İlk muhacir Hz. İbrahim’in hicreti bize neler anlatır?
Bundan önceki yazımızın son satırlarında Hicret'in, tarihî, siyasi, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik birtakım yönlerinin olduğunu ve bunların her birinin aslında birer birer ele alınarak incelenmesi gerektiğini; Peygamberler Tarihinde hicret eden peygamberlerin başlarından geçenleri bize Kur'an-ı Kerim'in farklı surelerde ve ayetlerde anlattığı için ilk kaynağımızın Kur'an-ı Kerim'in olması gerektiğini ifade etmiştik…
İçinde bulunduğumuz "Hicret ayı" günlerinde, "Son Nebi" Sevgili Peygamberimizin (SAV) hicretine gelinceye kadar hayatlarında hicret hadisesini yaşayan bilcümle "Enbiya"nın, o "Kutlu Elçiler"in ibret dolu hatıralarını ele almak istiyoruz. Bunların her birinin Resul-i Ekrem (SAV) Efendimizin hicretini anlamaya ve hicret olayını şahsımız adına anlamlandırmaya önemli ölçüde katkısı olacağına inanıyoruz.
Kur'an'da Hicret ve hicret eden peygamberler…
İlim, irfan ve hikmet hazinesi Kur'an-ı Kerim aynı zamanda önceki peygamberlerin hayatlarından haberler veren "gaybî haberler" (enbâü'l-ğayb) kaynağıdır. Bu haberler, peygamberlerin yaşadığı hatıralardır; ve hem indirildiği dönemde "ashab-ı kirâm" olarak andığımız ilk mümin ve Müslümanların hem de sonradan gelecek Ümmet-i Muhammed'in kişilik ve karakterlerini inşâ etmede önemli rol oynamışlardır. Gerçekten de hicret olayını esas alarak bu inceleme ve okumaları yaptığımızda bahsi edilen peygamberlerin hayat hikayelerinde yer alan hicretlerinin her bir mümine mesaj verdiğini, o aziz elçilerin kulluk ve peygamberlik vazifelerinden birinin de "Allah için yurdunu, yuvasını terk etmek" anlamında hicret olduğunu görürüz. Dolayısıyla zaman içinde gerek vahyin ilk muhatabı Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz, gerek ashab-ı kiram ve gerekse ilahi vahyin kendisine sonradan ulaştığı her bir mümin, Allah'ın (CC) emriyle ve izniyle hicret eden Hz. İbrahim (AS) ve diğer peygamberlerin de; O'nun izni olmadan görev yerini terk eden Hz. Yunus'un (AS) da başından geçenleri Kur'an-ı Kerim'in rehberliğinde öğrenmişler, hicretin "kadîm bir kulluk ve peygamberlik geleneği" olduğunu bilerek gereğini yerine getirmişlerdir.
Bu tespitten sonra, "hicret" kelimesiyle bağı olan "hecr"in, Kur'an-ı Kerim'de yirmi yedi ayette bizzat ya da "mehcûr, muhacir, muhacirun, muhacirat" kelimelerine dönüşerek toplam olarak otuz bir defa geçtiği görülmektedir. Bununla birlikte Kur'an-ı Kerim hem önceki peygamberlerden hem de Son Nebi'ye iman etmiş müminlerin hicretinden bahsederek sonradan gelecek Müslümanların hayata bakışını, olaylar karşısında duruşunu, hangi tavrı takınacaklarını; kısaca nasıl bir kimlik, kişilik ve karakter sahibi olmalarını öğreten, bu konuda da onlara yol gösteren bir hidayet rehberidir, aynı zamanda… Yeter ki, o bu gözle okunsun ve ibret alınmaya çalışılsın…
İlk "muhacir" peygamber: Hz. İbrahim (AS)…
Kur'an-ı Kerim'de bize bizzat hicretinden bahsedilen ilk peygamberin Hz. İbrahim (AS) olduğunu görmekteyiz.
Hz. İbrahim'in (AS) hayat hikayesinden önce şu özet bilgiyi aktarmak gerekir. Yaşadığı ülke, önce kendi heykelini yaptırarak insanların ona tapmasını isteyen kral Nemrut'un yaşadığı Fırat ve Dicle arasındaki topraklardı... Buranın sakinleri olan Keldâniler, Allah'ı (CC) bırakıp kendi elleriyle yaptıkları putlardan medet uman putperest (müşrik) bir toplumdu. Hz. İbrâhim (AS) içinde yaşadığı toplumun, bir bayram şenliği münasebetiyle şehrin dışına çıktığı esnada, putların sergilendiği yerdeki bütün putları kırmış, baltayı da ayakta kalan en büyük putun boynuna asmıştı… Bu manzaraya şahit olan halk, olaydan sorumlu tuttukları Hz. İbrahim'i (AS) sorgulamış ama onun anlamlı sorularına cevap verememişlerdi. Çaresizlikleri onları Hz. İbrahim'i (AS) yaktıkları büyük bir ateşe atarak cezalandırmaya sevk etmişti…
Enbiyâ suresinin 51-71. ayetlerinde anlatıldığı üzere, Allah Teâlâ'nın (CC) sınırsız kudretiyle o dehşetli ateşin zararından Hz. İbrahim'i (AS) koruduğuna ve sağ salim oradan kurtulduğuna şahit olan bu toplum, yaşanan bu mucizeden de bir ders çıkarmamış ve putperest düşüncelerinde devam etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. İbrâhim (AS) onlara şöyle dedi: "Sizler, sırf dünya hayatında aranızdaki sevgi (ve çıkar) ilişkisini sürdürmek için Allah'ı bırakıp kendinize birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet gününde birbirinizi reddedecek, birbirinize lânetler yağdıracaksınız. Varacağınız yer cehennemdir; hiçbir yardımcınız da olmayacaktır." (Ankebut, 25)
Bu ayetten anlaşıldığına göre, yaşadıkları ve bizzat şahit oldukları bu mucizeden hiçbir şekilde etkilenmeyişlerinin bir sebebi de putperestliğin, Keldâniler arasında bir "dayanışma ruhu" doğurmuş olmasıydı. Yani onlarda din, bir inanç konusu olmaktan ziyade bir toplumsal kaynaşma aracı idi. Böylece onlar için dinî inançların doğru veya yanlış olmasının önemli görülmediği, toplumda bir sevgi bağı oluşturacak şekilde geleneksel bir kurum olmasının yeterli bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda din sadece bir töre ve çıkar konusu, bir kültür unsuru olarak benimsenmişti. Böylesi bir anlayışın ebedî kurtuluşu sağlamaktan uzak olacağı da açıktır. Dolayısıyla, Ankebut suresinin 25. ayetinde belirtildiğine göre, dünyada böyle bâtıl bir din etrafında birleşenler, sadece gerçek olanların değer taşıyacağı âhirette aynı sevgi bağını sürdüremeyecekler; aksine "tapanlar" ve "tapılanlar", birbirini aldatıp haktan saptıranlar ve körü körüne onlara kapılıp sapanlar, hepsi birbirinden kopacak, hatta birbirine ağır eleştiriler yönelteceklerdir; ama bu suçlamalar, hiçbirini hak ettikleri cezaya çarptırılmaktan, Allah'ın (CC) yardımından mahrum kalmanın doğuracağı çaresizlikten kurtaramayacaktır.
Ankebut suresi Mekkî bir suredir… Allah Teâlâ (CC), Mekke döneminde, hem ashab-ı kiram'a hem de kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan Mekke müşriklerine Hz. İbrahim'in (AS) başından geçenleri ve verdiği mesajları anlatmaktadır. Putperest Mekkelilerin, başta Bilâl-i Habeşî, Ammâr ve Yâsir (RAnhüm) gibi kimsesizler olmak üzere, Müslümanlara uyguladıkları baskı ve zulümlerin dayanılmaz noktalara ulaştığı günlerde inen bu âyetler, gerçek mümin ve Müslüman olmanın anlamını ve şartlarını ana çizgileriyle ortaya koyması bakımından büyük önem taşımaktadır. Buna göre insanların sorumluluklarını yerine getirmiş sayılmaları, dolayısıyla gerçek mânada Müslüman olmaları için yalnızca "inandık" diyerek sözlü bir iman ikrarında bulunmalarının yeterli olmadığı ve asıl dindarlığın, Allah'ın (CC), insanları inançları uğrunda bazı güçlüklerle imtihan ettiğinde ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. (Bigi için bkz. Kur'an Yolu Tefsiri, ilgili ayetler)
"Artık ben, Rabbime hicret eden bir muhacirim. Şüphesiz, en güçlü ve her işinde hikmet sahibi O'dur…" (Ankebut, 26) sözlerinin sahibi Hz. İbrahim (AS), toplumu içinde muteber biri olan üvey babası (veya amcası) Âzer'den kalacak serveti ve itibarı terk ederek Rabbinin rızasını tercih etti… Kaynaklar, Hz. İbrahim'in (AS), yeğeni Hz. Lût (AS) ve aynı zamanda amcasının kızı olan eşi Hz. Sare ile birlikte, yaşadıkları şehri terk edip önce Babil, ardından Harran ve sonra Mısır'a uzanan hicret yolculuğuna çıktıklarını yazarlar…
"Rabbime hicret ediyorum!" diyerek yola çıkan Hz. İbrahim'in (AS) hicreti, ona bu dünyada "Halilurrahman" vasfını, İsmail, İshak ve Yakub gibi (R.Anhüm) peygamberlerin atası olarak "Ebul-Enbiyâ" sıfatını kazandırdı. Allah Teâlâ (CC) onu, "sonradan gelecek ümmetler tarafından saygıya anılan biri" kıldı ve kendi soyundan bir peygamber gönderilmesi duasını makbul eyleyip Son Nebi Hz. Muhammed'i (SAV) bütün insanlığa gönderdi…
Hz. İbrahim (AS) ile birlikte aslında ondan sonra gelecek her muhacirin ulaşacağı mükafat şu ayette ortaya konulmaktadır: "Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk (imkanlar) bulur. Kim Allah ve resulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm ulaşırsa artık onun mükafatını vermek Allah'a düşer. Allah elbette çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." (Nisa, 100)
Hz. İbrahim'in (AS) yaşadıklarından çıkarılacak bir ders de şu olabilir: Hicret, evini, yurdunu, varlığını terk etmekle başlayan ve sonsuza dek süren; bu uğurda yapılan fedâkârlıkların asla karşılıksız bırakılmadığı "Allah katında çok değerli" bir hayat yolculuğudur, vesselâm…
Selâmet ve âfiyet dileklerimizle…
Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Her yeni yıl, Hicret’i yeniden yaşatmalı bizlere... (05.08.2022)
- Hacı olarak uğurlanmak ne demek? (02.08.2022)
- Yeni bir hicrî yılın ilk gününde… (30.07.2022)
- Hacı olmak, hacı kalmak ve hacı olarak uğurlanmak… (28.07.2022)
- Hac’dan dönmek olmaz! (25.07.2022)
- Hacca Manevi hazırlıkta, hatıralar, şiirler ve musikinin değeri… (30.06.2022)
- Hacca manevi hazırlıkta gönül dünyasına hitabın önemi (27.06.2022)
- Hacca Manevi Hazırlık konusunda Diyanet’e düşen görevler… (23.06.2022)