kalkışmalarının da payı az değil.
Duyunca inanamadığım bir örneği anlatmakla iktifa edeceğim. Akademide emekli olan hocalar için armağan, vefat eden hocalarımız için de hatıra kitapları yayınlamak adettir. Bu kitaplarda genellikle adına kitap çıkan hocamızın arkadaşları ve öğrencileri makaleler yazarlar. Bu makaleler de iki türlü olur. Özellikle kitabın baş taraflarında hoca ile ilgili hatıralar anlatılır. Daha sonra da hocanın çalışma alanında yazılmış akademik metinler gelir. Bir hocamızın ardından hazırlanan hatıra kitabında yer alan üç sayfalık bir hatıra yazısı, kitapta bölüm başlığı altında dosyaya konulması karşısında söyleyecek söz bulamadım. Akademik olmayan ve anıların anlatıldığı birkaç sayfalık metnin kitapta bölüm olarak değerlendirildiğini gördükten sonra üniversite olmanın o kadar kolay almadığını bir kez daha anladım.
Bir üniversitede şartlar bu kadar girift hâle getirilmez. Hocalara güvensizlik üzere sistem kurulmaz. Eğer biri bu güveni istismar ederse ibret-i âlem için meydanda okunan bir ilan ile beş yıl başvurma hakkı elinden alınır.
Yönetmelik düzeltilir de üç sayfalık anısını bilimsel makale gibi sunan adamlar düzelir mi, emin değilim. Ama emin olduğum bir şey var.
Allah her şeye kadirdir. O dilerse her şey olur.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Rami Kışlası'nın mimarı kim? (14.01.2023)
- “Ben Nesli”ni anlamak (11.01.2023)
- Hz. Muhammed bir cami adı olabilir mi? (07.01.2023)
- Mevlid sadece şiir midir? (04.01.2023)
- Mescitte şiir okunur mu? (31.12.2022)
- Mevlid sıradan bir şiir değildir (27.12.2022)
- Yılın en uzun geceleri (22.12.2022)
- Şeyh Galib’in kahve keyfi (18.12.2022)