Bir önceki yazımızda –hatırlayacağınız üzere- Kudüs'ün, tarihin kadim zamanlarından beri bir "Peygamberler Şehri" olmakla farklılık arz ettiğini; Hz. İsa, Hz. Yahya gibi bu topraklarda doğup büyüyenler olduğu gibi, Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. Ya'kub, Hz. Musa (aleyhimüsselâm) gibi peygamberlerin de hicret ederek gelip yerleştikleri bir belde olduğundan söz etmiştik.
"Son Elçi" Hz. Muhammed (sav)'in insanlığa getirmiş olduğu din, bu peygamberlerin hepsinin insanlara tevhid inancını anlatan kişiler olduğuna inanmayı emreder. Onlar, Allah'tan başka ibadete lâyık bir ilah olmadığını anlatarak O'na teslimiyeti ve Müslümanca bir hayat yaşamayı telkin eden İslam peygamberleridir.
Hz. Muhammed'in (sav) peygamberliğine iman eden bir kişi, ondan önce gelmiş bütün peygamberlere de –hiçbir ayırım yapmaksızın- kesin ve samimi bir iman ile inanır. (Bkz. Bakara, 285)
İşte bizler -Müslümanlar olarak- Allah'ın insanlara hidayet rehberleri olarak gönderdiği, her biri yüce ahlâkî özelliklere sahip bu peygamberlerin yaşadıkları şehri, yani Kudüs-ü Şerif'i sırf o peygamberlere olan saygı ve sevgi duygularıyla severiz/sevmek mecburiyetindeyiz. Halbuki sadece bu yönüyle değil, Kudüs-ü Şerif, aynı zamanda "Son Elçi" Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz için de ayrı bir değer taşımaktadır… Bu değer hem Kur'an-ı Kerim hem de Sevgili Peygamberimizin yaşadığı hatıralarından ve hadis-i şeriflerinden açık bir şekilde anlaşılabilmektedir.
Bugünkü yazımızda, işte bu konudan bahsetmek istiyoruz. Yine maksadımızı ve gayemizi bir kez daha vurgulayarak… Zira Müslümanlar için artık Mescid-i Aksâ, Kudüs-ü Şerif ve Filistin, sadece İsrail'in saldırdığı zaman dilimlerinde değil, her zaman gündemde kalan bir "mühim mevzu" olmalıdır. Onların özgürlüğü ve sulh ü selâmeti, her daim gönüllerde bir yüce ideal olarak yaşamalıdır. Dillerdeki dualar, sahih niyet, sağlam inanç ve samimi duygu temeline sahip olmazsa eğer sadece dilden dökülür. Halbuki dua, önce kalpten doğmalı ve gönüldeki samimiyette pişmeli, sonra dile düşmelidir vesselâm…
MESCİD-İ AKSÂ'NIN EV SAHİBİ: KUDÜS-Ü ŞERİF
Kudüs, peygamberlerinin doğup büyüdüğü ve bu topraklara göç ederek yaşadıkları bir şehir olması hasebiyle Yahudi ve Hıristiyanlar için kutsal bir belde olduğu gibi Müslümanlar için de mukaddestir. Çünkü ayet-i kerimeler bu diyarı da bu beldeyi de hem "mukaddes" hem de "mübarek" sıfatlarıyla tanıtmaktadır bizlere… (bkz. Mâide, 21; İsra, 1).
Kudüs-ü Şerif'in, Müslümanlar için birkaç yönden değeri söz konusudur.
- Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri "ilk kıble"dir. Yeryüzünde Kâbe'den sonra inşa edilmiş olmak özelliğiyle saygıda kusur edilmemesi gereken ve "İkinci Harem" olarak bilinen Mescid-i Aksâ, Kudüs'te bulunmaktadır.
Mîrac hadisesinin gerçekleşmesinden önceki zaman diliminde Peygamber Efendimiz (sav) Kâbe'yi önüne alarak Mescid-i Aksâ'ya yönelir ve namazlarını öylece kılardı. Bu hadisenin ardından Mekke'deki Müslümanlar kendilerine farz kılınan beş vakit namazlarını artık Kudüs'e doğru dönerek kılmışlardır. Hattâ bu durum, hicretten sonra da yaklaşık 16 ay kadar devam etmiştir.
Dolayısıyla Kudüs, gerek Peygamberimiz ve gerekse ashabı için Allah'a ibadet maksadıyla yöneldikleri ilk kıblegâh olarak bir kıymetli hatıranın sahibi olmakla da ayrıca değerlidir/şereflidir ve öyle olmalıdır. - Peygamber Efendimiz (sav), hicretten bir yıl önce bir gece vakti, Vahiy Meleği Hz. Cebrail'in getirdiği yüce davetle, önce bir Harem-i Şerif'ten diğerine; yani Kâbe'den alınıp "Burak" adı verilen bineğiyle, yaşadığı gece yolculuğu sonrası Mescid-i Aksâ'ya getirilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın katına yükseldiği Mirâc hadisesinin başlangıç noktasının Mescid-i Aksâ olması, etrafı mübarek kılınan Kudus-ü Şerif'i de farklı bir duygu ve saygı ile hatırlamaya vesile olmuştur yıllarca… Allah Teâlâ dileseydi eğer, En Sevgili Kulu ve Şanı Yüce Son Peygamberi'ni doğrudan kendi katına Mekke'deki Harem-i Şerif'ten yükseltirdi… Lâkin Yüce Mevlâ yeryüzünde bir başka noktayı; Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'yı, bu yükselme için "mübarek bir mekân" kılmayı takdir buyurdu. Bu hatıra, Müslümanlar için Peygamberimizin büyük müjdelerle döndüğü Mirac'ın başlangıç noktası olması yönüyle de son derece anlamlıdır/değerlidir ve öyle olmalıdır.
- Muhtelif hadis-i şeriflerinde, "Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır; Mekke'deki Mescid-i Harâm'a, Medine'deki benim mescidime ve Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya." (Buhârî, Fedâilu's-Salât, 6)
Mescid-i Aksâ'nın faziletinden muhtelif vesilelerle başka hadislerinde de bahseden Peygamberimizin, Kudüs şehrindeki bu mabedin değerini bir "Hükümdâr Peygamber" olan Hz. Süleyman (as) üzerinden aktarıyor olması da dikkat çekicidir. İmam Nesâî'nin es-Sünen adlı eserinde "Mesâcid" kısmında yer verdiği ve diğer hadis kitaplarında de mevcut olan bu hadîs-i şerîfde Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:
"Süleyman (as), Mescid-i Aksâ'nın (Beyt-i Makdis'in) inşasını bitirince Allah Teâlâ'dan üç dilekte bulunmuştur: 1-Allah'ın hükmüne uygun hüküm verme güç ve kabiliyetine sahip olmak. 2-Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir mülk ve saltanata malik olmak. 3-Bu mabede yalnızca namaz kılmak niyetiyle gelen kimselerin affedilerek bağışlanması. Cenâb-ı Hak, Süleyman'a bunlardan ilk ikisini vermiştir. Üçüncü dileğinin de kabul edilmiş olmasını umarım." (İbn-i Mâce, İkametü's-Salât, 196)
Görüldüğü üzere, gerek Kur'an-ı Kerim ayetleri gerekse Sevgili Peygamberimizin hadisleri, "İlk Kıble" Mescidi-i Aksâ'nın, Müslümanlar için son derece "değerli" olduğunu ortaya koymaktadır. Mescdi-i Aksâ ise Kudüs'te; yani mukaddes ve mübarek kılınan Kudüs-ü Şerif'tedir!.. Başka söze ne hâcet…
Allah'ın mübarek kıldığı bir başka zaman dilimi olan bu günde, duaların kabul buyurulduğu bir ânı barındıran Cuma gününde; Mescid-i Aksâ ve Kudüs'ün özgürlüğüne; Filistin diyarındaki kendi topraklarında yıllardır süregelen işgallere, mağduriyetlere ve mezalime uğrayan kardeşlerimizin kurtuluşu için yapılan gönülden dualara, Rabbimizin Yüce katından icabet buyrulması niyazıyla Cuma gününün feyiz ve bereketi sizin de üzerinize olsun efendim…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay