“Kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur!..”
Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, sağlık ve diğer bakanlıklarda görev üstlenen bakan ve üst düzey bürokratlar, bilim kurulu başkan ve üyeleri, tabipler… kısacası tüm yetkili ve açıklama yapma hususunda yetkilendirilmiş kimseler, ilk virüs vak'asıyla karşılaştığımız günden beri evde kalınması hususunda, uyarı ve ricalarda bulunarak vatandaşın kendi kendisine "olağanüstü hal" etmesini ve süreyi mümkün mertebe dışarıya çıkmadan, diğer insanlarla temas kurmadan geçirmesini istemektedirler. Son günlerde 65 yaş üzerindeki vatandaşlarımıza sokağa çıkma yasağının getirildiğini de biliyoruz.
Belli bir yaşın üstündeki kıymetli büyüklerimiz için alınan bu tedbir uygulamasının onların hayrına olacağını söylemek pekâlâ mümkün. Zira yaşın ilerlemesine bağlı olarak sahip olunan birtakım rahatsızlıklar virüsün eşlik etmesiyle birlikte ölüme sebebiyet verdiği için devlet böyle bir uygulamayı almak zorundaydı… Şimdi toplumun geriye kalan kesimi içinde dışarı çıkma mecburiyeti olmayanların evde kalmalarını sağlamak adına gösterilen gayret ve çabaları sürdürmek önem arz ediyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın her gece toplumu bilgilendirmek adına yaptığı açıklamaların sonunda "evde kalma" hususuna vurgu yapması boşuna değil…
Bugünkü yazımızda evde kalmanın, "evde güzel ve hoşça vakit geçirmek" ya da "eve kapanmak" gibi iki farklı şekilde algılanmasının bir düşünce, bir anlayış meselesi olduğunu ele almak istiyoruz. Zira kültürümüzde "eve kapanmak" hep olumsuz bir algı oluşturmuştur zihinlerde… Halbuki, eve kapanmak esasında kötü bir şey değildir... Nice şairler, eve kapanarak yazdılar meşhur şiirlerini, nice edebiyatçılar eve kapandıkları günlerde kaleme aldılar en çok bilinen romanlarını… Eve kapanarak inşa ettiler filozoflar, düşünce sistemlerini… Eve kapandıkları günler sonunda hattatların kalemlerinden çıktı en muhteşem hat örnekleri, gün yüzüne… Ve bestekârlar, en müstesna eserlerini eve kapandıkları inziva günlerinin sonunda paylaştılar sanat erbabıyla… Hâsıl-ı kelâm, evde kalmak da güzeldir, eve kapanmak da… Ancak, bizim asıl problemimiz, kendimizle yüzleşmek, bir muhasebe ortamı oluşturmak, gönül dünyamıza bir yolculuk yapabilmek, sair zamanda yeterince vakit ayırmadığımız ailemizle –uzmanların "kaliteli beraberlik" dedikleri- hoşça, verimli ve güzel bir vakit geçirebilmek imkânına sahip olamayışımızdır. Bunun da sebebi, bu karantina ve sosyal izolasyon günlerinde sosyal medya ve kitle iletişim araçlarının yakamızdan düşmeyişi ve peşimizi bırakmayışıdır vesselâm. Bu kanaatimize ek olarak şunu da söyleyebiliriz ki, iletişim araçları ve sosyal medyanın tasallutundan kurtulamadığımız sürece, evde kalmak bizim için "sıkıntılı bir süreç" olarak algılanmaya devam edecektir.
EVDE KALMA GÜNLERİNDE HUZUR KAYNAĞIMIZ NE OLABİLİR?
Bu sorunun cevabı kişiden kişiye değişir. Renkler, diller, kültürler, dinler, anlayış ve yaşayışlarıyla farklı olan insan, bu soruya da farklı cevaplar verecektir. Aynı şekilde bilimsel açıdan da bu soruya, kişiler kendi disiplini açısından bakarak farklı cevaplar verebilir. Dolayısıyla bu soruyu felsefi, dinî, ictimaî ve ruhî açıdan ele alarak farklı cevaplara ulaşmak mümkündür. Ancak ülkemizde sosyal medya ve iletişim araçları aracılığıyla yukarıda saydığımız alanların hiçbiriyle bağlantısı olmayan, uzaktan yakından alakası bulunmayan yorum ve görüşler dolaşıma sokulduğu ve bilinçli bir şekilde paylaşılarak yayılmaya çalışıldığı için, evde kalan herkes için, dakikalar, saatler ve günler "çekilmez" bir hale getirilmektedir. Gün geçmiyor ki, sosyal medyada ve internet kaynaklı haberlerde yalan, uydurma ve iftira nitelikli bir bilgi paylaşımı olmasın!.. Krizin başından beri gerçekleştirdiği çalışmalarıyla pek çok ülkenin gıpta ile izlediği, geride kalan süreçte toplumsal dayanışma örneklerinin hayranlık uyandırdığı ülkemiz ve milletimiz, kötü niyetli birtakım kişiler ve mihraklar sebebiyle huzursuzluk ve gerginlik ortamına sürüklenmek isteniyor. Bunun en bariz örneklerinden biri de insanın kriz zamanlarında, olağanüstü durumlarda maneviyat desteğinin önemine yapılan vurguların manipüle edilerek dezinformasyon yapılmaya çalışılmasıdır. Cumhurbaşkanımızın, bir siyasi parti liderinin, Diyanet İşleri Başkanının, sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin dikkat çektikleri, "dua faktörü" bu şer kaynaklı işlerin aktörlerinin elinde ve dilinde haksızca ve insafsızca linç ediliyor adetâ… Din ve kutsal değerler bağlamında bir kayıtları söz konusu olmadığı için onlara ayet okumanın ve ayetlerden deliller getirmenin de bir faydası olmayacaktır. Bu nedenle psikoloji, tıp ve sosyoloji bilim dallarından birkaç ismin görüşlerinden bahsederek duanın, maneviyatın insan için vazgeçilmez değerine atıfta bulunmak istiyorum.
Görüşleri ve eserleriyle dünya çapında şöhret bulan Abraham Maslow'un "kendini gerçekleştiren kişiler" hakkındaki araştırmasına kadar ilgiye layık bir konu olarak kabul görmeyen maneviyat, bu araştırma sonucunda, karşılanması gereken nihai bir ihtiyaç ve önemli bir motivasyon alanı olarak fark edildi. Maslow, "Toward a Psychology of Being" adlı eserinde maneviyatın, bedensel ve ruhsal sağlığımızın devamı için gereken çok temel bir unsur olduğu kanaatine ulaşarak "aşkınlık ve benötesi olmazsa hepimiz hasta, saldırgan, nihilist ve ümitsiz oluruz" değerlendirmesinde bulunmuştu.
Bir tabip olan Dr. Alexis Carrel, dilimize de çevrilen "Dua" adlı eserinde, Fransa'da Lordes Kliniğinde kanser hastaları üzerinde gerçekleştirdiği araştırmasında şu sonuçlara ulaşmıştı: Dua eden hastalar, hem kanseri yenme sayıları açısından hem de iyileşme sürelerinin daha kısa olması bakımından "dua etmek" gibi manevi bir desteğe sahip olmayanlardan daha avantajlı durumdadırlar…
Yine gerçekleştirdiği sosyolojik çalışmalarıyla geride son derece önemli eserler bırakan Peter L. Berger'e göre "kutsallık", şer olana karşı insanın anlam dünyasını koruyan bir bilinçtir. Yine kutsallık, insanın ruhsal ve zihinsel varlığını alt üst etmeye karşı direnç gösteren en temel duygudur.
Görüldüğü üzere, farklı bilim alanlarında çalışanların ortak noktası, mukaddesatın, kutsal değerlerin, duanın insan için son derece önemli ve insanın ruhsal ve zihinsel açıdan altüs olmasının önünde en önemli engel durumunda bulunduğuna inanmalarıdır.
Ahiret hayatımızı kazanmanın her şeyden önemli olduğunu telkin eden İslam, kişinin bu dünya mutluluğunu da göz ardı etmez. Kur'an-ı Kerim, ebedi huzur ve mutluluk yurdu olan ahiret hayatını kazanmayı müminin ideali olarak sunarken bu dünya hayatı için de huzur ve tatmin yollarını gösterir. Mukaddesat ile alakası olmayanlar için söyleyecek bir şeyimiz yok; ama kutsal değerlere sahip olanlara hatırlatacağımız bir "âyet"imiz var. Ra'd Suresinin 28. Ayeti… "Haberiniz olsun ki, kalpler huzuru, mutluluğu ve tatmini ancak Allah'ı anmakla bulur."
Sâhi, hiç düşündünüz mü, Kur'an-ı Kerim'de, Allah Teâlâ'nın, dikkatimizi çektiği, ders almamızı istediği; kendi özümüzde, içinde yaşadığımız dünyamızda, dünyamızı çevreleyen semâmızda, gökleri kuşatan uzayda ve uçsuz bucaksız şu evrende, bize bir şeyler anlatan ne çok "ayet"leri var… Biz, tam 367 ayette, Allah Teâlâ'nın bu "ayet"lerden söz ettiğini söyleyelim, gerisini varın siz düşünün…
Evde kaldığımız günlerde, kalp huzuru, gönül sevinci ve tatmini ancak Allah'ı anmakla mümkündür. Ve Allah'ı anmanın en güzel yollarından biri de O'nun gönderdiği "Son Mesaj" Kur'an-ı Kerim'i okumaktır!..
Sağlık ve esenlik dilekleriyle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Evde kalamamak, bir din eğitimi sorunu mudur? (23.03.2020)
- Ellerin semaya, yönlerin Mevla’ya döndüğü gündür bugün… (20.03.2020)
- Kur’an’da geçen “Evlerinizi mabed edinin” ayetinde neler anlatılmaktadır? (19.03.2020)
- Al-i İmran suresinin son ayeti bize neler söyler? (17.03.2020)
- “Sabredin ve kararlılıkta yarışın…” (16.03.2020)
- Kul tedbirini alır; takdir ise Allah’a aittir (12.03.2020)
- Bulaşıcı hastalıklar konusunda Peygamberimizin uyarıları ve tavsiyeleri (05.03.2020)
- Kader, hükmünü icra eder! (02.03.2020)