Gassalın önündeki mürit!
Makamlar, boyutlar arasında farklar anlaşılmadığından iltibas vaki oluyor. Sözgelimi müridin şeyhin elinde gassalın elindeki meyyit gibi olması tavsiye ediliyor. Şeyh yetersiz de olsa mürit illa da edilgen bir varlık mı olmalı? Şeyh fail mürit daima münfail bir kişilik midir? Bu ne anlama geliyor? Bu, şer'i olarak şeyhin her dediğini doğru kılar mı? Veya şer'i olduğu anlamına gelir mi? Elbette gelmez. Öyleyse niçin böyle söylendi? Öncelikli olarak bu şer'i bir kural değildir. Bu itibarla 'şeyhimin yanlışı benim doğrumdan evladır' demek şer'i düzeyde muhataralı gözüküyor. Ama bu şu anlama da gelmiyor: Şeyhimin sözü veya yanlışı şer'i şerifin doğrusundan daha yeğdir! Bunu da söyleyen yok! Bazı görüşleri itibarıyla mürit şeyhinin önündedir ve ondan daha fazla gelişmiştir veya zamanla gelişecek ve boynuz kulağı geçecektir. Şeyhin önünde gassalın önünde gibi olmak veya şeyhinin yanlışının kendi doğrusundan evla bulmak izafidir. Daha doğrusu şer'i bir kural olmayıp bir terbiye kuralıdır. Terbiyede gereklidir. Şeyhini kendinden üstün bilmeyen ondan istifade edemez. Bu itibarla bu ifadeler genel doğru değil sadece makamın doğrusu veya nispi doğrudur. Makamlar arasındaki farkları anlamayan bunu da anlayamaz. Her mesleğin kendisine has kavramları ve doğruları vardır. Bunlar kendi sınırları içinde geçerlidir.
Abdulvahhab Şarani'nin bir eseri var. 'El Envar el Kudsiyye' adıyla bilinir. Burada 'şeyhimin yanlışı benim doğrumdan evladır' demektedir. İlk bakışta tırmalayıcı geliyor. Zira tasavvuf veya tarikatlar birer eğitim ocakları ve yuvalarıdır. Burada müridin balmumu gibi şekillenmesi için teslimiyeti gerekir. Teslimiyet de kabullenmeye bağlıdır. Orduda gibi kitle eğitimi verilen yapılarda veya ocaklarda sorgulama başladığı zaman orada kitle eğitimi durur, son bulur. Tarikatlarda da öyledir. Bununla birlikte dediğimiz gibi bu kural münhasıran terbiye alanında geçerlidir. Yoksa şer'i alanda veya dini alanda asla geçerli değildir. Şeyh iki iki daha beş eder dese bu yanlıştır. Şeyhin demesiyle bu doğru olmaz. Lakin müridin tekamülü için şeyhinden istifa etmesi için bu kural kendi alanında geçerlidir.
Müslüman Kardeşlerin önemli rehberlerinden, mürşitlerinden Ömer Telmisani de aynı deyimi kullanmıştır. Salik veya mürit veya cemaat mensubu liderinin önünde gassalın önündeki meyyit gibi olacaktır. Dolayısıyla tarikatlara mahsus olan bu kavramın veya algının günümüzde cemaatlere de yansıdığını görüyoruz.
Bununla birlikte cemaat veya tekkelerin en temel kusurlarından birisi özgüven patlaması sorunudur. Ehli necat olduklarına ve bittabi ve tali olarak herkesten üstün olduklarına dair müfrit anlayışları vardır. Cemaatlerde genellikle 'havf ile reca/korku ile umut' dengesi reca lehine bozulmuş bu da onları sakil ve çekilmez ala getirmiştir. Dava makamına ve iddia makamına sürüklemiştir. Meşrep farkıyla herkese üstten bakmaya başlamışlardır. Mısırlı Muhammed Gazali bilhassa buna parmak basar. Bu haslet tevazu yerine kibre yol açar ve ötekileştirmeye ve geçimsizliğe götürür. Daha geniş havzadaki kardeşliği engeller. Allah bütün müminleri kardeş ilan ederken onlar kapalı devre bağlılarını kardeş sayarlar. Bu da terbiye ve eğitimin gereklerinden kabul edilse bile üstünlüğü çağrıştırdığında genel kardeşlik havasını bozar. Bu kurallar eğitim dairesinde geçerli olmakla birlikte asla vazgeçilmez değildir. Özellikle istismara konu oluyorsa ve 'şeyhleri' layüs'el hala getiriyorsa orada sapmaya yol bulunur. Bu kural bu taktirde derhal gözden geçirilmeli, işletilmemeli. Zaten eğitim amaçlıdır ve şer'i bir karşılığı yoktur.
Bu kural siyaset alemine de aksetmiş ve yansımıştır. Bu alemde de meşverete değil istibdada yol açar. Ya da partileri tekkeye havasına çevirir. Bununla birlikte büyük Türkiye tutkunu ve mimarlarından biri olan Dündar Taşar idealist bir şekilde sufilerin bu kavramını siyaset alemine yansıtmış, tercüme etmiştir. Alparslan Türkeş'e büyük saygı gösteren Dündar Taşar sufilerin sözlerini aynen iktibas ederek başbuğu saydığı Türkeş'e uyarlamıştır. 'Başbuğumun yanlışı benim doğrumdan yeğdir ve evladır' demiştir. Bu da siyasi bir şatahattır. Yani ölçüsüz bir ifadedir. Demek ki bu söz siyaset ve diyanet aleminde seyyanen geçerli olmuştur. Bununla birlikte şer'i bir yönü yoktur ve eğitim yönü de yeniden tartışılabilir. Özellikle de istismara konu oluyorsa.
Evet! Ölmeden önce ölmemiz emredilmiştir. Bu ne demektir? Nefsi ve azgınlığı öldürmektir. Tövbe etmek günahları öldürmektir. Bu anlamda gassalın önünde meyyit gibi olmak ölümü görüp dirilmektir. Ölüm gerçekten de öbür dünyaya kurulan diriliş köprüsüdür. Bu dünyada ölmek öbür aleme dirilmektir. Boyut değiştirmektir. Nefsi öldürmek manen dirilmektir. Bu nedenle sufiler rabıta-yı mevt düsturunu benimsemişlerdir.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Osman Akkuşak’ın ardından (17.09.2020)
- Mürit ile mürşit (14.09.2020)
- Önden giden dostlarımız: Hasan Başpehlivan, Mevlüt Özcan… (12.09.2020)
- Çare doğru İslam’da (10.09.2020)
- İbrahimi barış ya da yeğenlerin kaynaşması (09.09.2020)
- ‘Komün şeyhi’ ve şamatacıları!* (05.09.2020)
- Macron ve rol modeli Putin! (02.09.2020)
- Paralı kılıç! (01.09.2020)