Hicretin üzerinden 1442 yıl geçmiş… Orucun, hicretin ikinci yılında farz kılındığı düşünülecek olursa bu demektir ki, 1440 yıldır oruç ibadetiyle mükellef olmuş müminler… İslam dünyası her yıl, önce gönüllerimize, sonra evlerimize, ardından mahallemize, şehrimize, ülkemize ve tüm İslam coğrafyasına kutlu bir misafir olarak gelen oruç ibadetini, 14 asırdır önemsemiş, benimsemiş ve ifa etmeye çalışmış, yıllardır ve asırlardır…
Dinî hayat üzerine yapılan araştırmalar, sadece ülkemizde değil, tüm İslam âleminde en çok yerine getirilen ibadetin oruç olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun sebepleri üzerinde Din Sosyolojisi ve Din Psikolojisi gibi beşeri bilimler çeşitli araştırmalar yapmış ve kendi alanlarına yönelik elde ettikleri bulguların sonuçlarını paylaşmışlardır, zaman içinde... Her bir bilim alanı için orucun son derece zengin bulgular taşıdığını ifade ederek yetinelim ve detaylı bilgileri ilgili alanların yaptığı çalışmalara bırakalım isterseniz. Ama şunu ifade etmeden de geçmeyelim: Orucun diğer ibadetlerden en önemli farkı; diğer ibadetlerden ayrıldığı en önemli nokta, içine "riya" karışmayan bir ibadet olmasıdır. Ondaki –eskilerin 'alâmet-i fârika' dedikleri- bu farklı özellik, taşıdığı birtakım unsurlar ve vesile olduğu birtakım sonuçlarla alakalıdır. Şöyle ki, gerek niyetle başlayan ve gün boyu devam eden "imsak" yani kendini uzak tutma hali ve iftarda duyulan heyecan; gerekse toplu halde açılan iftarlar ve kılınan namazlar dinî duygu ve tecrübe adına bu ibadete farklı bir nitelik kazandırmaktadır. Öte yandan tutulmaya başlandıktan birkaç gün sonra insan organizmasının bu yeni beslenme programına çok rahat bir şekilde uyum sağladığı ve sadece ruhsal olarak değil bedensel bir sükunet ve rahatlık hissedildiği de bir hakikattir. Dolayısıyla oruç nev-i şahsına münhasır bir ibadet olarak karşımızda durmakta ve her geçen gün yeni hikmetleri ortaya çıkmaktadır diyebiliriz.
Bugünkü yazımızda Bakara suresinin 183. ayetinde orucun farz kılınmasıyla ilgili olarak Allah Teâlâ'nın buyruğunda dikkat çeken bir nokta üzerinde durmak istiyoruz:
Ey müminler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç ibadeti farz kılındı. Umulur ki, bu ibadeti yerine getirerek "müttaki"lerden olursunuz.
Ayet-i kerimenin bitişindeki "lealle" ifadesiyle, -ilginçtir ki sonradan gelen 185-186-187. ayetlerde de tekrarlanmaktadır- âdetâ şartlarını yerine getirerek tuttuğumuz orucun bize kazandıracağı özelliklerden, ulaştıracağı mertebelerden söz edilmektedir. Bunları birer birer Ramazan süresince ele almayı düşündüğümüzü ifade ederek biz bugünkü konumuza dönelim.
ORUCUN İNSANA KAZANDIRACAĞI MERTEBE: TAKVÂ
Bakara suresinin 183. Ayetine baktığımızda, ilahi buyruğun, "lealleküm tettekûn" ifadesiyle sonra erdiği ve orucun bize kazandıracağı ilk özelliğin "takvâ" kavramı olduğu görülecektir.
Ramazan ayının ilk günlerde özellikle medyada bu husus üzerinde durularak sohbetler yapılması, konuşmalarda bu noktaya dikkat çekilmesi sevindirici bir durum… Çünkü orucun sadece böyle bir kazanıma vesile olması bile insan için en değerli kazançtır denilebilir. Sebebine gelince, İslâm Dini, kişinin, "Allah'a kul olma şuurunu taşımak, helalini helal bilmek, haramını haram kabul etmek suretiyle Allah'ın koyduğu sınırlara ve ölçülere özen göstermek" anlamına gelen "takvâ" anlayışını/özelliğini aslında her ibadetin kabulü için bir "ön şart" mesabesinde görmüştür:
"Bu kitap, içinde hiçbir şüphenin olmadığı ve takva sahipleri için bir hidayet rehberi olan Kitaptır." (Bakara, 2) ayetinde Kur'an'ın, takva sahipleri için bir hidayet rehberi olduğuna dikkat çekilmiş; Mâide suresinin 27. ayetinde ise ibadetlerin kabulünde "takva sahibi olmak" şartı getirilmiştir.
Bu ayetlere ilave olarak zikredeceğimiz şu bilgi ise belki de konunun önemini en yalın ve en etkili ifadelerle ortaya koymaktadır.
"…. Hac yolculuğu için yanınıza azık edinin. Ama bilin ki, en hayırlı azık takvâdır." (Bakara, 197)
Nitekim bu ayette, önce hac ibadetinin vaktinden, hacda yapılmaması gerekenlerden bahsedilmiş, hac için çıkılacak yolculukta gereken azığın edinilmesi tavsiye edilmiştir. İşte tam bu noktada, maddi hazırlık manasındaki "ez-zâd" yani azık (yolculukta ihtiyaç duyulan gıda) kavramına manevi bir anlam yüklenmiş ve bu maksatla edinilecek azıkların en hayırlısının, "Takvâ" olduğu vurgulanmıştır. Biraz önce ifade ettiğimiz üzere bir anlamı da "kulluk şuuru/Allah'a kul olmanın bilincini taşımak" olan Takva'dan bahseden bu ayet bile Hac ibadeti için çıkılacak yolculukta yol hazırlığı adına yapılacak işlerin temelinde manevi bir hazırlık olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Adeta dikkatimiz hayat yolculuğu için de bir hazırlık gerektiğine ve bu hazırlığın aslında bir manevi hazırlık olması icab ettiğine işaret vardır. Bu manevi hazırlığın, doğrudan ilişkili olduğu kavram ise "Takvâ"dan başka bir şey değildir.
Şimdi geliniz "Kur'an Yolu" adlı tefsirden bu ayetle dikkatimiz çekilen Takvâ kavramını incelemeye ve anlamaya çalışalım…
"Önemle vurgulanması gereken husus, Takvâ'nın tâzim, hürmet, saygı, utanma gibi kelimelerle ifade ettiğimiz yüksek ahlâkî faziletler için kullanıldığıdır. Hangi konumda geçerse geçsin, Kur'an'da kullanılan takvâ'da bu anlam mutlaka vardır. Fakat takvâ, her şeyden önce Allah'a saygı ve O'nun koyduğu kuralları ihlâl etmekten sakınmaktır. Bu sebepledir ki, kanaatimizce, Kur'an'da sık sık tekrar edilen "ittekû" ve benzeri ifadeleri "Allah'tan korkunuz" şeklinde tercüme etmek, tam olarak Kur'an'ın maksadını yansıtmamaktadır. Zira Kur'an dilinde takvâ, patolojik bir duygu anlamındaki korku değil, –tabir yerindeyse– çok sevdiğimiz, saydığımız ve aynı zamanda azabına uğramaktan kaygı duyduğumuz Allah'ı gücendirmekten korkmak, yani O'na ve O'nun koyduğu dinî ve ahlâkî kanunlara saygı duymaktır.
Pek çok ayette açıkça görüldüğü üzere, Kur'an-ı Kerîm'in büyük önem verdiği takvâ kavramı, başlıca şu iki temel anlamı içermektedir: a) Takvâ, itikadî konularda yanlış ve bâtıl inançlara kapılmaktan, ahlâkî ve amelî konularda ruhu kirleten kötü duygulardan, fena huylardan; eksik, kusurlu, zararlı ve haksız davranışlardan, İslâm dininde esasları belirlenmiş olan hayat tarzına uymayan bir yaşayıştan sakınmak, uzak durmaktır. b) Takvâ, bütün faaliyetlerde, ödevlerin yerine getirilmesinde, her türlü kötülüklerin terkedilmesinde öncelikle Allah'tan ittikadır; yani Allah korkusunu, O'na karşı saygılı olmayı ön plana çıkararak bu saygıyı, davranışların ve hayatın temeli, âyetteki deyimiyle "hayatın azığı" yani gıdası yapmaktır. İşte takvâ bütün bu erdemleri kapsayan en geniş kapsamlı fazilettir. Bu sebeple de maddî gıdaların bedenimizi beslemesi gibi –konumuz olan âyetin ifadesiyle– "azığın en hayırlısı" olan takvâ da ruhumuzu besler." (Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri, 1, 311-317)
Bu son derece manidar ve önemli tespitlere ek olarak sadece şunlar söylenebilir. Oruç öylesine bir ibadettir ki, o elinizden tutup sizi Takvâ mertebesine çıkaracaktır. Ama elinizden tutulması için de takvâ yüklü oruçlar tutmak gerekmektedir.
Dilerseniz bunun da yolunu ve yöntemini sonraki yazımızda ele almaya çalışalım ve sözlerimizi bir dilek ve temenniyle bitirelim:
Ramazan-ı Şerif'in feyiz ve bereketi üzerinizde dâim olsun; tuttuğunuz oruçların her biri sizi Takvâ mertebesine ulaştıracak birer basamak haline gelsin…