Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Kudsü Şerif’in diğer bir adıydı “Dârü’s-Selâm”

Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan Kudüs şehrinin, zaman içinde birçok katliam, yıkım ve yağmalamaya maruz kalmasına rağmen "barış ve esenlik yurdu" olarak anılmasını sağlayan güzel günleri, yılları ve çağları da oldu elbette… Bugünkü yazımızda, onu "Dârü's-Selâm" olarak da yâd ettirecek bir dönemden bahsedeceğiz. Bu bahsediş, hem yüce dinimizin, insanların din ve inanç hürriyetine verdiği önemi hem de şanlı ecdadımızın bu mübarek topraklara ne denli hassasiyet ve özenle hizmet ettiklerini ortaya koyacaktır. Öte yandan, yazımız hem Mescid-I Aksâ hem Kudsü Şerif hem de Filistin toprakları hakkında bugünkü nesil olan bizler için bir bilgilenme veya bilgi tazelenmesi işlevi görecektir belki de…

Aslında, gerek tarihi kaynaklarımız gerekse son derece zengin arşivimiz, bahsini ettiğimiz üç konuda çok geniş ve muhtevalı bir birikim sunar bizlere... Ancak günümüzde herşeyin hızla akıp gittiği bu dünya, bunları okuyacak, anlayacak imkanı elimizden çekip alıyor ne çâre… Bu sebeple zaman zaman hatırlatmalar, uyarılar, insanoğlu için kaçınılmaz bir gereksinimdir bugün… Gönül isterdi ki, vaktiyle, elinden gelen her şeyi bu mübarek ve mukaddes topraklar için seferber eden şanlı ecdadımızın oralarda yaptıklarını bilen ve o beldelerdeki muhteşem mirasımızın farkında olan bir nesil olabilseydik… Bu bize, hem nasıl yüce idealler taşıyan, mukaddesat aşığı bir ecdada sahip olduğumuzu öğretecek; hem de bir mümin olarak bu toprakların, bu şehrin ve bu mescidin bizim için ne ifade ettiği ya da etmesi gerektiği sorusunu gündemimize taşıyacaktı… Böylece bizler bu sayede, sadece her bir İsrail saldırısında gündeme alan, bir süre sonra unutan kişiler değil, her zaman ve zeminde Mescid-i Aksâ'yı, Kudsü Şerif'i ve "mübarek-mukaddes topraklar" olarak vasfedilen Filistin diyarını her hâl ü kârda yâd eden kişiler olacaktık… En son, geçen ay 259 canı bu hayattan alıp koparan o cânice saldırıların, bu önemli konuda bilgilenme ve bilinçlenme adına -acı da olsa- bir "dönüm noktası" olmasını temenni ve ümit ediyoruz.

Biraz önce, aslında tarihi kaynaklar ve arşivlerimizin bahsini ettiğimiz hususlarda çok zengin bir muhtevaya sahip oduğundan söz ettik. Şanlı ecdadımızın gerek Haremeyn-i Şerifeyn olarak bilinen Mekke-i Mükerreme ve gerekse Medine-i Münevvere için yaptıkları hizmetler yanında aynı hassasiyeti Kudüs şehri için de yaptıklarını görmekteyiz. Çünkü onların nazarında bu şehir, Kudsü Şerif'tir. Ona vasıf olarak düşündükleri "Şerîf" kelimesinin ise ayetler ve hadislerin işaret ettiği bir özellik olduğunu daha önceki yazdıklarımızdan rahatlıkla hatırlayacaksınızdır.

Bugünkü yazımızı, 2019 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan İnsanlığın Kırmızı Çizgisi Kudüs adlı eserin "Kudüs'te Osmanlı Vakıfları" adlı bölümünden yapacağımız alıntılarla oluşturacağımızı ifade etmek isterim. Bölümün yazarı olan Prof. Dr. Mefail HIZLI, bir İslam Tarihçisi olarak özellikle Osmanlı dönemine ait hem eğitim-öğretim kurumları hem de vakıflar hakkında birçok değerli çalışması yanında şanlı ecdadımızın insanlık hayrına Kudüs'te yaptığı hizmetleri ele alan çalışmalarıyla da biliniyor…

KUDÜS, ADALETİ HZ. ÖMER İLE TANIDI…

Osmanlı ecdadımızın, bu mübarek şehre, içindeki kutsal mabedlere, çevresindeki mukaddes topraklara bu denli önem vermesinde elbette ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerde emir buyurulan hususlar rol oynamıştır. Ancak özellikle sulh ile ilk kez fetholunduğu Hz. Ömer (r.a.) döneminde kendisinin şehrin sakinlerine gösterdiği muamele, sonraki dönemlerde her bir yetki sahibi idareci için belirleyici bir unsur olmuştur diyebiliriz. Prof. HIZLI da yazısında bu konuya değinerek şu manidar tespitlerde bulunuyor:

"İslâm coğrafyasına dahil olduğu 638 yılında, anahtarlarını teslim almak için Kudüs'e gelen Halife Hz. Ömer'in, şehrin ruhanî lideri ve ileri gelenleri ile birlikte şehri gezerken namaz kılma isteğine karşılık papazın kilisede kılabileceği yolundaki teklifini, kılacağı namaz sebebiyle daha sonraları o kilisenin camiye dönüştürülmesi ihtimalini ifade ederek nazik bir şekilde reddetmesi hususu, din ve vicdan özgürlüğü ile kutsal değerlere saygı açısından üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur.

Hz. Ömer'in Kudüs hıristiyanlarına gösterdiği muamele ve verdiği "Emânnâme" doğrultusunda, şehirde yaşayanların temel hak ve hürriyetlerini koruma adına din, mezhep, çalışma ve seyahat özgürlüklerini garanti altına almasının ne denli önemli olduğu şüphesizdir."

Hz. Ömer'in, o vakitler Kudüs şehrinin sakinleri olan hıristiyan halka gösterdiği nezaketli muamele ve verdiği "Emânnâme" sâyesinde, şehirde yaşayanların temel hak ve hürriyetlerini koruma adına din, mezhep, çalışma ve seyahat özgürlüklerini garanti altına aldığı görülmekteydi. Ancak bu âdil İslam Halifesi'nin başlattığı, barış ve huzur temin edecek uygulamalar, 1099 yılında Haçlıların Kudüs'ü istilâ ederken sadece müslümanları değil, şehirdeki yahudilerin hemen tamamını da katletmek suretiyle yüzyılı aşacak şekilde akamete uğradı. Nihayet 1187 yılında Selâhaddin-i Eyyûbî ile barış ve esenliğin yeniden canlanmaya başladığı Kudüs, bu özelliğini daha sonraki yüzyıllarda Eyyûbîler ve Memlükler dönemlerinde de büyük ölçüde devam ettirmişti. Ancak bu mübarek ve mukaddes şehrin, peygamberler mirası oluşuna ve manevî ruhuna yaraşan en uygun yönetim anlayışı dört asır boyunca Osmanlılar eliyle gerçekleştirilmiş ve Kudüs işte o zaman "bir barış ve esenlik yurdu" haline getirilmiştir denilebilir...

KUDÜS'DE İLK OSMANLI PADİŞAHI YAVUZ SULTAN SELİM

Prof. HIZLI'nın aktarımda bulunduğu kaynaklar, tarihçilerin verdiği bilgiler çerçevesinde Kudsü Şerif'i ilk ziyaret eden Osmanlı padişahının Yavuz Sultan Selim olduğunu ifade ederler.

31 Aralık 1516'da gerçekleştiği kabul edilen bu ziyarette padişah, Kudüs Ermeni ve Rum patrikleri başkanlığında, rahipler ve şehir halkı tarafından karşılanmıştı. Sultan, yanındakilerle beraber Kubbetü's-Sahre'yi, Harem-i Şerif'teki kutsal yerleri ziyaret etmiş ve Mescid-i Aksâ'da akşam namazını kılmıştı. Daha sonra kendisini karşılayan Ermeni patriği Serkis'e verdiği bir fermanla, tıpkı Hz. Ömer'in Emânnâmesi'ndeki gibi, "hıristiyanların kutsal yerlerde serbestçe ibadet edebileceklerini ilan etmiş ve her türlü haklarının güvence altına alınmasını" sağlamıştı...

Bu tarihten itibaren artık dört yüz yıl sürecek bir zaman diliminde "Dârü's-Selâm" olarak anılacak bu aziz ve mukaddes şehrin en değerli varlığı olan kutsal mekânlara en büyük katkı ve yatırımlar, bu bölgenin fatihi olan Yavuz Sultan Selim ile başlatılmış ancak asıl, oğlu Kanunî Sultan Süleyman tarafından gerçekleştirilmiştir. Tıpkı baba-oğul Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın, Beytü'l-Makdis'in inşasındaki rolleri gibi…

Önümüzdeki yazıda büyük Osmanlı padişahı Kanunî'nin, eşi Hürrem Sultan ile birlikte Kudüs'e kazandırdıkları vakıflar ve yapılarla, şehri nasıl bir barış ve esenlik yurdu haline getirdiklerine değinmeye çalışacağız…

Şanlı ecdadımıza rahmetler niyazıyla…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.