Hacı kelimesi dilimize yerleşmiş Arapça kelimelerden biridir. Kelimenin aslı "hâcc" olup; şayet kastedilen kadın bir hacı ise "hâcce" şeklinde yazılıdır, kadim eserlerimizde… Ne var ki, zaman içinde dilimizde "hacı" olarak yer etmiş ve bu şekilde kullanılagelmiştir. Peki, bir insan hangi şartla ve ne zaman bu vasfı ya da bu değerli ünvanı almaya hak kazanır? Tabii ki şartlarını hâiz olarak çıktığı Arafat Vadisi'nde, günlerin en faziletlisi olan Arefe gününün belirli vakitlerinde Arafat'ta vakfede bulunmak suretiyle… Evet, Sevgili Peygamberimizin (sav) işaret buyurduğu üzere, "Hac, Arafat'tır." yani hac, Arafat demektir; Arafat'tan ibarettir ya da Arafat'ta bulunmaktır, hac…
Bu şartları yerine getiren bir mümin, hac ibadetinin "olmazsa olmaz" şartını yerine getirmek suretiyle artık Rabbinin affına mazhar olmuş, kendisine tertemiz bir sayfa açılmış, geçmiş günahları bağışlanmış ve artık o bir "hacı" olmuştur. Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin, "müminin annesinden doğduğu günkü gibi tertemiz bir hale geldiğini" müjdelediği bu büyük mükâfat, hacı olan bir kişiye, geçmişine dair tüm hata ve günah kayıtlarının amel defterinden silinmesi anlamına gelmektedir… Bir başka hadis-i şerifle de bu hususta "günahlarım acaba bağışlanmış mıdır? şeklinde bir tereddüt bile doğru bulunmamış ve bunun da bir günah olacağı ifade edilmiştir… O halde diyebiliriz ki, Rabbimizden aldığı emir ve yasakları bize eksiksiz ve katıksız bir şekilde tebliğ eden Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimizin müjdelediği üzere, Arafat'ta vakfede bulunan bir mümin, artık hacı olmaya hak kazanmıştır. O, Arafat'a "hacı adayı" olarak çıkmış, Arafat'tan "hacı" olarak inmiştir… Peki, hacı olan bir kişinin hacca dair vazifelerinin sona erdiği, artık yapması gereken bir şeyin kalmadığı söylenebilir mi? Hayır!.. Yine diyebiliriz ki, haccın, "menâsik" denilen ve ifa edilmesi gereken ibadetleri, müminin "hacı" vasfını almakla işinin bitmediğini Rabbine "güzel kulluk" makamını elde edebilmek için kendisine "hacılık" vasfının bir teşvik unsuru olarak bahşedildiği anlamına gelmektedir. Zira Arafat'tan sonraki Müzdelife Vakfesi, Mina'da Şeytan Taşlama, Kabe'yi Tavaf ve Safa-Merve Sa'yi, Kurban ve Saçları tıraş… bütün bunlar, kulluk vazifesinin birer tamamlayıcı parçalarıdır. Mümin bir kul hacı olmakla işi bitmeyen, Mahşer'i andıran Arafat'ın uhrevi ikliminde geçmişe dair hatalarının ve günahlarının bağışlandığını bilerek, bundan sonraki hayatında güzel kulluk için en büyük teşviki alıp yeniden dünyaya dönen kişidir… Bu dönüş yolculuğunda neler yapacağını ise yine Allah Teâlâ, ona yol gösteren ayetlerde şöyle bildiriyor…
ARAFAT'TAN MÜZDELİFE'YE SELLER GİBİ AKARKEN…
Konuyla ilgili ayette şöyle buyrulmaktadır. "Arafat'tan ayrılıp (Müzdelife'ye) seller gibi akarken, Meş'ar-i Haram'da Allah'ı anın." (Bakara, 198)
Arafat'ta Rabbinin en büyük affına ve bağışlamasına nâil olan, böylece manevi açıdan tertemiz kılınan müminin, Müzdelife Vakfesiyle bu vasfına yakışan şekilde ona bu büyük nimeti bahşeden Rabbini hamd ve şükür duygularıyla anması, O'nu çokça zikretmesi istenmiştir, bu ayetle… O halde müminin, Arafat'ta bulunmakla işi bitmemiş bilakis yeni başlamıştır denilebilir. Hatta Allah'ı öyle bir anışla anması istenmiştir ki, atalarını saygı ve minnetle anan cahiliye dönemi insanlarının anışlarından daha istekli daha çok tazim, minnet ve şükür duygularıyla… (Bkz. Bakara, 200)
"Allah'a yakın olunan yer olarak da vasıflanabilecek" Müzdelife de hac ibadetinde önemli bir mekandır. Zira vacip olan vakfe burada yapılmakta ve müminler Peygamberimizin (sav) bir sünnet-i seniyyesi olarak "Meş'ar-i Haram" olarak bilinen bu mahalde gecelemektedirler.
Bu gece aynı zamanda bir bayram gecesidir… Bu gece müminin, Rabbinden affedilme müjdesini aldığı sevinç ve mutluluk gününün ilk gecesidir. Tabii ki Rabbini anacak, tekbirlerle O'na olan tazim ve şükürlerini arz edecektir. Akşam ve yatsı namazlarını burada kılacak, yeniden ayağa kalkıp Rabbinin huzurunda vakfeye duracak, Arafat'ta verdiği kulluk sözünü yerine getirme hususunda Rabbinden yardım dileyecektir…
Vakfeden sonra kılacağı nafile namazlarla, ibadetle, zikir ve tesbihatla geçen saatlerin ardından sabah namazını eda ederek Müzdelife'den Mina'ya hareket eden bir mümin, "hacı olmak" kadar, "hacı kalmak" şuuruna sahip olmanın en güzel örneğini vermiş, bunun gereğini yerine getirmiştir diyebiliriz. Zira Müzdelife Vakfesi ve bu mübarek mekânda gecelemek, hacı olmak ve hacı kalmak adına önemli bir kulluk göstergesidir, aynı zamanda en güzel örneği olan Hazret-i Habibullah'ın yaptıklarını asırlar sonra O'na uyarak tekrar etmektir… Bu konuda aktarılan şu hatıra son derece anlamlıdır: Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, Arafat'ta ümmetinin affı için yaptığı duayı Müzdelife'de de tekrar etmişti. Ashab-ı Kiram, duanın ardından Resulullah'ın gülümsediğini gördüler, sebebini sorunca Sevgili Peygamberimiz (sav) "Duasının Allah tarafından kabul edildiğini ve ümmetinin bağışlandığını, bunu öğrenen şeytanın nasıl perişan olduğunu gördüğü için gülümsediğini" ifade buyurmuştu…
Her Arefe günü müminlerin affedildiği, her Müzdelife gecesi affın ve bağışın devam ettiği zaman dilimleridir. Yeter ki kul, mazhar olduğu nimetin farkında olsun, yeter ki hacı olmak kadar hacı kalmanın da önemli olduğunu hatırından çıkarmasın vesselâm…
"Hacı olarak uğurlanma" konusunu ele alacağımız gelecek yazımızda inşaallah buluşmak üzere, sağlık ve esenlik dilekleriyle…
Mehmet Emin Ay