Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

“Sana ‘yakîn’ gelinceye dek, ibadet edenlerden ol”

Bugün bayram…
Ramazan-ı Şerif'in sonundaki sevinç günleri…
İbadetlerin ardından Hak Teâlâ'nın rızasının tecellisiyle kulun gönlünde oluşan huzur ve sürur duygularının tüm benliğini kapladığı zaman dilimi…

Bugün bayram…
Çocukların en güzel elbiselerinin giydirildiği, süslendiği, harçlıklarla sevindirildiği günler…

Bugün bayram…
Yaşlıların gençlerden, yakınlardan ve hatta uzakta olanlardan bile bekledikleri ilgi, tebrik ve saygının sunulması, tatlı sözlerle ifade edilmesi gereken günler…

Bugün bayram…
Küskünlüklerin, kırgınlıkların sona erdiği/ermesi gerektiği; Allah'ın rızası ve hoşnutluğu için nefsini bir kenara bırakıp gönül evini imar edip gönüller kazanılacak günler…

İslam Dünyası olarak bu bayrama da yine hüzün, gam ve keder duyguları içinde girdik maalesef… Salgın hastalığın tüm dünyada insanlar arası ilişkileri ciddi anlamda sınırladığı, iletişimi engellediği ortamda bir de İslam Dünyası'nın en önemli sembol mescidlerinden biri olan, adı Kur'an'da zikredilen; şânı, Son Nebi'nin mübarek sözleriyle ifade buyrulan Mescid-i Aksâ'ya ve etrafındaki "mübarek kılınan" mekânlara, mahallelere ve sakinlerine karşı zalim İsraîl reva gördüğü insanlık dışı muameleler, atılan bombalar, mermilerle yaralanan ve can veren Kudüslü din kardeşlerimiz; yanı sıra Gazze'deki masum sivillerin üzerine yağdırdığı bombalarla can veren onlarca çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-ihtiyar müslümanlar, bayrama ulaşamadan zalimce katledildiler…

"Mümin kardeşinin derdini önemsemeyen, onun derdiyle dertlenmeyen, onlardan biri sayılmaz" hadis-i şerifinde buyrulduğu üzere, bu derdi "dert bilmek"; acıyı yüreğinde "hissetmek" her müminin, sorumluluk taşıması gereken ve aynı zamanda mahşer günü hesabı-sorgusu olan bir durumdur. Dolayısıyla bayram günlerinde bile bu derdi yüreğimizde taşımak ve yapılması gerekenleri de geri bırakmamak gibi iki ayrı sorumluluk taşıdığımızı ifade etmeliyiz. Bu sorumluluk, yeryüzünün mazlum Müslümanlarını unutmadan yakınımızda ve çevremizdeki ilgiye ve şefkate muhtaç her bir kişiye bayram sevincini yaşatabilmektir…

Elinizdeki kırık-dökük bayram yazısı da işte bu niyetle kaleme alınmıştır diyebiliriz. Zira olumsuzluk namına pek çok hadisenin, değil bir bayram yazısı yazmak; birkaç kelam etmeye bile mecal bırakmadığı şu ortamda; bayramı "yaşaması" gerekenlerin varlığını da kabullenmek ve hususta da bir şeyler yapmak bir "vazife" olarak duruyor omuzlarımızda…

Ve yine ezeli ve ebedi diyebileceğimiz bir vazife daha duruyor karşımızda… "Her hâl ü kârda Allah'a kulluğa devam etmek!" Çünkü kullukta yaşanacak bir boşluk, oluşacak bir eksiklik, Şeytan ve Nefs ikilisi tarafından mutlaka "batıl" ile doldurulacaktır; bundan kaçış yok… Hz. Peygamber (sav) Efendimizin "Göz açıp kapayınca kadar" bile olmasını istemediği bir hakikattir, Şeytana ve Nefsin eline düşmek!.. Kaybettiğinin farkında bile olamadan "kaybedenlerden" olmak, bir başka ifadeyle…

İşte Hicr suresinin son ayeti, muhatap olarak Son Nebi (sav) Efendimize hitap ederken aslında onun şahsında kıyamet sabahına kadar gelecek nesiller içindeki bütün müminleri muhatap alıyor: "Sana ölüm gelinceye kadar ibadetine devam eden bir kul ol!" Çünkü insanoğluna en çok yaraşan; kendisini yaratan, yaşatan, besleyip büyüten Mevlâsı'na kul olmanın şuurunu taşıması ve bu mertebeye nâil olmasıdır. Zira kulluk, peygamberlikten önce zikredilen bir yüce makamdır. Nitekim pek çok ayet-i kerimede peygamberlerden "O, ne güzel bir kuldu!" diye bahsedilirken, İslam'a giriş sözlerini barındıran Kelime-i Şehâdet'te de bu duruma tanıklık etmekteyiz: "… Ve yine şahitlik ederim ki, Hz. Muhammed, Allah'ın kuludur ve elçisidir…"

İşte bu sebeple, Allah'a kulluğu ifa edebilmenin yollarını arayıp bulmak ve bir "güzel kul" olmanın çabasını sarf etmeli ki, yaşanan hayat bir Ramazan hassasiyeti taşısın… Böylece bu hayat artık imar edilmiş bir "güzel ömre" dönüşsün ve ardından gelen ölüm, kul için adeta bir bayram, bir düğün ve seyran olsun. Çünkü böylesi güzel kulları melekler uğurlayacaktır ebediyet yurduna… Tıpkı Fussilet suresinde ifade edildiği üzere…

"Rabbimiz Allah'tır" deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: "Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin!

Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah'tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz." (Fussilet, 30-32)

Hüznümüz, gam ve kederimiz, bu bayramda da sorumluklarımızı bize unutturacak şekilde bizi mahkum etmemeli… Tıpkı Mescid-i Aksâ'nın komşuları Kudüs sâkinlerinin, her türlü olumsuzluğa karşı güçlü iman ve sarsılmaz inancıyla direndiği gibi…

Ve tıpkı bir resim karesindeki Filistinli çocuk gibi… Hani, Mescid-i Aksa'nın bahçesinde bir taraftan direniş için düzenlenecek toplantıya katılmak için orada hazır bulunan, bir taraftan da önüne açtığı kitapları ve defteriyle öğrenciliğine devam eden sorumluluk sahibi çocuk!..

Bugünkü yazımızı şair Cengiz Numanoğlu'nun "İbadet" isimli şiirinden beyitlerle bitirmek arzusundayız. Zira bu şiir, eğer niyetine girersek, ne kadar çok ibadet, yani "Allah'a kulluk" noktalarımızın olduğunu hatırlatıyor bizlere…

Sizin, sevdiklerinizin, memleketimizin, milletimizin ve tüm İslam Dünyasının, huzur, sevinç, sağlık ve afiyet içinde idrak edeceği bayramlara ulaşmak dileğiyle, "Bayramınız Mübarek Olsun!"…

İBADET…
Küçük bir tebessüm, içten bir selâm,
Dosta hatır soran, bir iki kelâm,
Kısaca diyor ki, insana İslâm;
İhlâsla yaptığın, herşey ibâdet.

Kalbin, 'istem dışı' vuruşlarını,
Göklerin, direksiz duruşlarını,
Maddenin verdiği, ipuçlarını;
Akıl tığlarıyla, örmek ibâdet.

Bahar tenindeki, binbir kokudan,
Binbir kanattaki, renkli dokudan,
Balıktaki pul pul, gümüş takıdan;
Onu 'Vâreden' e, varmak ibâdet.

Gönül buzlarını, sevgiyle delmek,
Melekle insanın, farkını bilmek,
Kulda kusur varsa, affedip silmek,
Kırılmış bir kalbe, girmek ibâdet.

Ölümün açtığı, derin yarayı,
Kapatmaz.. Versen de, köşkü sarayı.
Bir evlâd kaybeden, bahtı karayı,
Dilin merhemiyle, sarmak ibâdet.

Bir 'fiskos' modası, almış yürürken,
Gıybet, günden güne, rağbet görürken,
Şeytânî dürtüler, nefsi bürürken,
Diline bir kilit, vurmak ibâdet.

Bir rüyâ tokluğu, dünyalık sefâ,
Gör ki; ne cânânda, ne canda vefâ.
O Dost pınarından, günde beş defa;
Secde şerbetini, içmek ibâdet.

İftar saatinde, paslı dillerle;
Sağnak dualardan, kopan sellerle;
Yedi kat semâyı, delen ellerle;
Nîmet sofrasını, açmak ibâdet.

Şeytan der ki: zinâ, içki ve kumar,
Beşere vurduğum, en büyük şamar,
Vah ki; o şamardan kimler ne umar.
Dost ile düşmanı, seçmek ibâdet.

Sanma ki; mezarlık, tenhâ, korkulu,
Duâlar bekleyen, ruhlarla dolu.
Kim ki; kabristana, düşerse yolu;
Bir fatihâ ile, geçmek ibâdet.

Hakk aşkıyla doruklara çıkıp da;
Beytullah'a, kalp gözüyle bakıp da;
Gönül tüllerinden, kanat takıp da;
O çorak çöllere, uçmak ibâdet.

Servet, şöhret, makâm, nişan ve ünvân;
Hepsi, bu dünyada birer imtihan.
Tut ki; alkışlarla, dolsa da cihân,
Gurur ve kibirden, kaçmak ibâdet.

Firdevs'e adaydır, gelen her beden,
O'na ancak varır, Kur'ân'la giden.
Bize fırsat için, ömür lûtfeden;
Lâtif Sevgili'ye, azdır ibâdet.

Allah aşkı ile, dolanlar için;
O yüce makâm'ı bulanlar için;
Namazı, mîraç'la, kılanlar için;
Âşıktan Mâşûk'a, nazdır ibâdet.

Biliyorsa eğer, göz bakmasını;
Bir ziyafet görür, çorba tasını.
Dünya sofrasının, her lokmasını,
Nîmet bilinciyle, tatmak ibâdet.

Her gece, uykuya dalmadan önce;
Hesaba dalıp da, inceden ince;
Rabb'in huzurunda, durup kalbince,
Şehâdet getirip, yatmak ibâdet.

O, sabâ makâmı, tiz perdelerden,
Çağlayıp inerken, minârelerden,
Yağarken sabahın nûru seherden;
Yorganı fırlatıp, atmak ibâdet.

Bir görünmez kazâ, olsa da neden,
Hasta yatağında, kıvransa beden,
Mevlâ'dan gelene, isyân etmeden,
Sancılara sabır, katmak ibâdet.

Ahlâkın güzeli, Rabb'in nîmeti;
Kusur gizleyene, açar Cenneti.
Taa mezara kadar, dost emâneti;
Sırları kusmadan, yutmak ibâdet.

Elinde neşterle, hasta başında;
Belinde silahla, sınır taşında;
Yol kesen eşkiyâ, kâtil peşinde;
Görev inancıyla, dolmak ibâdet.

Herşeyde bir sebep, vardır elbette;
Bütün düğümlere, çözüm niyette.
Yaşanan her hayır ve musibette;
İlâhî bir mesaj bulmak ibâdet.

Bu ölüm telâşı, bu korku neden?
Ayrılacak bir gün, can ile beden.
Gerçeği görüp de; henüz ölmeden;
Ölümle, arkadaş olmak ibâdet.

Kimi görmez, önündeki aşını,
Dolu görür, başkasının boşunu,
Bırakıp da, kıskançlığın peşini,
Hasedi, şükürle yıkmak ibâdet.

Sevgi; sabunudur, gönül kirinin.
Rahmet bedeli var, her özverinin.
Hele bu dünyadan, giden birinin;
Varsa, kul borcunu, silmek ibâdet.

Geçim çarkı, helâl suyla dönerken,
Yollara düşüp de, her sabah erken,
Allah'ın adıyla, işe giderken;
Atılan her adım, ayrı ibâdet.

Cengiz Numanoğlu (1991)

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.