Filistinli gazeteci ve Rey gazetesinin sahibi Abdulbari Atfan haftalık konuşmasını Cemal Kaşıkçı olayına tahsis etti, ayırdı. Burada Cemal Kaşıkçı olayı ile benzerleri arasında karşılaştırmalar yapıyor. Bu karşılaştırmalardan birisi, Libya ziyareti sonrası kaybolan ve lakabı Kayıp İmam'a çıkan Lübnanlı Şii din adamlı Musa Sadr ile ilgili olanıydı. Esat, İran rejimi ve Kaddafi arasında çözülmesi veya tahlili zor ve çapraz ilişkiler bulunuyordu. Libya ziyareti sırasında Musa Sadr kayıplara karışmıştı. Kimileri bunun nedenini Musa Sadr'ın geçmişte Şah ile derinlik kazanmış ilişkilerine bağlıyor kimileri de karizmatik kişiliğiyle Şii dünyasında öne çıkabileceği ve Humeyni'yi gölgede bırakabileceği ihtimaline bağlıyordu. Devrimci eğilimleriyle tanınan Muhammed Hüseyin Fadlullah gibi birisinin 'yakın çevre' tarafından tertip edilen iki suikast girişimi atlatması bu söylenenlerin hafife alınamayacağını göstermektedir. Libya makamları Musa Sadr'ın refakatçısıyla Libya'dan ayrıldığını ileri sürürken buna dair bir emare gösteremiyordu. Ülkeden çıkarak İtalya'ya gittiklerini ileri sürüyordu. Buna dair hiçbir kanıt sunamıyordu.
Kayıp İmam dosyası kapanmadan Libya'da bir başka olay daha yaşandı. Bu da yine İran ile yakın ilişki içinde bulunan İslami Cihad'ın lideri Fethi Şikaki'nin de Libya-Malta şeytan hattında kaybolmasıydı. Libya'dan ayrılıp Malta'da kaybolduğu iddiası su götürüyordu. Ya Malta'da Mossad tarafından kaçırılmış ya da Libya'dan hiç çıkmamıştı.
Cemal Kaşıkçı olayı da Kayıp İmam'ın hikayesini hatırlatıyor. Zira Kaşıkçı'nın kameralarda konsolosluğa girişi var ama çıkışı yok. Buharlaşıp uçmadığına göre son rivayetlerde iddia edildiği gibi dışarıdan gelen bir ölüm timi işkence ederek cesedini parçalara ayırdı ve ardından diplomatik eşya arasında dışarı çıkardı ve izini kaybettirdi. Burada temel iki tez var. Bu tezlerden birisi son iddiada dillendirilen tezdir. O da Cemal Kaşıkçı'nın konsolosluğa girmesinden sonra aynı gün Suudi Arabistan'dan iki uçakla İstanbul'a gelen 15 kişilik bir manganın Cemal Kaşıkçı'yı işkence ile infaz etmesidir. Sonra da cesetten bir şekilde yine aranmayan diplomatik eşya arasında kurtulmalarıdır. Reuters Haber Ajansı, Türk polisinin ilk izlenimlerinin veya çıkarımlarının Cemal Kaşıkçı'nın konsolosluk içinde öldürülmüş olabileceği yönünde olduğunu duyurdu.
İkinci teze göre de Cemal Kaşıkçı uyuşturucu iğne ile bayıltıldıktan sonra ya yat ile Lübnan veya Yunanistan yoluyla Suudi Arabistan'a nakledildi ya da yine özel bir uçakla Suudi Arabistan'a kaçırıldı. Başta Abdulbari Atvan olmak üzere İngiliz gazeteci Bill Law ve Lübnan'da yayın yapan Hizbullah-İran eksenine yakın El Ahbar gazetesi hepsi birden Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'a kaçırılmış olma ihtimalini ciddiye alıyorlar. Bill Law özel kaynaklarına dayandırdığı iddiasına göre Kaşıkçı Suudi Arabistan'a kaçırılarak ülkenin batısında yer alan Cidde'de bir hapishaneye tıkılmıştır (http://www.aljazeera.net/news/presstour/2018/10/5). İngiltere'de sürgünde yaşayan muhaliflerden Muhammed Mesari de Cemal Kaşıkçı'nın Türkiye'den kaçırıldıktan sonra ilk günden itibaren öldürülmüş olduğuna inanıyor. Maalesef ilk günden beri çok yönlü çelişkili iddialar ve değerlendirmeler yapılıyor.
SELİM LAWZİ'DEN CEMAL KAŞIKÇI'YA
Arap dünyasında hunharca öldürülen birçok gazeteci var. Bu gazetecilerden birisi de Lübnanlı gazetecilerin duayeni Trabluşşamlı Selim Lawzi (Luzi)di. Selim Lawzi Der Spiegel ayarında ses getiren bir dergi kurmak istemiştir. Bu fikrini kuvveden fiile geçirmiş biri olarak El Havadis adlı yayını, haftalık bir dergi hüviyetine, formatına sokmuştur ve model olarak da Almanların saygın dergisi Der Spiegel'i esas almıştır. Sonrasında merakı ve gerçekler başına bela olmuştur. Arafat ile Nasır ile şahsi dostluklar geliştirmiş lakin daha sonra halefi Sedat ile Camp David anlaşması yüzünden ters düşmüştür. Yine Esat ailesiyle başından beri ters düşmüştür. Onların örtülü bir biçimde Arap Barış Gücü adına Lübnan'a asker sevk etmelerini, müdahalelerine onaylamamış, buna bütün kalbiyle ve onun emrindeki kalemiyle karşı çıkmış ve mücadele etmiştir. Bunun sonucu olarak Trablusşam'da yaşayan kardeşi Mustafa'yı suikastla öldürmüşlerdir. Bu ona bir sorumluluk duygusu ve ilaveten suçluluk duygusu kazandırmıştır. Bunun üzerine Selim Lawzi çok sevdiği ülkesi Lübnan'ı terk ederek gönüllüce Londra'ya sürgüne gitmiştir. Bu sıralarda şu sözü çok meşhur olmuştur: korkutarak zimmetimizi ele geçirmek ve sadakatimizi kazanmak istiyorlar. Selim Lawzi sadakatini korku ile değil sevgi ile ve kanaatle değiştiren ve perçinleyenlerdendir.
Abdulbari Atvan'ın ifade ettiğine göre, hatırlı çevreleri Cemal Kaşıkçı'dan da selefi Lawzi gibi Londra'ya yerleşmesini ve sığınma talep etmesini istemişler hatta bu uğurda bir avukatla da temasını sağlamışlardır. Lakin o buna yanaşmamış ve iltica etmesi halinde muhalif kategorisine gireceğini ve kendisinin de bu statüyü benimsemediğini ve istemediğini söylemiştir. Cemal Kaşıkçı'nın fikri statüsü, sadece görüş ayrılığı yoksa profesyonel muhalefet değil. O ise bir yıldan beri kaldığı Washington yerine kalıcı olarak İstanbul'da yaşamak ve nişanlısı Hatice Cengiz ile hayatını birleştirmek istiyordu. Atvan'a göre bunun için İstanbul'da çeyrek milyon dolara bir daire de satın almıştı. Bazı dostlar ise bu dairenin Topkapı'daki Avrupa Evleri kapsamında olduğunu belirtiyorlar.
Nişanlısı Hatice Cengiz Umman Sultanlığı konusunda akademik çalışma yapmış birisi. Çalışması, 'Et Teayüş el Mezhebi fi Umman Biahdi's Sultan Kabus/Sultan Kabul Döneminde Umman'da Mezheplerin Birlikte Yaşamı' adını taşımaktadır. Adı verilmeyen hükümet çevreleri Kaşıkçı'nın tertip ile öldürüldüğünü söylerken nişanlısı Hatice Cengiz buna inanmak istemediğini söylemiştir.
Böylece Türkiye'ye yerleşmesi halinde Adnan Kaşıkçı da İstanbul'daki Arap muhalif isimlerin arasına katılacaktı. Dünyada en çok Arap muhalifin barındığı, bulunduğu şehrin İstanbul olduğu söylenebilir. Bu olayla birlikte bu muhalif isimlerin korunması meselesi de yakın plana girmiş ve öncelik kazanmış oldu. Elbette Türkiye yol geçen hanı değil ve son olayın ışığında tedbirler sıklaştırılmalı. İstanbul'daki Suudi Arabistan konsolosluğu önünde gösterilere katılan Nobel ödüllü Tevekkül Kerman veya Mısırlı İsam Telime gibi isimler bunlardan bazıları. Tevekkül Kerman Riyad ile Ebu Zabi'nin Yemen'e askeri müdahalesini işgal olarak tasvir etmektedir. Bu zeminde sürekli muhalefet yapmaktadır.
TUZAĞA ÇEKİLME
1975 yılından itibaren Suriye rejiminin Lübnan'a askeri müdahalesinden sonra Lübnan'ı kendisi gibi bir gazeteci için dayanılmaz bulan Selim Lawzi ardından kapağı Londra'ya atmış ve buraya yerleşmiş lakin etkili dergisi vasıtasıyla Suriye rejimini ciddi olarak rahatsız etmeye başlamıştır. Özellikle de Paris'te olan Rıfat Esat'ın çevresiyle irtibata geçerek Suriye içinden ulaşılması zor haberler devşirmiş ve bunları haftalık makaleleri içinde işlemiş ve kullanmıştır. Bunun üzerine yine sürgünde, Paris'te yaşayan Baas'ın ileri gelenlerinden Salah Bitar'dan uyarı almıştır. Bu uyarılar üzerine şunu yazacaktır: Suriye istihbaratı beni öldürdüğünde bunu hak etmiş olacağım. Çünkü ülkemi sevdiğim gibi mesleğim gazeteciliğe de saygı duyuyorum ve samimi olarak bağlıyım. Suriye istihbaratı daha sonra uyaran Salah Bitar'ı da uyarılan Selim Lawzi'yi de öldürmüştür.
Annesinin ölüm haberini alması üzerine ülkesinden uzak yaşayan ve dönmeyi düşünmeyen Selim Lawzi taziyeleri yerinde kabul etmek için eşi Ümmiye ile birlikte bir süreliğine Lübnan'a avdet eder. Lübnan'a dönmekle tuzağa düşmüştür. Annesinin ölüm haberini aldığında eşiyle New York'ta bir gezintidedir. Eşi Ümmiye'nin korkuları ve ürpertileri arasında Lübnan'a dönerler. Dostları planlanandan bir gün evvel Lübnan'ı terk etmesini tavsiye ederler. Ama araya kader girer. O ise bir gün evvel döneceğine daha sonra cumhurbaşkanı olan ve aynı çevrelerce suikastla öldürülen dönemin milletvekili Röne Muavvad'dan bir telefon alması üzerine seyahatini bir gün uzatır. Muavvad cumartesi günü Cumhurbaşkanı İlyas Sarkis'in kendisiyle görüşmek istediğini söyler. Bunun üzerine gidişini bir gün erteler. Selim Lawzi cumartesi randevusu için başkanlık sarayı Baabda'dan telefon veya haber beklemektedir ama ne gelen vardır ne de giden. Eşi Ümmiye'yi endişe kaplamıştır. 25 Şubat 1980 günü eşyalarını toplarlar otelden ayrılarak yollara düşerler ama terslikler onları kovalamaktadır. Havaalanına giderken yolları kesilir ve eşiyle araçları ayrılır ve kendi aracı, şoförün sigara alması bahanesiyle eşinin aracından koparılır ve ardından gözleri bağlı vaziyette ıssız bir yerde terk edilir. Beyrut'a geldiğinde radyo ve haber ajansları eşi Selim Lawzi'nin kaçırıldığından ve yerinin hala tespit edilememesinden bahsetmektedir. 4 Mart tarihinde çobanlar rastlantı neticesi cesedine ulaşırlar. Ağır işkenceden geçirilmiş halde vefat ettiğini görürler. İlgili mercilere haber verilir ve durum aydınlanır. Geride mesaj olarak yazı yazdığı parmağını kesmişlerdir. Suriye'de devrim ezgileri söyleyen İbrahim Kaşus'un da kaçırıldıktan sonra boğazının kesilerek nehre atılması gibi. Cinayet için fail-i meçhule kayıt düşülse de fail bellidir ve Suriye muhaberatıdır.
Burada Cemal Kaşıkçı ile ilgili benzer yön her ikisinin de ünlü ve etkili birer gazeteci olmasıdır. İkincisi her ikisi de ülkesinden uzak gönüllü sürgünde yaşamasıdır. Üçüncüsü kaderin cilvesidir; Selim Lawzi annesinin cenazesinden dolayı Beyrut'a dönerken Cemal Kaşıkçı'nın da nişanlısı Hatice Cengiz ile evlenme işlemleri için ülkesinin İstanbul'daki konsolosluğuna uğraması, başvurmasıdır. 28 Eylül'deki ilk buluşmadan sonra anlaşılan 2 Ekim'deki randevu tarihine kadar Suudi Arabistanlı yetkililer hazırlık yaparlar, zamanı gelince de tasarladıklarını hayata geçirirler.
Cumhurbaşkanı İlyas Sarkis randevu verdi diyerekten Selim Lawzi'nin bir gün daha kalmasını sağlayan, gecikmesine neden olan Hristiyan Milletvekili Röne Muavvad bilahare cumhurbaşkanı olur. O da cumhurbaşkanı iken 5 Kasım 1989 tarihinde bir suikast sonucu öldürülür. Öldürenler baba Esat'ın Lübnan'daki ölüm timleri, mangalarıdır. Bu işin planlayıcıları Gazi Kenan ile Yardımcısı Rüstem Gazala'dır uygulayanlar ve infazcılar ise alt düzeyde Cihad Saftali ve Cami Cami gibi isimlerdir. Röne Muavvad Refik Hariri'nin hediye ettiği Mercedes içinde öldürülmüştür. Bu isimler Refik Hariri'nin suikastından sonra Suriye birlikleri Lübnan'dan çekilinceye kadar bu deni ve şeni işlerini devam ettirmişlerdir. Sonrasında ise her biri bir felakete kurban gitmiştir. Korkusundan Esat baş kasap Gazi Kenan'ı intihar süsüyle öldürtmüştür. Yardımcısı Rüstem Gazala'da görevinden azledildikten kısa bir süre sonra 62 gibi genç denilebilecek yaşta ölmüş ya da öldürülmüştür. Velhasıl su testisi su yolunda kırılmıştır. Hem Selim Lawzi hem de Muavvad'ın ölümünden Gazi Kenan ile Rüstem Gazala sorumludur. Daha nicelerini öldürmüşlerdir. Fas'ta yaşayan ve vefat eden Halepli şair Ömer Bahaeddin Emiri suikast korkusuyla geçirdiği bir Beyrut seyahatini dokunaklı olarak kaleme almıştır. Arap dünyası bu gibi tiranlar yüzünden sürgün alemidir. Sonunda zincirleme kötülükler birbirini ifna etmektedir. O sıralarda Lübnan Şam'ın arka bahçesidir. Maalesef Suriye devrimine rağmen dünya güçleri Esat rejimini yeniden bu ülkenin de yarı resmi veya gayri resmi hakimi yapmak niyetindeler.
SUUDİ ARABİSTAN'IN BENZERİ EYLEMLERİ
Cemal Kaşıkçı Suudi Arabistan'ın ilk ve son vukuatı değil. Daha önce Beyrut'ta 17 Aralık 1979 tarihinde Suudi Arabistanlı muhalif Nasır Said Filistinli Ebu Zaim'in yardımıyla kaçırıldıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamamıştır. O dönemde Suudi Arabistan'ı Lübnan'da Ali Şair adlı diplomat ve büyükelçi temsil etmektedir. Son sıralarda da muhalif eğilimleriyle tanınan prensler Batılı ülkelerden kaçırılmışlardır. Bunlardan birisi Londra'da ikame etmekte olan Seyfün Nasr'dır. Türki Bin Bender ise Fas'tan kaçırılmıştır. Sultan Türki ise İsviçre'den kaçırılmıştır. Bu örnekler de gösteriyor ki adam ve muhalif kaçırma Suudi Arabistan'ın gelenekleri arasına girmiştir.
CEMAL KAŞIKÇI'YI NEDEN YOK ETTİLER VEYA KAÇIRDILAR?
Cemal Kaşıkçı, bilinen anlamda muhalif olmasa da, Suudi Arabistan rejimini öfkelendirmekte idi. Kaşıkçı suçsuz olsa da rejim tahammülsüzdür. Bu olayla birlikte bu yönü bir kez daha yakın plana gelmiştir. Kaşıkçı sadece makul olanı seslendirmektedir. Batı'ya liberal olarak şirin görünmek isteyen Muhammed Bin Selman içeride kuş uçurtmamaktadır. Harem-i Şerif imamlarından, sabah akşam ölümünü bekleyen Sefer Havali gibi isimlere kadar çok sayıda insan demir parmaklıkların arkasına tıkılmıştır ve güneşi yeniden göreceği günü beklemektedir. Abdulbari Atvan'ın deyimiyle bu rejimin iki karakteri vardır. Birisi Niccolo Machiavelli'den mülhemdir ki, özü şudur: Kendini halkına sevdirmene gerek yok korkmaları yeter ve yeğdir. Bu anlayışta Trump ile de hemfikirdir. İkincisi ise Bush'dan devşirmedir: Ya benimlesin ya da karşımdasın. Buna göre gri alan yoktur. Ya mutlak itaat, bağlılık ya da mutlak düşmanlık. Trump da kurallara, ilkelere sadakat yerine şahsi sadakati getirmiştir. Bu, Medine İmamı İmam Malik'in temsil ettiği gibi analitik bir tutumdan uzaktır: Fitneden kaçarız ama kimseye şartsız, mutlak da biat etmeyiz. Biatımız Hazreti Ebubekir'in ilk hutbesinde dile getirdiği gibi şartlıdır. Saparsam bana biat etme yükümlülüğünüz yoktur. Kaşıkçı da makulü temsil ediyor makulü dillendiriyordu. Başlarda yerinde müdahale teziyle Selman doktrinini savunsa da biriken yanlışlarla birlikte yönetimi sorgulamaya başlamıştır. Önce İran'a bile askeri müdahaleyi savunmaktadır. Keza Yemen'e müdahaleye arka çıkmıştır. Bununla birlikte Katar'a abluka, İhvan'la çatışma siyasetini benimsememiş ve zamanla da Yemen konusunda ihtiyatlı eleştiriler yapmaya başlamıştır. Bu da tiranların hoşuna gitmemiştir. Cemal Kaşıkçı Saray'a uzak bir isim değildir. Bu yüzden Türki Bin Faysal'ın hem Londra hem de Washington büyükelçiliği sırasında ona gazeteci olarak eşlik, refakat etmiştir. Yine Washington'da yaşarken Büyükelçi Halit Bin Selman ile temaslarını kesmemiştir.
Arap Baharı: İhvan Zamanı ve İşgal Altındaki Suud Pazarı gibi eserleri vardır. Cemal Kaşıkçı gazeteciliğe 1990'lı yıllarda Türkiye'de de dağıtımı yapılan Saudi Gazette'de başlamış. Arab News, Şarku'l Avsat ardından Hayat gibi gazetelerde çalışmış ve köşe yazarlığı yapmıştır. Vatan gazetesinde ikincisi uzun süreli olmak üzere iki dönem yönetmenlik yapmıştır. El Arab Kanalı ise yayına başladıktan birkaç saat sonra talihsiz bir şekilde kapanmıştır. Gazeteci olarak Afgan cihadını, Lübnan, Cezayir olaylarını Sudan gibi ülkeleri takip etmiştir.
Kısaca Cemal Kaşıkçı olayından alınacak dersler var. Bu olay üzerinden hem Türkiye hem de Türkiye'deki muhaliflere şu mesaj verilmiştir: Kolumuz uzun, arkamız sağlam ve pek; istediğimizi yaparız. Size kadar erişiriz.
Elbette bu azgınlıktır. Ama güce dayandıklarından kendilerini la yüs'el sayıyorlar. Kimi yorumculara göre, Türkiye'nin ekonomik kırılganlığı da bu tür eylemler için yeni Suud rejimine cesaret vermektedir.