AB uzun sayılabilecek bir aradan sonra Türkiye ile yeniden temas kurmaya başladı. Bugüne kadar Türkiye'nin mutlaka üye olmak istediği oluşum olduğu fikrinden hareketle deyim yerindeyse kendini ağırdan satıyor, sürekli talep ediyordu. Taleplerin yerine getirilmesi karşılığında taahhüt ettiği tam üyelik açısından da Türkiye'ye hiç güven telkin etmiyordu. Türkiye-AB ilişkileri her zaman iniş-çıkışlıydı, ama özellikle son dönemde AB'nin Türkiye'nin hiçbir hassasiyetine duyarlılık göstermemesi ilişkileri oldukça germişti. Hatırlatmak gerekirse, bu dönemde AB darbeye darbe diyemedi; Avrupa ülkeleri FETÖ ve PKK gibi terör örgütü mensuplarına ev sahipliği yaptı; terör örgütleri miting yaparken Avrupa'nın göbeğinde Türkiye Cumhuriyeti bakanları konuşturulmadı; vize serbestisi ve Suriyeli mülteciler için yapılacak yardımlar konularında sözünü tutmadı. Ve benzerleri…AB'nin bu tavrına AK Parti iktidarı tarafından verilen tepkiler ise, içerde belirli kesimler tarafından iktidarın AB'den uzaklaşması olarak yorumlandı ve Erdoğan'ı yıpratma ve devirme çabasının aracı haline getirildi.
AB aday ülke konumundaki Türkiye ile olan diyaloğunu her zaman asimetrik bir güç ilişkisine dayalı olarak sürdürmeye çalıştı. Türkiye ise, AB karşısında sözünü söyleyen, duruşunu sergileyen, çıkarını kollayan ama masadan kalkan olmayan bir siyaset izledi. Türkiye bu tavrını iki gün önce dört bakanın katılımıyla gerçekleşen 4. Reform Eylem Grubu (REG) Toplantısı'nda yine ortaya koydu.
Şimdi, ABD'nin dünyayı tehdit eden saldırgan tutumu karşısında AB Türkiye'yi yeniden hatırladı. ABD yönetimi Çin, Rusya, AB, Türkiye, İran, Arap Dünyası başta olmak üzere herkese saldırıyor. Ancak AB Türkiye'ye yapılan ekonomik saldırıların başta Fransa ve Almanya olmak üzere Avrupalı devletlerin birçok çıkarını etkileyeceğinin farkında. Mesele sadece Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin yara alması da değil. Almanya ve Fransa Türkiye'deki bir istikrarsızlığın baraj kapaklarının açılıp, Avrupa'ya bir mülteci akınına yol açacağını görüyor. Mülteci akını üzerinden güvenlik sorunlarının tavan yapacağını ve ülkede bambaşka olayların ortaya çıkabileceğini de biliyor. Bunun açık örneği en son Almanya'da yaşandı. Chemnitz kentinde bir Suriyeli ve Iraklı tarafından bir Alman vatandaşın bıçaklandığı iddiası ve olayın ölümle sonuçlanmasının ardından ırkçı gruplar sokaklara döküldü ve göçmen avı başlattı.
Ancak AB'nin "eski dostu" ile olan ilişkilerini pekiştirmek istediği bu süreçte unutmaması gereken bir husus var: Bu vakitten sonra, AB'nin Türkiye ile ilişkileri AB'nin alışkın olduğu ve talep edilen taraf olarak kendini üstün hissettiği asimetrik güç ilişkisini terk etmesiyle ilerleyebilir. Yani, tarafların eşit partnerler olarak masaya oturduğu "kazan-kazan"a dayalı bir siyaset sorunların çözümü için ortak adım atmanın zeminidir. Bu Erdoğan tarzı siyasetin dış politikaya yansımasının bir gereğidir. Bu siyaset "one minute" ile başlayıp, Türkiye güçlendikçe "dünya beşten büyüktür" mottosuna doğru yol almıştır. Otonom, kendi kararlarını kendisi veren ve dünyadaki adaletsizliklere meydan okuyan bağımsız bir Türkiye bu siyasetin içini doldurmaktadır.
Türkiye AB yanında yokken de çok daha kötü badireleri atlatmasını bilmiştir. Devlet ve millet olarak Türkiye son 5-6 yıl içinde uluslararası sistemin toplumsal (Gezi olayları), hukuksal-siyasal (17/25 yargı darbesi ve 15 Temmuz işgal girişimi) ve ekonomik nitelikli (döviz kuru üzerinden yapılan ataklar) saldırılarına karşı bağışıklık kazanmıştır. Bu saldırılara tepki verme ve çok büyük krizleri yönetebilme açısından düne göre çok daha fazla antrenmanlı ve çoğu devlete göre daha dirençlidir. Bu saldırılar, ABD ve AB ile yaşanan gerilimler, bu süreçlerde Türkiye'yi hep yeni ilişkiler kurmaya ve yeni coğrafyalara açılmaya itmiştir. Türkiye bunda başarı da elde etmiştir. Ancak bu badireleri atlatabilmesindeki başat faktör, güçlü siyasi irade ve liderliğin etkisiyle milletin tanklı, tüfekli, dövizli bu saldırılara direnme cesaretini gösterebilmesidir.
Aynı yazı içinde bile olsa, yinelemekte fayda var. Türkiye AB'nin herhangi desteği olmadan da kendisine yönelik her türlü saldırıyı bertaraf etme gücünü ve dirayetini göstermiştir. Bu nedenle, ABD saldırıları karşısında AB Türkiye ile yeniden stratejik ortak olmak istiyorsa, önce Türkiye ile olan ilişkisi açısından geçmişe yönelik muhasebesini yapmalı ve bundan sonra ikili arasındaki ilişkinin simetrik olacağını kabul etmelidir.