El Jazz Otele geri döndükten sonra sohbete Filistinli bir arkadaş da dahil oldu. Ertesi günkü çalıştayın da moderatörü idi. Yabancıların özellikle içlerinde mazlum millet olan Filistinlilerin Türkiye'ye karşı yoğun bir ilgisi var. Türkiye'yi ümmetin göz bebeği olarak görüyorlar. Filistin ümmetin ortak davası ve ana meselesi ise Türkiye de bu konjonktürde ümmetin göz bebeği olarak kabul görüyor. Diğer konuşmacılardan Cihad el Ayiş beyle de hemşeri çıktık. Ben de kendisine 'hemşeri' olarak hitap edince ne anlama geldiğini sordu ben de anlattım. Meğerse Sakarya'da yeni yerleşim bölgesi olan Korucuk'tan kendisine daire almış ve Sakarya'ya yerleşmeyi düşünüyor. Yazları tatillerde zaten burasına geliyor. Ben de Sakarya'da büyüdüğümü ve ailemin bütün fertleriyle orada yaşadığını anlattım. Sakarya'da potansiyel bir tanıdık bulmanın sevincini yaşadı. Sonrasında birlikte Mektebetü Cerir denilen geniş kitapçı-kırtasiyeciye gittik. Elektronik kısmı da var. Burada kitap ve kırtasiye iç içe. Klasik kitaplar bol ve ucuz. Modern kitaplar ise fiyatları Kuveyt dinarına göre olduğundan epey pahalı. Bir dinar yaklaşık 12 liraya tekabül ediyor. Cerir Kitapçısı bir külliye gibi. Tunus Caddesinin ucunda yer alıyor. Etrafı külliye şeklinde dükkanlarla ve çocuklara ve kadınlara hitap eden eğlence mekanlarıyla dolu. Etrafına banklar yerleştirilmiş. Özellikle Cerir Kitapçısında muayyen isimlerin kitaplarına rastlıyorsunuz. Suudi Arabistanlı liberal kanadın önemli isimlerinden teşrifatçı ve bakan Gazi el Kusebyi'nin hatırat nevinden bazı kitapları vardı. Şeyh Şaravi burada sevilen bir isim. Mısırlı şoförümüz Amr da biraz mübalağa ile karışık olarak şunları söyledi: Mısır'a bir benzeri daha gelmedi. Ortaçağda Şarani yeni çağda ise Şaravi. Bir zamanlar Mısır Televizyonunda yayınlanan tefsiri daha sonra tab edildi ve yayınlandı. Kur'an künüz (hazine/define) ve cevahirini ortaya çıkartan nadir, nadide isimlerden birisi. Kur'an hikmetlerine agah olan ve bunu avamdan havasa kadar herkese taşıyan bir davet adamı. Allah adamı. Bu açıdan kendisi sufi olmasına rağmen hiçbir ekolün bigane kalamadığı, dışlamadığı isimlerden birisi. Çünkü Kur'an-ı Kerim ve tefsirine dair onun kadar aşina başka çağdaş bir müfessir ve mütefekkiri bulmak kolay değil. Yine Cerir Kitapçısında Abbas Mahmut Akkad'ın toplu kitapları vardı.
Akkad İslami konularla ilgilenmiş 20'inci asrın önemli mütefikkirleri arasında bulunuyor. 20'inci yüzyılı fikriyat açısından incelemiş ve buna dair bir kitap da kaleme almış. Abkariyat serisi meşhur. Biz de tefekkür zemininde kısmen Çöle İnen Nur ve Hazret-i Ali gibi kitapların yazarı Necip Fazıl'ı andırıyor. Abkariyat serisi günümüzdeki liderlik sırları serilerine benziyor. Cengiz'in liderlik sırları vesaire. Abkeri, dahi ve fez birbirlerinin yerine kullanılan eş anlamlı sıfat veya kelimeler. Müslüman Kardeşlerin gayri resmi tarihçesini yazanlardan birisi olan merhum Cabir Rızk kitaplarında Hasan el Benna'yı 'recülü'l fez' yani eşsiz adam olarak tasvir etmiş ve tanıtmıştır. Muhammed Abdullah es Semman da keza Hasan el Benna için 'abkeri fez' tabirini kullanmıştır. Eşsiz dahi anlamına gelmektedir. Kisaca Akkad döneminde Abkariyat serisi meşhur olduğu gibi kullanımı da yaygınlaşmıştır.
Akkad ile Necip Fazıl Kısakürek edebi çerçeveli İslami portreler kaleme almanın ötesinde istibdada da karşı çıkmada benzeri refleksler göstermişlerdir. Bu anlamda tarihçi Hüseyin Munis, Abdurrezzak Senhuri gibi isimlerin yanında Akkad da yeni idareye yani Faruk'u deviren yeni İttihatçı; Arap İttihatçısı zümreye karşı çıkmaktadır. Bu açıdan Akkad ile Nasır'ın yıldızları pek barışmamıştır. Keza Necip Fazıl da yazılarıyla tutumlarıyla CHP muhalifi olarak bilinen isimler arasındadır. Türkiye'nin geç dönem İttihatçılarına yapılan (CHP) ilmi ve edebi muhalefetle Arap dünyasının erken dönem ittihatçılarına ( Nasirizm) yapılan muhalefet birbirlerini hatırlatmakta ve tamamlamaktadır. Nasirizm Mısır'ın CHP'si diye yemin etsek yeminimiz boşa gitmez.
Cerir Kitapçısına iki defa uğradım ve bazı kitaplar aldım. Cerir Kitapçısından sonra bir miktar yerli para bozdurma ihtiyacım oldu. Daha doğrusu almak için ayırdığım kitapların ücretini dolar bazında vermek istedim ama kabul etmediler. Ancak Riyal veya yerli para Dinar ile ödeme yapabileceğimi söylediler. Biz de civardaki bir dövizciye gittik. Ama burada büyük bir merasimle karşılaştık. Benden kimlik ve kullanıyorsam Kuveyt'teki telefonumu vesaire istediler. Bozduracağım para da külliyatlı miktarda bir para da değildi. Döviz büfesinde çalışanların birisi Mısırlı diğerleri de Uzakdoğulu bayanlardı. Artık Çinli mi yoksa başka bir milletten mi anlayamadım. Ama tuhafıma gitti. Burada adet böyle imiş. Daha doğrusu Big Brother sisteminin uzak gözleri Washington'dan burasını bile gözetliyor, gözlüyor. Bir an şaşkınlık geçirsem de durumu kavradım. Burası kapitalist bir ülke değil de kapalı bir ülke olsa, açık toplum değil de kapalı bir toplum olsa anlayacağız. Karl Popper tarafından yazılan Açık Toplum ve Düşmanları kitabının hilafına şimdi açık toplumun düşmanları bizzat açık toplumun içinden geliyorlar daha doğrusu açık toplumu temsil iddiasında olan kesimler. Burada en doğru teşhis Karl Popper'ın tespiti değil George Orwell'in 1984 adlı başyapıtı. Burada kullanılan Big Brother kavramı bu garip ve saçma işlemleri de izah ediyor. Açık toplum adına kapalı bir toplum üretmişler ve bize açık toplum diye sunuyorlar. Olsa olsa bu durum açık toplum sahtekarlığı olabilir. İçten ele geçirme biçimine açık toplum diyorlar. İnsanları mikro düzeyde bile izleme ve gözetlemeye de şeffaflık diyorlar! Bu bütün Batı alemi için geçerli. Müslümanları görünce ezberini kaybetti. Müslümanları gözetlemek için kendi sistemini bile gözden çıkarıyor. Hazreti Ömer'in dediği gibi bir durum: Önceden helvadan putlar yapar sonra da acıktığımızda onları yerdik. Batılılar da hem mali anlamda hem demokrasi anlamın da ilkelerini menfaatlerine katık ediyorlar. Olan biten bu.
Bürokratik işlemlerden dolayı para bozdurma işlemi epey uzun sürdü. Çar naçar 'ya sabır' dileyerek işlemlerin sona ermesini bekledik. Sonrasında geri dönerek kenara ayırdığımız kitapları satın alabildik. Bu sistem hakkında birkaç kelam etmek gerekirse: Bankacılık sistemini Amerikan nüfuz alanından ve denetiminden çıkartılması lazım. Tek yanlı küreselleşme diktatörlüğü ve totaliterliği azdırıyor, artırıyor. Kaldı ki zamanla bu sistem Amerikan çıkarlarına da hizmet etmiyor. Bazen boynuz kulağı (Çin ABD'yi) geçiyor. Bu yüzden de Trump gibiler iktisadi veya mali diktatörlük yerine askeri diktatörlüğü yeğliyorlar. Küreselleşmeyi tersine çevirmeye çalışıyorlar. Ticarette Çin'le baş edemiyor ama militarizmde İslam dünyasının8 üzerine çullanıyor.
Tunus Caddesi üzerinden otelimize geri dönüyoruz. Yolda hep AVM'lere rastlıyoruz. Bunlardan birisi de İstanbul'da Yenibosna'daki Starcity yerine Citystar yazıyor. Demokraside çare tükenmez demişler kapitalizmde de çevir kazı yanmasın hesabı formül ve seçenek tükenmiyor.
Cihad el Ayiş bey bize eşlik ediyor ve daha sonra çarşı pazar dolaşıyoruz. İlk gittiğimiz yerlerden birisi el Mübarekiyye Çarşısı. Kadim ve geleneksel bir çarşı. Gökdelenler arasında görünmese de insana sevimli ve münis geliyor. Gerçekten de modernizm bize önce sevimli gelmiş ama zamanla sevimliliğini kaybetmiştir. Kazandıklarımız uğruna kaybettiklerimizi hesapladıkça insanı hafakanlar basıyor. Elde etmek için gözden çıkardıklarımız ve kaybettiklerimiz hadde hesaba gelir gibi değil. Nitekim ayette bu açıkça belirtilmektedir: "İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını(n istenmeyen sonuçlarını) onlara tattırıyor (Rum/41). " Karada ve denizde" ibaresi yerleşim merkezleri ve şehirler şeklinde yorumlanmıştır. Kaynak sularının azalması; kıtlık, yangın, sel gibi felâketlerin ve ölümlerin çoğalması; geçim sıkıntısının artması, her şeyin bereketinin kaçması diye de tefsir edilmiştir (Taberî, XXI, 49-50; Zemahşerî, III, 205-206; Râzî, XXV, 127-128).
Bu nedenle de Doktor Mustafa Mahmut teknolojiyi ve teknolojinin ürettiği maddi medeniyeti bir nevi Deccal hükmünde görüyor. Deccal'ın muhtelif yüzleri, araçları demek de mümkün. Muhammed Gazali ise doğrudan Big Brother sisteminin kurgucusu Batı alemini veya daha doğrusu ABD-İsrail sarmalını Deccal olarak görenlerden. Toptan bunlar Deccal düzenini tasvir etmese bile sistemin özü için bu tabir yerinde olabilir.
El Mübarekiyye Çarşısına paralel sokaklardan birisinde ışıklandırılmış bir bölümde kermes sandığımız bir sergi ile karşılaştık. Meğerse yerli mallarını ve geleneksel el sanatlarını teşvik için hükümet veya belediye halka el hünerlerini sergilemesi ve satması için bir sergi tertip etmiş. Böylece el sanatlarının unutulmasının önüne geçmek ve halkı bu yönde teşvik etmek istiyorlar. Geleneksel sanatlar ilgi ve inayete muhtaç. Bu açıdan geleneksel imalat ve el sanatları ve hünerleri mutlaka devlet tarafından himaye edilmeli, teşvik görmeli ve bakanlık düzeyinde takip edilmeli ve hatta geleneksel sanatları korumak için bakanlık tahsis edilmeli. Geçenlerde Hatay'da idim. Ayakkabı imalatında iddialı ama 1978 yılında var olan son çarıkçı da tarihe karışmış. Böyle bir yapı olsa bunlar korunabilir ve gelecek kuşaklara ulaştırılabilir. Nasıl kaybettiğimiz iklimi arıyorsak kaybettiğimiz sanatları da arayacağız.
Ertesi günü Ezherli şoförümüz telefonda aradı ve öğle yemeğine davet etti. Bana tercihlerimi sordu. Ben de Kuveyt tabağı veya balığı tercih edeceğimi söyledim. Ama eski ziyaretlerimde bir Türk ailesiyle tanışmıştık. Ahmet ve Suna Durmaz. Onları da sorabilmek için mecburen Türk lokantasını tercih ettik. Mekana gittik bizi Zeytinburnu ilçesinden Mehmet isimli hüneri şovculuk olan garson arkadaş karşıladı. Benim dikkatimi çekmemişti Amr kulak kesilmiş ve onun şovunu görmüş. Bana sordu. Bu neyin nesi diye? Meğerse et yemeğini servis ettiklerinde onu harlandırıyorlar, etrafa alevler saçılıyor. Mehmet'in marifeti buymuş. Mehmet'e, Ahmet/Suna Durmaz ailesini sordum Türkiye'ye geri döndüklerini söyledi. Sağ olsun bize ilgi gösterdi. Amr bundan çok memnun kaldı. Bir de hareketli Türk müziğe parçaları çalınıyordu. Bunlardan birisi 'Gel Benim Ol Gel yârim Ol (Hercai)' adlı parçaydı. Amr'ın hoşuna gitmiş olmalı ki, bu şarkının Türk müziğine ait olup olmadığını sordu. Ben de başımla onayladım. Yemekler ise kesinlikle klasik değil. Türk/Kuveyt kırması. Daha doğrusu Kuveytlilerin damak zevkine göre uyarlanmış küreselleşmiş Türk yemekleri.
Yemekten sonra tekrar otele döndüm ve akşam için hazırlık yaptım. Çalıştay vakti gelip çattı ve salona vardık. Konuşmacılardan birisi Abdullah Çaycı Beydi, kendisiyle ekran arkadaşlığımız vardı. Birbirimizi ekranlardan tanıyorduk. Ötekiler ise yeni tanıştıklarımız arasındaydı. Konuşmacılara 20'şer dakika ayrılmıştı bir de 10'ar dakika müzakere süresi vardı. Bununla birlikte metinlerimizi 20 dakika içinde sunmak adeta imkansızdı. Bunun için irticali konuşma yapacaktık. Konuşma sırasında da takdim tehir oldu ve önce Abdullah Çaycı bey konuşmasını yaptı. Kudüs ile ilgili gelişmeleri özetledi. Bendeniz de ikinci konuşmacı idim ve metin ile irticali konuşma arasında sentez yaptık. Çalıştaydan sonra açık büfe akşam yeği vardı. Ardından otelimize döndük. Ertesi gün ise serbest idi. Çarşı Pazar ve kitapçıları dolaşmakla geçirdim. Akşamleyin Filistinlilere ait bir lokantada Cihad Ayiş beyle buluştuk ve sonrasında Kuveyt'in kadim hayatını anlatan bir müzeye gittik. Orada çay içtik ve demlendik. Kam aldık. Kuveyt'te bulunduğum süre içinde hava harika idi. Bununla birlikte mart sonuna doğru burasının yavaş yavaş sauna haline geldiğini hatırlattılar.
Veda vakti gelip çatmıştı. Kuveyt'i bu sefer daha çok sevmiş ve daha çok bağlanmıştım. Saat 23 00 sularında otele ait bir araçla birlikte yola koyulduk. Her sınırlı süre gibi süremiz dolmuştu. Ayrılık anı gelip çatmıştı. Havaalanına erken gelmiştim. Havaalanında gazete/ kitap reyonlarına uğradım ve yol arkadaşımı bulmuş ve edinmiştim: Sultanu'l Arifin İbni Arabi. Yazarı Taha Abdulbaki Surur. Ziyarete Selefilerle başlamış ve İbni Arabi ile hitama erdirmiştik. Seferimizi Selefilerle başlattık İbni Arabi ile bitirdik. Havaalanında aldığım kitap benim için İbni Arabi'nin Tuhfetü's Sefere kitabının hatıra getirdiği gibi yolcunun azığı, katığı ve hediyesi hükmüne geçti. İbn-i Arabi tasavvuf konusunda olmasa da sifatlar konusunda selefi anlayışla uyumlu sayılır. Şiiler zaten İbni Arabi'yi keşfetmiş bulunuyorlar. Belki zamanla Selefiler de onunla köprü kurabilir.
Son pasaport kontrol noktasına geldiğimde yukarıdaki ibarede iş adamları veya diplomatlara mahsus veya özgü yazıyordu. Bu yüzden öteki yana gitmek isterken polis çağırdı ve çıkış mührünü basarken nereli olduğumu sordu tabii ki 'Türkiye' dedim. Pasaportum da buna şahitti. Sözleri veda sözleri gibi oldu: Kuveyt sizlerle güzel.
Güzelliklerin karşılıklı kalması temennisiyle bir yolculuk daha hitama ermiş oldu.