Malum olduğu üzere sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Dinî ve sosyal hayat açısından önemli kararların alındığı ve uygulamaya konulduğu bir haftayı geride bıraktık. Geçen hafta bugün, öğleden sonrasında Diyanet İşleri Başkanı bir açıklama yaparak camilerde cemaatle namaz kılınmasına -karantina ve sosyal izolasyon tedbirleri çerçevesinde- son verildiğini açıkladı. Ardından Perşembe günü yapılan ikinci bir açıklama ile Cuma namazının da kılınmayacağını bildirdi. Yıllardır ilk defa bir kandil gecesi camiler boş kaldı. Koca bir neslin daha önce yaşadığını hiç hatırlamadığı "cumayı kılmamak ve kandili kutlamamak" hadiselerini yaşamış olduk; ülkece, milletçe…
Yine bu süreçte önce tavsiye niteliğinde sonra da kesin talimat ve para cezası müeyyidesiyle 65 yaşın üstündeki yaşlılarımızdan "evde kalmaları" istendi… Gerçekleşen ölümlerde neredeyse tamamının yaşlılardan oluşması ve risk grubunda ilk sırada onların gelmesi devleti böyle bir karar almaya itti… Peki, tavsiye ve telkin safhasında devletin bu iyi niyeti yaşlılar tarafından gereği gibi kabullenildi mi diye soracak olursak, cevap ne olur, dersiniz? Maalesef, yaşları ve hayat tecrübeleri itibariyle en çok kendilerinden anlayış beklenen yaşlılarımız gereken anlayışı göstermediler, gösteremediler…
Kimisi, "amca senin evde kalman gerekmiyor mu?" sorusuna, "sarımsak içtim. Bana bir şey olmaz!" cevabını verdi. Kimileri banklarda oturup günlük sohbet seanslarını devam ettirdi. Bir başkası, kendisine eve gitmesi yönünde baskı yapınca bıçak çekti. Kimisi scooter ile sahil bandında "gezinti" yaptı. Kimisi de dedesinin, yaşını büyük yazdırdığını söyleyerek aslında 65 yaşından daha küçük olduğunu! söyleyerek savunmada bulundu. Görünen o ki, devletin, maaşlarına ulaşma hususunda gösterdiği kolaylıklar, belediyelerin, ihtiyaçlarını kapılarına kadar getirmek suretiyle sağladığı imkanlar, kısacası bütün bu olumlu durumlar, yaşlılarımızın evde kalmalarını kendileri için "makul" ve "kolay" hale getirmek için yetmeyecek!.. Acaba hiç düşündük mü, onların evde kalmaktan; evde vakit geçirmekten hazzetmeyişlerinde nasıl bir psikolojik faktör rol oynamaktadır?.. Biz bu faktör/faktörler belirlenmeden, çözüm yönünde gereği/gerekleri yapılmadan yaşlıların evde kalmalarını sağlamak mümkün gibi gözükmüyor kanaatindeyiz… Bakalım aşağıdaki satırları okuduktan sonra siz de aynı kanaate sahip olacak mısınız?...
Din Eğitimi kavramı, kişinin dinî bir eğitim-öğretim, terbiye-telkin, tavsiye-öğüt gibi hususlara muhatap olması anlamına gelir. Çocukluk yıllarından başlayarak, gençlik ve yetişkinlik yıllarında ailede ve okulda; işte ve sosyal hayatta; bazen de profesyonel anlamda eğitim-öğretim verilen orta ve yüksek eğitim kurumlarında devam eder. Ancak din eğitiminin yaşlılık döneminde de var olduğu ve var olması gerektiği konusu pek çok kişinin gözünden kaçar. İlahiyat fakültelerinde bir anabilim dalı olarak, hem alanıyla ilgili muhtelif konularda bilimsel araştırmalar yapan hem de yükseköğrenim çağındaki öğrencilerini; İslam dininin çocuklara, gençlere, yetişkinlere sağlıklı ve yeterli bir şekilde anlatılması için doğru metotlar ve başarılı teknikler konusunda bilgilendiren/donanım sağlayan Din Eğitimi Anabilim Dalı, aynı zamanda "yaşlıların din eğitimi" konusunda ciddi, derinlikli ve sonuçları itibariyle değerli çalışmalar/araştırmalar yapan bir bilim dalıdır.
Din Eğitimi Anabilim Dalına mensup birçok araştırmacının son yıllarda yaşlılar üzerine gerçekleştirmiş oldukları bilimsel çalışmalar şunu ortaya koydu: Yaşlılık dönemi, -sanılanın aksine- insanların diğer zamanlardan daha çok ilgiye ve alâkaya ihtiyaç hissettiği dönemdir. Yaşlılık dönemi emeklilik ile birlikte çalışma ve üretme, eser ortaya koyma ve başarma durumlarının/duygularının sona erdiği, sahip olunan birtakım imtiyaz, kudret, yönetme ve âmir olma gibi imkânların elden çıktığı, böylece kişide bir psikolojik boşluğun meydana geldiği zamanlardır. Yine yaşlılık dönemi, ayet-i kerimedeki dikkat çekici ifadeyle, "yaratılış özelliklerinde birtakım kayıpların" yaşandığı (bkz. Yâ Sin, ) zamandır. Bir diğer ifadeyle gözlerde görmenin, kulaklarda duymanın, ellerdeki gücün-tutmanın, dizlerde kuvvetin-dermanın azaldığı bir dönemdir vesselâm… Kısacası bu kadar önemli kayıpları bizzat yaşayan kişi artık bu dönemde kendinin eskisi kadar "güçlü" ve "kudretli" olmadığının farkındadır. Şayet bunlara bir de sağlık sorunları eşlik ediyorsa durum daha "olumsuz" bir nitelik arz ediyor denilebilir…
Şartlar bu minval üzere iken belli bir yaşın üstünde olan yaşlılar kitlesinin her şeye rağmen hayata ümitle bakabilmesini, kaybedilen imkanların bu dünya hayatının bir gerçeği olduğunu, çekilen sıkıntıların ve acıların mutlaka bir karşılığının bulunduğunu düşünebilmesini ancak sahip olduğu "inanç" sunmaktadır kendisine… Eğer çocukluk yıllarında sağlam ve yeterli bir din eğitimi almış, gençlik yıllarına bu inancının gereği olan ibadetlerle adım atmış ise; yetişkinlik yılları ibadetlere sahne olan bir zaman dilimi olmuşsa, yaşlılık dönemini yaşayan kişi için evi, Kur'an ile beraberliğin, zikir ve tesbihat ile arkadaşlığın mekânıdır… Camilerin açık olduğu zaman diliminde gününü belirli vakitlerinde gittiği namazlar, şimdiyse onun evindeki seccade üzerinde edâ edilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ, Son Nebi Hz. Muhammed (sav) için "yeryüzünü mescid kılmıştır." Dahası, ayet ve hadislerde ifade edildiği üzere, her bir mümin ve Müslüman bir fert için "Allah'ın adının anıldığı evler, meleklerin dikkatini çeken, onları cezb eden, okunanlara kulak verdikleri mekânlardır."
Bütün mesele, yaşlıları, onlar için böylesi zamanlarda evlerinde kalmaktan zevk alacak bir bilgi ve dinî tecrübe donanımına sahip kılmaktan geçiyor. Bu ise yaşlılık döneminden önce halledilmesi gereken bir hakikat, ne çâre… Yine de problemi elden geldiğince çözme adına, özellikle her bir din görevlisinin, aynı zamanda manevi rehberlik göreviyle görevli olduğunu da düşünerek gerek cami cemaatinin gerekse komşusu olan mahalle-site sakinlerinin bu yöndeki ihtiyaçlarına ilgi ve alâka göstermesi şu kritik zamanlarda son derece makbul bir iş olacaktır…
Özellikle yaşlılarımıza sağlık ve afiyet; tüm hastalarımıza âcilen şifalar dileğiyle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay