Başlık hakkında 'ne münasebet?' diye içinizden geçirecek belki de 'ne münasebetsiz başlık' diye iç geçireceksiniz. Ya da Tony Blair din mi değiştirdi diye aklınızda istifham belirecek. O kılık değiştirir ama din değiştirmez. Değiştirmek için temeli ve dini olmalı değil mi?
Bazen geceleri ister istemez kendimi tartışma programlarına kaptırıyorum. İlgili olduğum alanlarda kendimi alamıyorum. Ama şunu peşinen söylemek gerekiyor: Artık ilahiyat meselelerini tartışmak kabak tadı verdi ve adeta giderek Bizans düşerken din adamlarının (clergy) meleklerin cinsiyetini tartışmalarına benziyor. Gına getirdi ve tat vermiyor. Zevzeklik ve gevezelik kabilinden oldu. Zira öğrenmeyi veya anlamayı hedeflemiyor. Aksine bir çeşit dini meseleleri kurcalamaya, ayağa düşürmeye katkı sağlıyor. Kanallara reyting katılımcılara da PR hizmeti veriyor. Bu sayede ekranlar çarşı pazara döndü.
Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında İslam'da Güncelleme Tartışması ( 27 Mart 2017) konulu programına denk geldim o sırada ekranda Prof. Hilmi Demir Bey bulunuyordu, belli ki konuşma sırası ondaydı. Tony Blair'den bahsediyordu. Pür dikkat kesildim. Tony Blair'in bir araştırma merkezinden bahsediyor. Gönül ve kasa yağmacısı, hazine avcısı Blair bu merkezi aracılığıyla IŞİD'in yönlendirici ve referans metinlerine ulaşmış ve onları bir araya getirmiş, yayınlamış. Hatta sadece IŞİD değil selefleri olan Nusre Cephesi, Kaide gibi örgütlerin referans metinlerini de toplamış, yayınlamış. Bir de bakmış ki, aralarında Hanefilere veya Maturidiliğe dönük ne bir atıf ne de bir metin bulunmuyormuş! Kısaca bu örgütler Hanefilik de veya Maturidilik de kendileri için işe yarar, kayda değer bir malzeme, referans unsuru bulamadıkları için uzak durmuşlar. Blair, akılsızların aklı rehber alan Hanefi mezhebi ve onun akait alanındaki uzantısı olan Maturidi anlayışından uzak durduğu görüşünde olmalıdır. Belki de öyledir. Elbette bir meşrep ve anlayış farkından bahsetmek mümkündür. Bununla birlikte bu anlayışlar arasında duvarlar olduğu kadar köprüler de bulunmaktadır. Sözgelimi, İmam-ı A'zam Cafer-i Sadık'la bir tartışmasında aklı mutlak almadıklarını; aksi halde meshin altını mesh etmeyi üstüne mesh etmeye tercih edeceklerini söylemiştir.
Blair'in bu indirgemeci ve basit mukayeseleri esasında neden Afganistan'da Hanefi ekol olan Diyobendiliğin Selefiliğin etkisine, yedeğine girdiği sorusuna izah getiremiyor. Kimileri Kadızadeler için Anadolu Selefileri tabirini de kullanıyor. Kaldı ki kısmen siyasi atmosfer ve coğrafi nedenlerden dolayı Hind Diyobendileri (Şeyhül Hind Mahmut Hasan ed Diyobendi gibileri istisna tutulacak olursa) Afgan Diyobendilerine mesafelidir. Hilmi Demir gibi hocalar 'Blair kendi işine baksın' diyecekleri yerde işlerini referans alıyorlar. Blair gibi itibarsıza metelik vermemeleri gerekirken aksine ona veya kurumunu ciddiyet atfediyorlar. Bunun bilgi olarak sunulması hikmet değil, bilgiçliktir. Blair üstelik Selefileri yargılarken, Selefileri reddeden Türkiye'deki bazı hocaların 'İslam akıl dini değildir' dediklerini duymamış, gözünden kaçırmış olmalıdır. Belki bir gün gerisi de gelir, bu zevat 'İslam ilim dini de değildir' demeye başlarlar. Bütün bunlar belki birilerinin imanını artırıyor olabilir ama birilerinin de eksilttiği kesin. Dini anlamak kıvam meselesidir. Din- dünya ilişkilerinin kıvrımlarını anlamayı gerektirir. Kimi hocalar/İlahiyatçılar ise sermayelerine bakmadan maşallah her meseleye çözüm üretiyorlar. 'İn alimte şey'en fatetke eşya' sırrı gereği insan bir şeyleri bilse de tüm şeyleri kuşatamaz. Kaçan kısmet daima daha büyük olur.
Blair için durum Mülk Suresinin 4'üncü ayetinde anlatıldığı gibidir: Sonra tekrar tekrar yine göğe bak; sonunda göz, aradığı bozukluğu bulamayıp güçsüz ve bitkin bir halde sana geri dönecektir.
Bu halde olmasına rağmen yolunu şaşırmış şapşal Blair bize yol göstermeye çalışıyor.
Tony Blair'in sermayesi palavradan ibarettir. Sorun Tony Blair de değil biz de; Biz ezik ve yetersiz vaziyetteyiz.
Ondan önce de Neoconların gurularından Cheryl Benard İslam'ın organlarını birbiriyle çarpıştırmak istemişti. Meşrepleri ve mezhepleri birbiriyle vuruşturmak istemiştir. CIA'nın yan kuruluşlarından RAND Corparation'ın ısmarladığı Sivil Demokratik İslam adlı tasnif çalışmasında radikalleri ve muhafazakarları veya gelenekçileri 'out/harici' ilan ederken; modernist-reformcu hareketleri in/içkin ilan etmişti. Yer yer onlara, ilave olarak tasavvuf erbabını da katmıştı. Cheryl Benard bu yönüyle Tony Blair'in seleflerindendir. Daha doğrusu kafadarlar. Her ikisi de aynı merkezlere hizmet ediyor. Küresel aşiretin mensuplarıdır. Musevi asıllı Cheryl Benard Müslüman suretinde bir mankurtla evli. Kocası, iğdiş edilmiş eski bir Afganlı, Bush'un Bağdat Elçisi, Neocon marabası Zalmay Halilzade'den başkası değil. Musevilikte çocuklar anneden geldiği için Zalmay Halilzade'nin çocukları da beklendiği gibi Musevi kimliğinde. Tony Blair ise çok mezhepli daha doğrusu Yahudi oynaşları olan birisi. Küresel aşiret işte bu şekilde bir kazanda kaynayıp gidiyor.
Lafı uzatmadan sadede gelelim; söz konusu Demokratik Sivil İslam adlı raporunda Cheryl Benard da kendisinin Hilmi Demir hocanın Blair'e atfettiği gibi Hanbeli mezhebine karşı Hanefi mezhebini yeğlediğini söylüyor (Bak: Cheryl Benard'ın referans çalışmalardan veya raporlardan birisi haline gelen civil democratic islam/http://www.mogadima.com/?p=2791 ). Bu durumda Tony Blair ve Cheryl Benard ile ayrı dinlerde olsak da aynı mezhebi mi paylaşıyoruz?
Batılılar İslam'ı ve Müslümanları kategorilere ayırmaya bayılırlar. Fikir ve değer kasabıdırlar. Merhum Ebu'l Hasan en Nedevi Batı'nın bu eğilimlerine karşı Müslümanları uyarırdı. Seyyid Kutup Roma'nın Hristiyanlığı ayartması ve devşirmesi ve kendisine benzetmesinden 1700 yıl kadar sonra ABD'nin de İslam'ı kendi kalıbına dökmek, sokmak ve devşirmek istediğini öngörmüş ve bu yönde uyarıcı yazı ve kitaplar kaleme almıştır. Cheryl Benard'ın meşrepler ve hareketler düzeyinde yapmak istediğini Gibb gibi oryantalistler coğrafi ayırımlarla yapmaya kalkışmışlardır. H. A. R. Gibb, ' Whither Islam?' adlı çalışmasında çabaladığı gibi Hind, Pers, Türk, Mağrip İslamı gibi anlayışları canlandırmak istemiştir. Coğrafi anlayışlara ideolojik kalıplar yüklemek istemiştir. Dertleri İslam'ı kendi içinde vuruşturmak, çarpıştırmak bu yolla Allah'ın nurunu söndürmektir. Bu eğilimlere Modernizmin İslam Dünyasına Girişi kitabıyla Mısırlı Dr. Muhammed Hüseyin de cevap vermiş ve dikkat çekmiştir.
Üç haftalık ABD gezisi sırasında Washington Post ekibiyle görüşen Muhammed Bin Selman neden dünyaya Vehhabiliği yaydıkları sorusuna muhatap olunca aynen şu cevabı vermiştir. Müttefiklerimiz (Batı) Soğuk Savaş sırasında bizden öyle istemiştir. https://www.washingtonpost.com/world/national-security/saudi-prince-denies-kushner-is-in-his-pocket/2018/03/22/701a9c9e-2e22-11e8-8688-e053ba58f1e4story.html?utmterm=e250dea79680
Vehhabilik sırasını savdı, şimdi de Hanefi mezhebini mi istiyorlar? Savaş zamanında Hanbelilik barış zamanında ise Hanefilik? Ya da birisini zehir diğerini panzehir yaparak birbiriyle dengelemek. Kaderimiz böyle kullanılmak mı? Kullanılmak bizim içimize siniyor mu?
Varsayalım ki aramızda kavga var ama aile içi kavgaya başkalarının karışması mahremiyetin ihlalidir.