Dirilten romanlar!
1912 yılında Yahya Kemal Beyatlı Paris'ten yurda döndüğünde intibaha gelir, köklerini ve özünü aramaya koyulur, daha doğrusu Beşir Ayvazoğlu'nun anlatımıyla şair, evinin yolunu tutar ve evine geri döner. Paris günlerinde Fransız tarihçilerden Albert Sorrel'in tarihe tutunarak aylakta kalma, ayakları üzerine doğrulma tezinden çok etkilenmiştir. Bu tezi hayatına da yansıtır. Vakıanın ağır baskısından kurtulmak için tarihe ve abidelerine sığınır. Şanlı mazinin ışığında yeniden dirilir. Tarih moral kaynağıdır ve istikamet vesilesidir. Feridun Fazıl Tülbentçi'nin Kahramanlar Geçiyor dizisi bu söylediklerimize şahittir. Yahya Kemal Beyatlı Osmanlı'nın çözülme ve yıkılma günlerinde ve sonrasın da her bunaldığında tarihin böğrüne ve tarihin abidelerine sığınmıştır. Tarihte yaşananlar neden bir kez daha yaşanmasın? Tarih hem ibret vesilesi hem de ayağa kalkma manivelasıdır. Tarih vakıanın aynasıdır. Öz güveni yeniden kurar, inşa ve tesis eder. Tarihe tutunmak önemli bir meseledir. Rahmetli Dersaadet kitabevi sahibi İbrahim Subaşı SSCB'nin yıkılmasının ardından tarihin havzalarında ve İslam beşiklerinde yani Orta Asya'ya doğru bir yolculuğa çıkar. Semerkand, Buhara gibi tarihi mekanları turlar ve buralarda doğanların şanslı olduklarına kanaat getirir. Tarihle aralarında bir perde yoktur. Tarihi abideler tarihe ve zaferlerine şahittir. Maveraya uzanan İslam sanatı gönül tellerini titretir. Maveraünnehr çocukları tarihin böğründe ve 'havadirlar'larında doğarlar. Buraları medeniyet havzalarıdır ve Semerkand ve Buhara gibi şehirler Arapçada 'havadir' olarak anılırlar. Hadira'nın çoğulu olarak kırsal kesimin hilafına, medeniyet havzaları, şehirleri demektir. Bu şehirlerde İslam nakış ve kanaviçe gibi işlenmiştir. Hadira/havadir kozmopolitan anlamına da gelmektedir.
Kısaca, tarih dirilme zeminidir. Nitekim Yahya Kemal Beyatlı da medeniyet buhranını üzerinden tarih yoluyla ve sayesinde atmıştır. Vakıanın karamsarlığından kendini tarihin derinliklerine salmış ve vahalarına atmıştır. Tarih umutsuzluğun panzehridir.
1970'li yıllar tarihi romanlar üzerinden diriliş yıllarıdır. Tarihin yeniden kök saldığı dönemlerdir. Bütün çevrelerde tarihe bir düşkünlük vardır. Halikarnas Balıkçısı gibi kimileri İslam tarihinin ötesine geçerek geniş tarihte kendilerine ve kültürlerine zemin aramışlardır. Muhammed Kutup, Vakıuna'l Muasir (Çağdaş Durumumuz) adlı kitabında her İslam ülkesi veya beldesinde İslami köklerine dönmek yerine İslam öncesi köklerine ulaşmak için çaba harcandığını ve cahiliyet çağlarına geri dönüşün özendirildiğini ifade etmektedir. Bunu bilhassa Batılılar teşvik etmiştir. David Frum'un, The Right Man kitabında olduğu gibi 1950'li yıllarda Amerikalılarca her İslam ülkesine modernist ve dönüştürücü bir Mustafa Kemal portresi formülü öngörülmüştür. Bunun sonucu Mısır'da Cemal, Türkiye'de Kemal düzeni yaşanmış ve sistemleri revaç bulmuştur. Yine Muhammed Kutup'un deyimiyle her ülkeye İslam dışı bir kök aranmış ve bulunmuştur. Mısır Firavunlar medeniyetine geri dönerken Suriye gibi ülkeler geçmişlerini Finikelilerde aramışlardır. Bunu bizde terviç eden Halikarnas Balıkçısı gibi isimler olmuştur, Suriye'de ise Adonis (Ali Ahmed Said Eşber) gibi erbab-ı kalem ve edebiyatçılar bu akıma hız vermişlerdir. Adonis gibi isimleri Batılılarca baş tacı edilmiştir, bağırlarına basılmıştır. Zira yakın ve gerçek köklerine yabancılaşmayı temsil ederler. Bunlar bilahare Batı düşmanlığı yerine muhabbetini de içlerine sindireceklerdir. Böylece kültürel zeminde kimi edebiyatçılar sayesinde Müslümanların kimyaları bozulur ve algıları farklılaşır.
Yeni Asya ile Yeni Nesil'in yekpare ve bir olduğu 1970'li ve 1980'li yıllarda roman ve düşünce yazıları üzerinden kültürel bir hamle yapılır. Bu kültürel hamlenin adı 'vatan sathını bir mektep yapmaktır'. Bu alanda roman öncü ve taşıyıcı/katalizör olur. Hamle büyük bir hamule ve yük ve misyon taşımaktadır. O dönemde Yavuz Bahadıroğlu ismi parlamaya başlar. Buhara Yanıyor ve Sunguroğlu gibi romanlara imza atar. Yine aynı dönemlerde Hekimoğlu İsmail'in kaleme aldığı Minyeli Abdullah romanı bir çığır ve efsane olur. Hekimoğlu İsmail bu romanda Mısır üzerinden Türkiye'yi kurgulamış, anlatmıştır. Romanda Müslümanı bir melek, derviş ve tahammülü sırtlanmış mazlum kılığında tasvir edilmiştir. Adeta Minyeli Abdullah'da anlatılan Minyeli portresi, geçmişte Hristiyanlığın ilk devrelerinde Yukarı Mısır bölgesindeki yaşayan Hristiyan keşişleri andırır. Bir lokma bir hırka anlayışını temsil eder. 'Ağzına vur lokmasını al' denilen cinstendir. Bu romanlar bir nesli diriltmiştir. Yeni Asya-Yeni Nesil'in yaktığı bu meşale romanlar üzerinden devam eder. Timaş ve sair yayınevleri de 1980'li yıllardan sonra Ahmet Günbay Yıldız gibi kalemlerle yeni nesilleri etkilemeyi ve yönlendirmeyi sürdürürler.
Romanlar ve romancılar bir nesle ve kuşağa istikamet kazandırırlar. İşte onların duayenlerinden Yavuz Bahadıroğlu vefat etti ve 22 Ocak (2020) tarihinde Eyüp Sultan'da kılınan cenaze namazıyla birlikte berzah hayatına tevdi edildi. Bundan sonrası haşir ve neşir ortamını beklemesi ve kıyametle kıyam etmesidir.
Tarih bugün, romanlar üzerinden değil de kurgunun ekranlara yansıması üzerinden yani diziler üzerinden canlanıyor, algılanıyor. Tarihi hesaplaşmalar ekran üzerinden yapılıyor. Tarihin doğru tarafında yer alanlar vakıada da yanılmayacaklardır. Tarih pusulasını şaşıranlar güncel hayatta da eksen kaymasına uğrayacaklardır. Diriltici soluklara ve yelkenimizi şişirecek yoldaş rüzgarlara ihtiyacımız var.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Süleyman’ın asası ve son imparatorluk (20.01.2021)
- Batı’nın Ayetullahları! (19.01.2021)
- Meşrepler ve mezhepler arası yakınlaşma (18.01.2021)
- Medeni vahşetten, medeni soykırıma! (16.01.2021)
- İstanbul’dan bir derviş geçti (13.01.2021)
- Türkiye ile İhvan münasebetleri (12.01.2021)
- Körfez’in kirli paraları (10.01.2021)
- İsrail’in bölgesel zırhları (08.01.2021)