Senenin son günlerindeyiz. Bu son günlerin bir özelliği de yılın en kısa günleri olması. Bir diğer deyişle gecelerin en uzun olduğu vakitler. Şairler de bu uzun geceleri şiirlerinde kullanmışlar. Hatta biri var ki her sene bu vakitlerde paylaşıldığı için bilmeyenimiz yoktur.
Ben size "en uzun gece"yi anlatan güzel bir Çorum türküsünden bahsedeceğim. Sözler güzel, okuyan iyi, dinleyen de dertli olursa dünyanın en güzel türküsü gelebilir.
Bu türkü bir kavuşamama hikayesi. Sevip de kavuşamayanların hissiyatına tercüman olmuş kim olduğunu bilmediğimiz şairi. Kavuşamama, sevdiğinden yüz bulamadığı için aşığa daha zor geliyor. Türkü bu durumu bize anlatıyor.
Türkü şu dörtlükle başlıyor:
Şu uzun gecenin gecesi olsam
Sılada bir evin bacası olsam
Dediler ki, nazlı yarin pek hasta
Başında okuyan hocası olsam
Şair uzun gecelerden birinde sevdiğinden ayrıdır ve elinden bir şey gelmemektedir. Sevdiği ise ölüm döşeğindedir. Çünkü ölecek hastaların başında Kur'an okunur. Şair, son anında sevdiğinin yanında olmak istemektedir. Ama başında olduğunda okuyacağı Kur'an mıdır yoksa onun için yaktığı türküler, yazdığı şiirler midir bilinmez.
Uzun gecenin gecesi olmak ne kuvvetli bir benzetme. Genellikle şairler kendi durumlarını en uzun gecelerle aralarında benzerlik kurarak anlatırken şair bu türküde en uzun gecenin gecesi olduğunu söyleyerek vaktin hiç geçmediğini çok güçlü bir şekilde ifade eder. Şair mübalağa yapılacaksa böyle yapılmalı dedirtecek derecede başarılıdır.
Sılada bir evin bacası olmak ise özlemi dile getirmenin bir diğer yoludur. Tüten bir evin bacası olmak, o evde yanan odunların sıcaklığı ile aile fertleri arasındaki muhabbetin sıcaklığını hissetmeyi ifade eder. Şair evin bacası olmak isteyerek ailesini, evini ne kadar çok özlediğini anlatır.
Şair ilk dörtlükte âdeta bir ev resmi çizer. Karanlık bir kış gecesi, dumanı bacasından tüten bir ateşle ısınan bir oda, odanın bir köşesine serilmiş döşekte yatan hasta bir kız ve başında bekleyen yakınları ve bir hoca.
Evlerinin önü üç ağaç çınar
Dillerim tutuşur, yüreğim yanar
Eşinden ayrılan böyle mi yanar?
Anam, anam hangi derdime yanam
Türkülerdeki dörtlüklerin ilk iki dizeleri genellikle doldurma tabir edilen konu ile doğrudan ilgili olmayan mısralar olur. Ancak ilk bakışta ilgisiz gibi görünseler de dikkatlice bakıldığında o kelimelerin de bir anlamı olduğu görülür.
Bu dörtlük evlerinin önünde üç çınar ağacından bahsedilerek başlar. Bir önceki dörtlükteki resimde evin içi çizilmişti. Bu sefer evin etrafındaki ağaçlar anlatılır. Çınar, uzun ömür ve kalıcılığı ifade eder. Bu yönüyle vatanı, yurdu temsil eder. Gurbette olan aşık sıladaki sevdiğini düşünürken çınar ile sevgilinin memlekette olduğunu dolaylı yoldan söylemiş oluruz.
Dillerin tutuşması yürekte yanan ateşin sonucudur. Yürek yangını dilden ateş gibi sözlerle dışarı taşmaktadır. İlk dörtlükteki odanın içindeki ocak ve tüten bacanın yerini bu dörtlükte içerideki gönül ve gönlün bacası mesabesindeki dil almaktadır.
Aşığımız sevdiğinden ayrı olmanın vermiş olduğu acıyı anlattıktan sonra durumunu eşinden ayrılanlardan daha ağır olduğunu söyler. Sevdiği ölmek üzere bir hasta olan aşığın derdi birden fazladır. Sevdiğinden ayrı olmak dert olarak tek başına yeterken üstüne bir de ölecek olması dert üstüne dert olarak binmektedir. Aşığımız da bu durumu açık ama çok derin bir şekilde ifade etmekte.
Katipler oturmuş, yazıya bakmaz
Herkes sevdiğini dilden bırakmaz
Hey Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz
Gönül defterinden sildin mi beni
Bu sefer aşığımız hâlinden şikâyet eder. Şikâyet ettiği kişi tabi ki sevdiğidir. Şairimiz dörtlüğe yine doldurma mısralarla başlar. Ama bir önceki dörtlükteki gibi sadece doldurma değil, az sonra söyleyeceklerine bir zemin, bir giriştir. Dörtlük yazmak ve mektup üzerine kuruludur. Katiplerin oturup yazıya bakmaması, artık ezbere yazdıkları ve yazdıklarını kontrol etmediğini, işlerinde çok başarılı olduğu söylemiş olmakta. Sevenlerin sevdiklerini dillerinden düşürmemeleri ise çok normal. Katiplerin yazdıklarına bakmamaları ne kadar doğal ise sevenin sevdiğinin adını dilinden düşürmemesi de o kadar doğal.
İlk dize adeta istişhad, delil göstermek kabilindendir. Edebiyatımızda sevgili aşık için zalimdir, vicdansızdır, imansızdır. Şair bu durumu "Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz" diyerek ifade eder. Bunun sebebi ise bilmezlikten gelerek sorduğu sorudan anladığımız sevgilinin aşığın adını anmadığı, hatırlamadığı, hiç arayıp sormadığıdır. Sanki aşığı yokmuş gibi davranmasıdır. Aşık bu duruma isyan ederek sevdiğine Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz, diye itiraz etmektedir.
Benim yârim güzellerin güzeli
Kadir mevlam bu sevdadan kes beni
Götür yarın kapısına as beni
Desinler ki yari için can verdi
Bir önceki dörtlükte söylediklerini açıklar gibi gibi devam eder şiirine. Sevdiğinin güzeller içinde birinci olduğunu, en güzeli olduğunu ifade ederken burada bir güzellik yarışmasında birinci olmasından bahsetmez. Bir aşık için sevdiğinin dünyanın en güzeli olması durumudur.
Bu sözleri dedikten sonra adeta sevdiği o kadar güzel iken kendisine hiçbir zaman ilgi göstermeyeceğini anlaması karşısında düştüğü çaresizliği terennüm eder. Kendisinin yapamadığını Allah'tan ister. Çünkü sevdiğini unutmak tek başına yapabileceği bir şey değil. Unutmanın yolu ise ölümdür. Ölüm ancak Allah'ın takdir ettiği bir şey olduğu için Allah'tan ister. Yarinden uzakta ölünce yârin haberi olmayacağı için uğruna öldüğünü görmesi için kapısına asılmak ister. Bunu da sadece yârinin değil cümle âlemin duymasını ve bilmesini ister.
Bir mektup yazdırdım ucunu yaktım
Bir merak geldi de kapıya baktım
Çok güller kokladım koynuma soktum
Hiç birisi yârim gibi kokmuyor
Şair son dörtlükte aşık-sevgili arasında eski bir gelenekten bahseder. Mektubun ucunu yakmak, yanan yüreğin temsilidir, remzidir. Her mektup yazan gibi şair de gelecek cevabı bekler. Kapının her çalınışında mektup geldiğini düşünür. Ama o mektup hiç gelmemiştir ve gelmeyecektir. Sevdiğini unutmak için bu sefer başka güzellere gönül vermek ister, onu başka güzellerde arar. Ancak sevdiği gibi birini bulamaz ve ondan başka hiçbir güzeli sevemez. Ne kadar kızsa da ölümü istese de sevdiğini unutamamakta ve hâlâ ona kavuşmayı istemektedir.
Yılın en uzun gecesi birileri için eğlence, sabaha kadar yiyip içmek anlamına gelebilir. Ama bir aşık için, dertli için geçmek bilmeyen zamandır, sabahı bir türlü olmak bilmeyen gecelerdir.
Bizim de duamız şu olsun. Ya Rabbî! Gecelerimizi bitmek bilmeyen gecelerden eyleme. En uzun gecelerimiz sadece vakit bakımdan uzun olsun, bize sabahı hiç olmayacakmış gibi gelen geceler yaşatma.
Amin.
İsmail Güleç