Kriz yönetimi konusu önemlidir. Türkiye ise Kaşıkçı olayında beklenmedik bir durumla karşı karşıya kaldı. Bu durumlarda Arapların irtibak/confusion dediği durum hasıl oldu. Bu 'şaşkınlık' demektir. Araplar geçmişte bu kelimenin yerine 'zuhul' ifadesini kullanırlardı. İngilizce 'amazement' karşılığı olan bu ifade sersemleme gibi anlamlara gelmektedir. Elbette Türkiye bu olayın şokunu uzun bir süre üzerinden atamadı. Bununla birlikte Kaşıkçı'nın konsolosluğa girip de çıkmaması üzerine esasında ilave yorum seçenekleri düşüyordu. Geride sadece bir iki yorum ihtimali kalıyor ve zaman geçtikçe de hayatından ümit kesilmesi kuvvetli bir ihtimal olarak beliriyordu. Bir de işin anlaşılmasını zorlaştıran kısım; Suudi Arabistan'ın zihinleri kurcalayan ihtimali nasıl yapabileceği noktasında düğümleniyordu. Kimse Arthur Koestler'in deyimiyle gündüz gözü veya gün ortasında Suudi Arabistanlılardan bunu yapmasını beklemiyordu. Onun ötesinde Suudi Arabistan diplomatik ağırlığı olan hatırlı ülkelerden birisiydi. Arkasında ülkeler kümesi de vardı. Bütün bu gerçekler Türkiye'nin dikkatli adım atması gerektiğini telkin ediyordu. İstihbarat alanıyla ilgili yazılarıyla dikkat çeken Washington Post yazarlarından David Ignatius, Cemal Kaşıkçı'yı 1984 kitabının yazarı George Orwell'e benzetmiştir. Esasında Cemal Kaşıkçı'nın yaşadığı dünya George Orwell'in kitaplarında işlediği dünyadır. Bu dünyanın temel karakterlerinden birisi ise pervasızlık ve nifaktır. Olayları tersyüz etmektir. Elbette Türkiye'nin ilk günlerde şaşkınlığı üzerinden atamaması ve devlet erkanının durumun aydınlanması için ağırdan alması İstanbul'u mesken tutan Arap muhalifleri için burukluğa, bir nevi hayal kırıklığına neden olmuştur. Olay bir haftasını devirirken özellikle de Katar'a yakın yayın yapan televizyon kanalları Mısır'dan Yemen'den can havliyle firar ederek ülkemize kaçan, gelen muhalif isimleri ekranlarında ağırlamış ve onların endişelerine yer vermiştir. Onlar Washington Post yazarları veya muhabirleri gibi, 'hepimiz aynı gemideyiz, birimize yapılan hepimize yapılmıştır' mottosundalar. 'Can güvenliğimizden emin olmak istiyoruz' diyorlar. Olay karşısında Türkiye'nin siyasi ve ahlaki yükümlülük altında olduğuna dikkat çekiyorlar.
Elbette 'çıkmayan candan ümit kesilmez' deyiminde olduğu gibi Türkiye mevzuatı işletiyor ve resmi yollarla bir sonuca varmaya çalışıyor. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kızılcahamam'da yaptığı ilk açıklama soğukkanlı bir açıklama idi. Oysa ki, muhalifler veya Cemal Kaşıkçı severleri kendilerini tatmin eden ve gelinen süreci ifade eden günün mana ve ehemmiyetine dair daha sıcak bir açıklama bekliyorlardı. Türkiye omzundaki yükün ağırlığının farkında idi. İster kaçırılsın isterse konsoloslukta iken 2 saat sorgulandıktan sonra parçalara ayrılsın, isterse öldürüldükten ya da uyuşturulduktan sonra bir bütün olarak diplomatik eşya içerisinde dışarıya çıkarılsın veya kaçırılsın olay karşısında insanın nutku tutulması işten bile değil. Denildiği gibi şüyuu vukuundan beter bir olay. İşte bu gergin ortamda bazı kanallarda ağırlanan muhalif isimler ya da Cemal Kaşıkçı severleri Türkiye'nin ağırdan alarak, tırmandırmaktan kaçınarak Suudi Arabistan ile el altından, gizli bir pazarlık yürütüp yürütmediğini merak ediyorlardı. Gizli pazarlıkla olayın üzerinin kapatılmak istendiğine dair bir algı var. Elbette içeride ve dışarıda zor şartlarla karşı karşıya kalan Türkiye ek bir külfet ve kriz istemez ve bunun çapını oldukça sınırlı tutmak ister. Bu hassasiyet yüklü ve Türkiye'nin çıkarlarını da esas ve dikkate alan yaklaşım birilerince 'pazarlık' olarak nitelendirilebilir. Türkiye'deki resmi çevrelerden net bir açıklama gelmemesi de onları kuşkuya sevk edebilir. Muhalifler arasında Türkiye'nin tavrı cılız bulunuyor. Araplar bu gibi durumlar için 'tesviye/uzlaşma' tabirini kullanırlar. Bununla birlikte Türkiye savcılığın incelemesini bitirmesini veya yol katetmesini bekliyor. Bunun dışında bir de, polisin olay yeri veya giriş çıkış noktalarını incelemesi sonucu toplanacak bilgiler bekleniyor. Bunlar tekemmül ettiğinde Türkiye elde ettiği bilgileri uluslararası kamuoyu ile paylaşacaktır. Bunu taahhüt etmiştir. Burada bazı yorumcular meselenin Türkiye, Suudi Arabistan ile ABD çaprazında yaşansa da olayın çapının tek başına Türkiye'yi aştığını uluslararası bir mesele haline geldiğini ifade ediyor. Bu açıdan BM çerçevesinde bir inceleme ve soruşturma komisyonunun teşkil edilmesini ve olaya el atmasını istiyor. Cumhurbaşkanının Kızılcahamam'da yaptığı açıklamada hala Cemal Kaşıkçı'nın yaşadığına dair umut kırıntılarının olduğuna işaret etmesi Arap muhalif çevrelerde burukluğa ve hayal kırıklığına yol açmıştır. Bununla birlikte bu iyi niyetle yapılmış bir temennidir. Kaldı ki hala Suudi Arabistan ile hissi bağlarını koparamamış Ürdünlü yazar İhsan Fakih gibiler Türkiye'nin nihai açıklama yapmasından önceki değerlendirmelere pek bel bağlanmaması gerektiğini söylüyorlar. Bu yönde Twitter hesabındaki mesajlarında İhsan Fakih, Cemal Kaşıkçı'nın hayatta olduğuna dair hislerine tercüman olmakta idi. Keza Cemal Kaşıkçı'nın hayatta olabileceğine dair umut taşıyanlardan birisi de nişanlısı Hatice Cengiz idi. Bunlar iyi niyet makamında söylenmiş sözler ve yapılmış değerlendirmeler. Elbette diğer ihtimali ortadan kaldırmaz. Bununla birlikte zaman hızla akıp gidiyor. Cemal Kaşıkçı'nın hayatta olduğuna dair ümitler tükenirken dünya kamuoyunun da berrak bilgilere ulaşma ve gerçekleri öğrenme noktasında sabırları taşıyor. Washington Post, New York Times gibi muhalif Amerikan basını ve The Guardian gazetesi gibi İngiliz gazeteleri olayın ilk elden takipçileri. Kaşıkçı olayı bir dünya meselesi olmuştur. Belki de Suudi Arabistan yönetimi bu ilgiyi ve ilginin çapını tahmin etseydi Kaşıkçı'dan uzak durmayı yeğlerlerdi.
Bu krizi idare noktasında Türkiye'yi eleştirenlerden birisi de dost çevrelerden tanınmış yazar ve gazeteci Azzam Temimi idi. Keza Mısırlı muhaliflerden Kutb el Arabi de kriz idaresinden dolayı Türkiye'yi paylıyordu. İşte bu ortamda Cemal Kaşıkçı dosyasını kapatmak veya unutulmaya terk etmek için Türkiye ile Suudi Arabistan arasında gizlice bir pazarlığın yürütülebileceğine dair kimi endişeler gün yüzüne çıktı. Kimileri de realist olunması gerektiğini söyleyerek bir kişi için iki ülke ilişkilerinin bozulamayacağını söylüyor. Pire için yorgan yakılmaz diyor. Lakin durum nazik ve Cemal Kaşıkçı o bahsedilen bir kişi değil. Kendi ifadesiyle; ben farklı bir Suudi Arabistanlıyım. Ene Suudiyyun lakin muhtilifun. Kaybolma biçimi de bu ifadesini doğrulamış oldu ve sağlaması mahiyetindedir.
Bu gergin ve güvensiz ortamda düşman okları bize doğru yöneliyor. Suudi Arabistan artık devekuşu pozisyonundan çıkmalı ve Yasin Aktay'ın dediği gibi Türkiye'yi hafife almaktan vazgeçmelidir. Çocuk kandırma yöntemi büyüklerin harcı ve işi olamaz.