Arama

Mustafa Özcan
Ağustos 8, 2018
‘Düşman zulmeder, kader adalet eder!’

'Düşman zulmeder, kader adalet eder' ifadesi bir siyasi ve sosyal formüldür. Bazen hikmet ancak çatallı bir dille ifade edilebilir. Bu baptan olmak üzere Mevlana şöyle bir ifade kullanır: Kimse çalışarak menzil-i maksuduna ulaşamadı, muradına ermedi, muradına erenler çalışanlar arasından çıktı. Bu iki cümle bir birbirini tamamlayarak bir hakikati ifade ediyor. Keza 'düşman zulmeder, kader adalet eder' cümlesi de esasında bazı karmaşık durumların içinden çıkılmasına, üstesinden gelinmesine vesile olan, imkan veren bir çözümlemedir.

Şimdi Trump, İran'a ambargo uyguluyor. Buna neresinden bakmalı ve nasıl bakmalı? İşte bunun sırrı bu cümlede gizli ve saklı. ABD'nin İran'a yönelik ambargosu Ruhani tarafından da zulüm olarak tasvir ve telakki ediliyor. Bazı yedek parçaların ve sivil uçakların satılmaması veya verilmemesi İran idaresi tarafından sivillere yönelik olarak bir suikast olarak nitelendirilmektedir. Bunlar İran zaviyesinden haklı şeyler. Gerçekten de düşman olarak Trump İran'a ve halkına zulmediyor, zarar veriyor.

Bir de meseleye adalet terazisinden bakalım. İran kendi halkını gözetiyor mu, kendisinin veya başka ülkelerin sivillerine yönelik olarak saygılı davranıyor mu? İran'ın devrimden beri doğrudan ve dolaylı olarak neden olduğu ölüm ve katliamlar milyonları bulmuş ve geçmiş durumda. Bu savaşlarda sivilleri ve halkı yakıt olarak kullanmıştır. İnsan dalgalarını Irak cephesine sürmüş ve karşılıklı olarak kitleleri telef etmiştir. Irak'la kesintisiz 8 yıl savaşmış ve sonunda Humeyni pes etmiş ve zehirli kupa içtiğini söylemiştir. Bu itirafı da savaşı kendisinin sürdürdüğünü gösterir.

Sonrasında ne değişti? Arap Baharı oldu ve İsrail gergefiyle birlikte onu söndürmek için sekter, mezhep militanlarını bölge ülkelerine sevk etti ve istibdada yönelik eylemlerin kimyasını ve yönünü bozdu, mezhep savaşlarına dönüştürdü. Şah'a mezhebinden dolayı karşı çıkmamışlardı. Aynı mezhebin mensuplarıydılar. Arap dünyasında Ali Abdullah Salih, Bin Ali, Hüsnü Mübarek, Kaddafi gibi zorbalara halk mezhebinden dolayı karşı çıkmadı. Ama Ali Abdullah Salih fücuruyla Yemen'i Husilerin kucağına iterek, onlara teslim ederek devrimi söndürmek istedi ve meseleyi bir mezhep savaşına dönüştürdü. Kendisine baş kaldıran halktan böylece intikam almak istedi. İran ve diğer bölge ülkeleri de buna katkı sağladı. Suriye'de halk azınlık diktatörlüğü ve Esat hanedanlığına karşı çıktı. Esat hanedanlığı ise, buna mezhep silahıyla karşılık verdi. Kendisini sandıkla değil mezhep araçlarıyla savundu. Türkiye'nin hilafına Ali Ekber Velayeti gibiler Esat'a yerinde kalmasını, halkı ateşle barutla sindirmesini telkin ettiler. Şimdi İdlip'i halkıyla ve savunanlarla birlikte yediden yetmişe terörizmle damgaladıkları gibi İran rejimi meşruiyet ve psikolojik üstünlük sağlamak için ilk günden itibaren Suriye halkını terörist ilan etti. Adeta halkın üzerine ateşten lavlar yağdırdılar. Irak'ta da öyle hareket ettiler; Saddam sonrası ABD ile ortak bir zeminde bir mezhep diktatoryası kurdular. Şimdi sırasıyla Irak, İran, Suriye, Yemen gibi ellerinin değdiği her yer çıkmazda. İslam aleminin merkezini atalete uğrattılar ve çökerttiler. Moğollardan beri bölgede ilk kez bu kadar derin bir karmaşa yaşandı.

İran kendi sivillerine acımadığı gibi bölge halklarına da acımamıştır. Şimdi ise Amerikan ambargosu bahanesiyle sivil edebiyatı yapıyor. Siviller ise 'bizim düşmanımız dışarıda değil içeride' diyorlar. Suriye'de iç sömürgecilik söyleminde olduğu gibi İran'da da halk iç sömürgecilikten şikayet etmektedir. Bugün Trump'ın İran'a yönelik politikalarından şikayet edenler bir de Abdullah Fehd Nefisi'nin analizine kulak versinler. 2015 tarihinde Obama yönetimi ile İran arasında varılan nükleer anlaşmada gizli maddelerin olduğunu ve bu maddeler mucibinde ABD'nin İran'ın yayılmacı politikalarına karşı çıkmayacağını hatta destek vereceğini taahhüt ettiğini ifade etmektedir. Zaten fiiliyatta da bunu yalanlayacak bir icraat görülmemiştir. Nefisi İran'ın içerideki halkın isyanıyla ya da dışarıdan gelen ambargo ile yıkılmayacağını ancak boyunduruğu altındaki milletlerin kıpırdamasıyla, baş kaldırmasıyla yıkılabileceğini öngörmektedir.

ABD, Irak'ta İran ile ortak olmuş, ardından Suriye cephesinde önce İran'a ardından da Putin'e buyur etmiş, ses çıkarmamıştır. Muhaliflere ambargo koyarak ve meşruiyetlerini tanımak için sürekli yeni şartlar dayatarak onların yapısını gevşetmiştir. Bunlar bilinen politikalar. Aynı kaypaklığı İngilizler Birinci Dünya Savaşı sırasında yapmıştır. David Frumkin'in Barışa Son Veren Barış adlı eseri bu kaypaklığın tarihçesini anlatır.

İran'a destek çıkılırsa, mengeneden yakasını kurtardığında ilk yapacağı iş bu desteği yayılmacılık politikalarına alet etmek olacaktır. Huylu huyundan vazgeçmez. İran'ın başına gelen, 'kendim ettim, kendim buldum' hikayesidir. İran kaderin sillesiyle karşı karşıyadır.

Kur'an'ın aktarmasına göre, Hazreti Musa ile kendisine serzenişte ve serkeşlikte bulunan İsrail Oğulları arasında şöyle bir muhavere cereyan eder:

"Sen peygamber olarak gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi" dediler. Mûsâ, "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne varis/egemen kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar" dedi.

Burada da Allah mutlak olarak İsrail Oğullarını tezkiye etmiyor. Kimseyi merkeze koymuyor. Bugün İran neden hakkın merkezinde olsun ki? Bu merkeziyeti ona kim verdi? İran sadece hakla imtihan olur. Hakkın efendisi ve sahibi değildir. Belki turnike gibi hepsi birer ikişer imtihandan geçiyor, sınanıyor. Nitekim, Kur'an'da, 'biz o günleri (zafer ve hezimet günlerini) insanlar arasında döndürüp dolaştırırız 'buyrulmaktadır. Birinci Mabedi yıkan Nebukennazzar'ın torunu Baltazar ibretlik bir sahneyle tarih sahnesinden silinmiştir. Ziyafet sırasında sarayın duvarlarına görünmeyen bir el tarafından bir yazı yazılmıştır; bu, Baltazar'ın kaderidir.

"Yazılan yazı şudur: MENE, MENE, TEKEL ve PARSİN. "Bu sözcüklerin anlamı şudur: MENE: Tanrı senin krallığının günlerini saydı ve ona son verdi. TEKEL: Terazide tartıldın ve eksik bulundun. PERES: Krallığın ikiye bölünerek Medler'le Persler'e verildi."

İran, artık hakkında kadere fetva verdirmiştir.

Belki Trump zulmediyor ama onun arkasında İran yaptıklarını çekiyor ve adalet tecelli ediyor. Merhum Necip Fazıl'ın deyimiyle: Ne gelirse başımıza Hak'tandır; ama geliş sebebi Hak'tan ayrılmaktandır. Yoksa 'ABD saldırırken, İran rejimi eleştirilemez' şeklinde bir fikir yürütme, mugalata ve fasit daireden başka bir şey üretmez. Amacı, aldatma adına zaman kazandırmaktır. İran bunu çok iyi bilir.

Kimsenin endişesi olmasın; Sırası geldiğinde zalim yapıların tamamı çökecektir. İran, İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve ötekiler hepsi turnike gibi sırasını savacaktır. Aralarında sadece sıra farkı var.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN