Geride kalan iki haftalık süreçte birkaç felaket ve musibete sahne oldu ülkemiz… Önce 24 Ocak'ta meydana gelen şiddetli depremde Elazığ-Malatya il merkezleri, ilçe ve köylerinde yıkılan evlerin enkazı altında kalarak can verenlerin sayısı 41 oldu. Devlet-millet dayanışması içinde bu ağır felaketin yaralarını sarmaya çalışırken, katil rejimin zalim ve hâin unsurları tarafından Suriye/İdlib'deki Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik kalleşçe saldırıda 5 Mehmetçiğimiz ve 3 sivilin şehadet haberi dağladı yürekleri… Ardından Van-Bahçesaray karayolunda 24 saat içinde art arda meydana gelen çığ felaketlerinde yine toplam 41 kişi hayatını kaybetti. En son yaşanan uçak kazasında ise pist dışına çıkarak üçe bölünen uçak üç kişiye mezar oldu… Tüm bu felaketler, yitirilen canlar yanında tedavileri devam eden yüzlerce yaralı bıraktı geride… Ve bir de, kutsal vatanî görevlerini yaparken şehadet mertebesine yükselen askerlerimiz ve bu felaketlerde ebedi âleme göçen canlar, ardında yüzlerce gözü yaşlı, gönlü yaralı eş, evlat, ana-baba-kardeş ve yakınlar bırakarak gittiler… Kısacası 2020 yılının Ocak ve Şubat ayları, ülkemiz ve milletimiz adına felaket ve musibetleriyle unutamayacağımız bir zaman dilimi olarak yer etti hafızalarımızda…
Yaşanan felaket ve musibetler karşısında yazılıp-çizilenler, sosyal ve sanal mecralarda ortaya atılan fikirler ve yapılan yorumlar –doğrusunu söylemek gerekirse- toplum olarak ne ihtisas gerektiren bilim dallarında ne de önemli bir saha olan din alanında yeterli bilgiye sahip olmadığımızı ortaya koydu… Bu durum sadece bu acılı süreçte değil, bundan önce de farklı zamanlarda rastladığımız bir durumdu doğrusu… Ancak işin içinde can kayıpları olunca ilgili-ilgisiz herkesin, bilgi sahibi olmadan fikir beyan ettiği; varsayımlara ve hatta vaki olmayan durumlar üzerine bina ettiği görüşleriyle itham ve iftiraların ortaya çıkmasına sebep teşkil ettiği bir ortamda "katlanılması" ve "kabul edilmesi" imkânsız sonuçlar doğurdu…
Bugünkü yazımızda felaket ve musibetler karşısında bir Müslüman; Allah'a ve O'nun bize inanmamızı emrettiği bütün kutsal değerlere inanan bir mümin olarak nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini, nasıl bir duruş sergilememiz ve davranışta bulunmamız icab ettiğini ele almaya çalışacağız. Söyleyeceklerimizin temelinde, Kur'an-ı Kerim'in ayetleri ve Sevgili Peygamberimizin hadisleri olacaktır. Zira O Yüce Resul'ün buyurduğu üzere, "Sözlerin en güzeli Allah'ın Kitabı'dır. Yolların en güzeli ise Hz. Muhammed'in yoludur."
MUSİBETLER VE FELÂKETLERLE DOLU SÜREÇ: DÜNYA HAYATI
Abdullah ibni Mes'ud'un (ra) aktardığına göre bir gün Peygamberimiz (sav) elindeki bir çubukla kumun üzerine bir şekil çizmişti. Şekil net bir biçimde şunu göstermekteydi: Bir kare içinde düz bir çizgi; bu çizgiye yakın başka çizgiler ve kareyi de kuşatan başka bir çizgi… Bu şekillerin ne ifade ettiğini sorunca ashab-ı kiram hep bir ağızdan "Allah ve Resulü en iyisini bilir" demek suretiyle sözü Peygamber Efendimize bırakmışlardı…
Çizdiği şekli şöyle açıkladı Resul-i Ekrem Efendimiz: "Karenin ortasındaki çizgi insandır. Onun yanındaki küçük çizgiler, insanı her yönden saran musibetlerdir. Bunlardan birisi ona isabet etmezse bir diğeri her hâl ü kârda isabet eder. Kare şeklindeki çizgi, insanı kuşatan ecelidir. Karenin dışındaki çizgi ise onun emeldir; ümit ve hayalleridir."
Şekil çizerek açıkladığı üzere, insanoğlunun birtakım ümitleri ve hayalleriyle yaşadığı dünya hayatında dört bir yandan kuşatılmış bir ecel ve etrafında her an ona isabet etmesi muhtemel musibetlerle dolu bir hayat yaşadığını ifade etmişti Peygamberimiz… Kısacası sınavsız ve musibetsiz bir hayat söz konusu değildi…
Dahası, bir başka hadis-i şerifinde, insanlar içinde en çetin musibetlere, Allah Teâlâ'nın insanlar içinden seçerek gönderdiği kutlu elçileri başta olmak üzere kademe kademe iyi, salih ve sevgili kullarının muhatap olduklarını ifade etmiş, kimsenin bu hususta müstesna tutulmayacağını vurgulamak istemişti âdetâ...
BELÂ VE MUSİBETLERE EN ÇOK MUHATAP OLANLAR: PEYGAMBERLER VE SALİH KULLAR
Peygamberler Tarihi bu konuda son derece dikkat çekici olaylara sahne olmuştur diyebiliriz. Hz. Adem ve Hz. Nuh, evlat acılarıyla; Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya zalim toplumları tarafından şehid edilerek; Hz. İbrahim canı, malı ve ciğerparesi evladıyla; Hz. Ya'kub çok sevdiği oğlunun hasretiyle, Hz. Eyyub, çocuklarını, servetini ve sağlığını kaybetmek suretiyle çeşitli belâ ve musibetlere muhatap olmuşlardır. Onlar dışında hem Kur'an-ı Kerim ayetleri hem de Peygamberimizin hadislerinde aktardığı bilgilerle insanlık tarihinde nice iyi, salih ve sevgili kulların da çeşitli vesilelerle belâ ve musibetlere düçar oldukları görülecektir. İnsanlara örnek gösterilen tüm bu şahsiyetlerin ortak bir özelliği söz konusudur: Onlar, başlarına gelenlere "sabreden" kimselerdir. Yine onlar, "Veren de Allah'tır. Alan da…" diyebilenlerdir.
Son Nebi Peygamber Efendimizin (sav) hayatına baktığımızda ise görülecektir ki, birçok yönden bela ve musibetlere muhatap olmuş ve her defasında başına gelenlere karşılık eşi-benzeri olmayan bir sabırla mukabele etmiştir. Peygamberimizin şu hadisi-i şerifi son derece anlamlıdır:
"Müslümanlar benim başıma gelen musibetlere bakarak kendi musibetleri karşısında metanetli olsunlar."
Acaba Sevgili Peygamberimize bu sözü söyletecek ne gibi musibetler söz konusuydu?.. Başına gelenler neydi?..
Bu soruların cevabını ve onlardan çıkaracağımız dersleri inşâallah bir sonraki yazımızda ele alacağız.
Selamet ve âfiyet dileklerimle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay