İşgalci devlet İsrail, geçen ay 10 Mayıs'tan itibaren yeni bir işgal ve terör saldırılarına başladı. Önce Şeyh Cerrah mahallesinde, bölgenin sakinlerini evlerinden çıkarma girişimi, ardından olayları protesto edenlere orantısız güç kullanımı; sonra Mescid-i Aksâ'da, insanları ibadet etme hakkından yoksun bırakma, ardından yaşananları kabullenmeyenlerin üzerlerine pis kokulu sular sıkmak, attıkları plastik mermiler ve ses bombalarıyla dehşet yaşatmak, mübarek Ramazan ayını yaşayan bölge sakini Müslümanların yeni bir sınavıydı. Fakat sınav bunlarla bitmedi ve başlattığı hava harekatlarıyla bu zalim terör devleti, Batı Şeria bölgesi ve Gazze şehrindeki okul, hastane gibi hassas kurumlar da dahil, binaları yerle bir ederek kadın, çocuk, yaşlı ve yetişkin 259 kişiyi hayattan kopardı, bombardımanlarla şehrin önemli noktalarını yerle bir etti. Günlerce, yapılan saldırılar sonrasında binaların enkazları altından çıkarılan masumların yürek yakan görüntülerini eli-kolu bağlı bir şekilde izledi dünya kamuoyu… Nihayet ateşkes ile son buldu, yıllardır periyodik olarak tekrarlanan saldırıların sonuncusu…
Ateşkesle birlikte uluslararası ilişkiler uzmanları İsrail'in bu defa ciddi bir itibar kaybı yaşadığı hususunda ittifak halindeydiler. Ancak bu durumun, onun yeniden ve tekrar aynı saldırgan tutumu göstermeyeceği anlamına gelmeyeceğini ifade edenler de yok değildi…
İşte özellikle bu noktadan hareketle gerek geçmişte ve gerekse son yıllarda yaşananların bize verdiği bilgilere dayanarak, şunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz: İslam dünyasının bölük pörçük durumdan kurtulmadığı; bu zalim devlete, yelteneceği mezalimin kendisine yönelik birtakım sonuçları olacağı ciddi bir şekilde ifade edilmediği ve ikna edilmediği sürece onun bu tutumundan asla vazgeçmeyeceği kanaatindeyiz. Bir başka ifadeyle, yaşadığımız son saldırı, içinde bulunduğumuz tepkisiz ve çaresiz İslam dünyasının, terör devletine verdiği bir fırsat ise, onu bundan vazgeçirecek şey de bunun aksi olacak gelişmelerdir diyebiliriz...
Bu bağlamda gerek ülkemizdeki resmi ve gayri resmi kurumların, muhtelif sivil toplum kuruluşlarının ve birey olarak insanların, bu sorunun çözümü, işgal devletinin yıllardır uygulayageldiği mezalimin artık son bulması adına bir şeyler yapılması gerektiğine dair ortak kanaate sahip olması, bu süreçte önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Özellikle T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, bu konuda yapılacakları belirlemek, bir yol haritası tespit etmek maksadıyla kişi ve kuruluşları iki ayrı zaman diliminde toplantıya davet etmesi, davetlilerin de yoğun bir ilgiyle bu davetlere icabet etmesi son derece önemlidir. Ümidimiz, Başkanlığın, Mescid-i Aksâ, Kudüs ve Filistin konularında insanları bilgilendirmek ve bilinç oluşturmak adına gösterdiği çabaların verimli neticeler elde edilmesine vesile olmasıdır.
Bundan önceki yazılarımızda bizim de aynı niyetle gerek Mescid-i Aksâ'yı, gerekse Kudsü Şerif'i anlatma gayreti içinde olduğumuzun şahitlerisiniz. Zira insanın bir konuyu dert edinerek onunla ilgilenmesi, onunla ilgili bilgilerine ve duyduğu hissiyata bağlıdır. Mescid-i Aksâ'nın, Kudsü Şerif'in ve Filistin Diyarının değerini, önemini kavramadan ve yine bu toprakların hangi sebeplerle farklı ve üstün özelliklere sahip olduğunu bilmeden, onların huzurunu önemsemek ve bunu bir ideal haline getirmek mümkün olmayacaktır.
Böyle bir "ideal yoksunluğu" ise tam da içinde bulunduğumuz durumun ortaya çıkmasına sebep oluyor işte… Saldırılar sürerken, protesto ve kınamalar; saldırılar bittikten sonra olan biteni unutan hafızalar… Halbuki şu anda, yaşadıkları zulüm ve saldırılara muhatap olan Filistin halkının, hâlen muhtelif mağduriyetlerle mücadelesi devam ediyor. Dünya kamuoyu ve bizler ise kınama ve protestolarımızı yapmış olmanın vicdan rahatlığını yaşıyoruz, öyle mi!..
MESCİD-İ AKSÂ HÜRRİYETİNE KAVUŞUNCAYA DEK…
Hz. Davud (as) hükümdar bir peygamberdi… O da diğer peygamberler gibi tek bir ilaha iman etmeyi, yani tevhid inancını insanlar anlatan bir İslam Peygamberiydi… Demircilikle uğraşır, Vahy Meleği Cebrail (as)'ın öğrettiğ bilgilerle demiri eriterek levhalar elde eder, zırhlar yapardı. Elinin emeğinin karşılığı olarak elde ettiği parayla geçimini sağlar, mukaddes peygamberlik vazifesini yürütürken kimseye muhtaç olmazdı. Allah ona hükümdarlık da nasib etti ama o "Allah'a güzel kul olmanın" çabasıyla evinin sofasında edindiği küçük bir namazgâhda uzun uzun nafile namazlar kılar, gün aşırı oruç tutmayı tercih ederdi. Gün geldi büyük bir servetin sahibi de oldu. Bir muhteşem saray yaptırmaya malik olacak kadar büyük bir servetti bu… Fakat o yine güzel bir kulluk örneği göstererek kendisine saray yaptırmak yerine Allah'ın adının anılacağı bir mescid yaptırmaya karar verdi… Bu kararının akabindeki günlerde rüyada Allah Teâlâ'nın vahyine mazhar oldu… Yüce Mevlâ, onun bu tercihinden ve kararından razı olmuş ve kendisine bu "salih ameli"nin mükâfatı olarak bir oğul evladı bağışlayacağını; ona İbranice "Allah'ın salih kulu" anlamına gelen Süleyman ismini vermesini istemişti. Gün geldi Hz. Davud'un oğlu dünyaya geldi. Ona "emrolunduğu" ismi verdi… Hz. Süleyman, anne babasına saygılı, kadir kıymet bilen bir evlat oldu. Allah ona da ilim, hikmet ve peygamberlik verdi. Babasının ömrü vefa etmedi ama ona tüm imkanları sağlayarak bıraktığı bu mabedin imarını gerçekleştirdi ve Beytül Makdis'i inşa işlemini tamamladı… İşte Peygamberimiz döneminde insanların "En Uzaktaki Mescid" diye isimlendirdikleri Mescid-i Aksâ, baba-oğul iki peygamberin sahih niyeti ve salih amelinin sonucu olan muazzez ve mukaddes bir mabeddir…
Allah'tan başka ilah olmadığını tüm insanlığa telkin eden peygamberlerin inşa ettikleri bu mescid, ancak "Lâ ilâhe illallah" diyen müminlerin huzur ve sükûn içinde ibadet ettikleri bir mabed haline gelince müminlerin gönlünü de ferahlık ve sevinç kaplayacaktır. Bu durum mümkün müdür? Evet… Tarihte Osmanlı ecdadımızın bunu nasıl sağladığını geliniz önümüzdeki yazımızda ele alalım…
Mübarek günümüz Cuma'nın feyiz ve bereketi hepinizin üzerine olsun. Dualarınız icabet ânına tevâfuk eylesin ve Mescid-i Aksâ'da Cuma namazı kılacak müminlere, Kudsü Şerif ve Filistin topraklarındaki tüm kardeşlerimize selam olsun…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay