Daha henüz girmiştik bir mübarek aya… Ve mübarek gecelerden birini ihya etmenin heyecanını yaşarken, gelen acı haberlerle kandil sevincimiz, yerini derin bir acıya ve hüzne bıraktı…
Bir Kandil Gecesi'nde 33 Mehmetçiğimizin, tazecik fidanlar misali kırılıp toprağa düşerken bedenleri, ruhları Cennet-i A'lâ'ya yükseldi "şehîd" olarak…
Peygambere komşu olmak gibi bir ayrıcalığa sahip olan bu bahtiyarlara özenmek ve mertebelerini yücelttikçe yüceltmesini dilemektir bize düşen… Bir de geride bıraktıkları, küçücük bebekleri, gönlü yaralı eşleri, gözü yaşlı ana-babaları ve yakınlarına, en büyük "Hesap Günü"nde şefaatçi olmalarını dilemektir, Mevlâ'dan…
Rabbimizden niyazımız, her birini engin rahmeti ve ikramıyla karşılasın, Peygamberimizin yanı başında ağırlasın!.. Geride kalan yakınlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin ve onlar için mahşer gününde şefaatçi kılsın. Milletimize metanet, her dâim birlik ve beraberlik versin…
Yüce Mevlâmız, Ümmet-i Muhammed'in göz bebeği her bir şanlı Mehmetçiğimizi, "el-Hafîz" ismiyle, hain pusulardan, kör kurşunlardan, zalimce tuzaklardan muhafaza eylesin ve mazlumların ümit ışığı kahraman ordumuzu mansur ve muzaffer kılsın…
SIRR-I KADER NE DEMEK?
İnsanlar vardır; mukaddes değerlere sahip… Bir yüce Yaratan'ın varlığına, birliğine inanan… Etrafında ve tüm dünyada olup bitenlerin O'nun dileyişi ve takdiriyle gerçekleştiğine inanan… Kendisine tanınan bir hayat süresinin varlığını kabullenen… Kısacası birtakım mukaddes değerleri olan… Müslüman ve mümin bir kişi de yukarıdaki özelliklerin sahibidir. Çünkü o, Allah'ı yüce Yaratan olarak benimsediği gibi, O'nun gönderdiği elçilere de kitaplara da, O'nun meleklerine de inanıp benimser… O'nun gerçekleşeceğine inanmamızı emrettiği bir başka hayatın, ahiret aleminin varlığına da inanır… Bir şeye daha iman eder, hayrıyla-şerriyle kader de Allah'ın takdiriyle ve yaratmasıyla gerçekleşir. Dolayısıyla yaşadığımız âfetler, felaketler, musibetler ve kazalar, kaderimizin bir parçası olarak gerçekleşmektedir. Bazen ardındaki gerçekleri çözmeye muvaffak olduğumuz bazen de asla buna güç yetiremeyeceğimiz bir sırrı, bir gizli tarafı barındırır kaderimiz… Sırr-ı kader, bazen Celâl, bazen de Cemâl tecellileri barındır vesselâm…
Bir süredir, insanlık Çin'de başlayıp dünyanın birçok ülkesine de yayılan virüsün sebep olduğu salgın bir hastalıkla ciddi bir sınavla karşı karşıya… Tedbirler, tedaviler ve karantina uygulamaları her ülkenin en önemli gündem maddesi bugünlerde… Bir Müslüman birey olarak konuya bakışımızı belirleme adına İslam Tarihinden bir örnek aktarmak istiyoruz bu yazımızda sizlere…
BULAŞICI HASTALIK DURUMUNDA YAPILMASI GEREKEN NEDİR?
Hz. Peygamber zamanında Medine'de salgın halini alan bir bulaşıcı hastalık vak'asının söz konusu olmadığı söylenebilir. Ancak Peygamberimiz tüm insanlığa hitaben tebliğ ettiği ayetlerde, "Allah, temizlik hususunda titizlik gösteren kullarını sever." (Tevbe, 108) buyruğunu onlarla paylaşırken, kendisi de bizzat "Temizlik imanın yarısıdır." uyarısında bulunmaktaydı.
Aynı zamanda O, kendisinin de bizzat uygulayarak gösterdiği temizlik hassasiyetini, ashabının da sonradan gelecek ümmetinin de göstermesini istediği birçok hadis-i şerif ve uygulamalar bırakmıştı ardında…
Sevgili Peygamberimizin, sağlığı koruma (hıfzıssıhha-hijyen) adına pek çok hadis-i şerifi ve uygulamaları vardır. Ancak Yüce Resulün bu genel tavsiyeleri yanında, günümüzdeki karantina uygulamasını işaret eden sözleri ve tavsiyesi gerçekten dikkat çekicidir. Çünkü bu tavsiyesi, yaşanması muhtemel bir bulaşıcı hastalık durumunda tam anlamıyla bir karantina uygulamasını öngörmekteydi. Peki, bu husustaki Peygamber tavsiyesi neydi ve Nebiyyi-i Zîşan Efendimiz neyi tavsiye etmekteydi?..
Hadis-i Şeriflerin yer aldığı kaynaklar aynı zamanda bizlere tarihi olayları da aktarırlar. İşte gerçekleşen bir olay ve aktarılan söz konusu hadis-i şerifin, Sahih-i Buhâri, el-Muvatta ve Sahih-i Müslim adlı eserlerde yer aldığı bilgisini de bu vesileyle paylaşmak isteriz.
Hicretin üzerinden on yedi sene geçmişti. Hz. Ömer'in halifelik yıllarıydı. Çok değer verdiği Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'ı komutan tayin ettiği ordusunun başında Şam tarafına göndermişti. Bir süre sonra kendisi de Şam bölgesine gelmiş ve Serğ isimli bir köyde buluşmuşlardı…
Karşılaştıklarında Ebû Ubeyde, Şam civarında vebâ (tâun) salgını olduğu bilgisini paylaştı halifeyle… Bunun üzerine Hz. Ömer durumu görüşmek ve bir karara varmak için Mekke ve Medineli sahabîleri toplayarak istişarelerde bulundu. Ancak bu istişarelerden bir sonuç çıkmadı. Çünkü onlardan bir kısmı, "Sen Medine'den bir görev için çıktın, bu görevi tamamlamadan geri dönmen uygun olmaz" derken, bir kısmı ise "İnsanları tehlikeye atmanı doğru bulmuyoruz." demekteydiler.
Hz. Ömer, bu kez Mekke fethine katılmış muhacirlerle ve Kureyş'in ileri gelenleriyle istişare etmeye karar verdi. Bu istişarede görüşüne başvurduğu kimseler, insanları vebâ tehlikesine muhatap kılmama adına ittifakla geri dönülmesi kanaatini ortaya koydular. Bunun üzerine Hz. Ömer, Medine'ye geri dönülmesi emrini verdi. Ancak aldığı bu karar ordu komutanı Ebû Ubeyde b. el-Cerrah tarafından yadırgandı… İkili arasında geçen diyalog dikkat çekicidir:
-Yâ Emire'l-Mü'minîn! Sen bu kararı almakla Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?
-Keşke bu sözleri söyleyen sen olmasaydın Ey Ebû Ubeyde!.. Evet, Allah'ın kaderinden yine O'nun kaderine kaçıyoruz. Söyler misin, develerini otlatmak için, biri verimli otu bol, diğeri kıraç toprağı olan iki yamaçlı bir vadiye götürsen ve onları ister otu bol yerde, ister çorak yerde otlatsan, sonuçta her iki yerde de Allah'ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?..
Tam bu esnada Peygamberimizin değer verdiği ve sahabiler arasında üstün bir mertebeye sahip olan Abdurrahman b. Avf yanlarına gelir ve konuya vakıf olunca, "Bu hususta bir bilgiye sahibim" diyerek Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu nakleder: "Şayet bir yerde vebâ hastalığı olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Sizin bulunduğunuz bir yerde meydana gelmiş ise oradan da ayrılmayın."
Hz. Ömer, Abdurrahmn b. Avf gibi değerli bir sahabinin aktardığı bu hadis ile aldığı kararın desteklendiği ve isabetli olduğu ortaya çıkınca Allah'a hamd ü senâda bulunur ve orduya geri çekilme emri vererek Medine'ye dönerler…
Konuya devam edeceğiz. Sağlık ve esenlik dileklerimle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay