Mustafa Özcan

Garp şeyhinin son yolculuğu

1963 yılında Fas'ın Fas (Fez) şehrinde Karaviyyun Mescidi'nde Şeyh Abdülkerim Davudi'nin eliyle İslam ile müşerref oldu. 1967 yılında Muhammed Bin el Habib Darkavi'nin eliyle Darkavi nispetini elde etti . Şeyhi o'na uğur getirsin diye (teyemmünen)'sufi' ismini/lakabını taktı, uygun gördü. Sufi lakabı onun ayrılmaz bir parçası oldu. O hareketçi bir tasavvufu benimsedikçe ek olarak adına 'el murabıt' takısını da ilave etti. Zamanla onda gelişen değişimler bizi de şaşırtıyordu. Adımlarını takip etmekte zorlanıyorduk. Belli ki dinamik bir kişiliği vardı. Zamanla karşımıza hem sufi hem radikal hem de kuramcı birisi olarak çıktı. Böylece sufi geleneğe 'dik duruşu da (salabetli mümin) de eklemiş oldu ilave etti ve iki hususu zülcenaheyn suretinde birbirine katıştırdı. Şazeliye tarikatı müteşerri bir çizgide seyrediyordu, ruhunu Cüneyd anlayışından almıştır. Bu da Kur'an ve sünnete bağlı bir sülüğü (batın yolculuk, iç yolculuk) öngörür. Mihenk ve sağlama Kur'an ve sünnettir. Es Sufi, tasavvufla alakalı olarak çağdaş bir model ortaya koymaya çalıştı. Zamanı da içine kattı. Gariplerin Kitabı ya da Cihad kitabı yayınlandığında gençliğin el kitabı oldu, onlar arasında heyecan fırtınaları estirdi ve dalgalanmalar meydana getirdi. 1980'li yılların heyecanlı atmosferine heyecan kattı. Tasavvuf içinde fikren yeni katkılar getirse de istikametten şaşmadı ve savrulmadı. Belki bazı şeyleri erken söyledi. Belki de insanlar öyle algıladı. Bu anlamda 2000'li yıllarda devletin ve rejimlerin hizmetine giren dini anlayışlardan veya tasavvuf anlayışlardan gayet uzak idi. Direnişçi bir ruha sahipti. Bu bize munis Osman Sarı'nın bir kitabının başlığını hatırlatıyor: Bir savaşçıdır kalbim! Barışa ulaşmak isteyen bir kalbin savaşıdır bu.

Bilakis eski sufiler gibi devlet kapısına gitmekten imtina ediyor ve onları eleştiriyordu. Bilahare devletin gölgesine sığınan bazı tarikat guruları Cezayir'de Abdulaziz Buteflika'nın hizmetine girdiler ve İsrail lehinde çıkarımlarda bulundular. Tasavvuf bu dönemde pasifizmin veya Mürcie anlayışının bir yan kolu ve adresi oldu. Camiye gibi kimi Selefilik akımları da aynı çizgide yürüdüler. Çağdaş firavunlara hulus çektiler. Onlara nazaran Abdulkadir es Sufi'nin anlayışı hasbi bir anlayıştı. Buna mukabil Şeyh Nazım, vekili Lübnan asıllı Hişam Kabbani ve muhtedilerden Şeyh Hamza Yusuf gibiler tasavvuf adı altında Amerikan vahşetinin sözcülüğüne soyundular. Tasavvufun içini boşalttılar. İslami zeminden bazı İslami hareketlerin hasbi yanlışlarına temas etmek başka onları Amerikan namına jurnallemek, tarassut etmek ve karalamak daha başka olmalıdır. 1980'lli yıllarda Es Sufi-el Murabıt'ın çıkışından 20 yıl sonra ortalığı sulandırılmış veya sulanmış dini veya tasavvufi anlayışlar, akımlar kapladı. Tasavvuf uzmanı Abdulmeacid Sağir'in dediği gibi farkında olmadan bir nesil içinde bile bozulma başlar, alır başını gider ve tekke ve şeyh tanınmaz hale gelir. İsmet sadece peygamberlere aittir. Bozulma etkisini çok çabuk gösterir. Bu münharif anlayışlar Cezayir'den Yemen'e ve Birleşik Arap Emirliklerine kadar geniş bir yelpaze çiziyorlar. Yanlışları düzeltelim gayretiyle İslam karşıtı düşüncenin hizmetine girdiler.

'Gariplerin Kitabı' esasında yaşadığımız çağı anlatıyor, remzediyor. Cihad kitabı ise Müslüman kimsenin aksiyon yönüne temas ediyor. Zaten cihad çok yönlü ve bölümlü bir İslami çalışmadır ve buna İslam adına aksiyon veya hareket diyebiliriz. Bunun dahili boyutuna da emri bi'l maruf nehyi ani'l münker diyoruz. Cihad, Müslümanın ibnü'l vakit yani zamanı ve mekanı kuşanan kişi olması gerektiğini vazeder. Kur'an bize Allah'ı tanıtırken 'Kulle yevmin huve fi şe'nin/ ifadesini ve ibaresini kullanır. Yani o her daim bir yaratma halindedir veya iştedir. Allah'ın işte olması yaratma halinde olması demektir. Allah'ın yeryüzündeki s ontolojik bir halifesi olan mümin kul da ibnü'l vakittir yani anın vacibini deruhte eder. Bunun için de agah ve uyanık olması gerekir. Kimileri çağdaş pasifist akımları, ilk sufilere benzetebilirler. Sözgelimi Mevlana'nın Moğollarla iyi geçindiğini söyleyebilirler. Esasında Gazali ile Mevlana gibi rehber sufiler içten imar vazifesini deruhte ederler ve gönülleri payidar ederler. Yıkılan gönülleri tamire gelmişlerdir. Geçmişte Gazali'nin Haçlılar karşısında hiç bir fikri hazırlık sunmadığını söyleyenler vardı. Hala da var. Ama bugün Filistinliler ve özellikle Aksa murabıtları Gazali'yi öncü ve önderleri olarak kabul ediyorlar. Neden Gazali daha asude ve dingin olan coğrafyaları değil de Şam ile Kudüs'ü tercih etti ve sessiz sedasız bir biçimde 10 veya 11 yılını burada geçirdi. Herhalde Haçlıların payidar olmasını beklemek için değil. Dolayısıyla bazen meşrep nefreti insanı zalim ve yanlış yargılara varmasına neden oluyor.

İlgili ayetler de aynen böyle diyor: "Ey iman edenler! Allah için adaletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın, adil davranın..." (Mâide Suresi 8. ayet)

Ömrünün beşte birini Kudüs-Şam ekseninde geçirmiştir. Demek ki Gazali manevi cihadda bulunmuştur. Cihadı birisi gönül cephesinde diğeri de savaş cephesinde icra eder. Fela tütii'l kafirin ve cahidhum bihi cihadan kebira ayetinde ( Furkan: 52) 'onlarla yani kafirlere karşı Kur'an aracılığıyla büyük cihadı icra et' buyruğu yer almaktadır. Demek ki en büyük cihad Kur'an buyruklarını gayri Müslimlere aktarmak, ulaştırmak ve onları ikna etmektir. Gazali de içten imar ve deruni imar ile birlikte İslam ümmetinin iradesini tamir etmeye hizmet etmiştir. Kılıç kesmez bilek keser kuralı gereği kılıcın kesmesi için bileğin ve yüreğin sağlam olması gerekir. Bilek de gücünü yürekten alır. İşte Gazali gibiler bileği güçlendirmek için gönlü onarmışlardır. Bedeni onarmak için önce gönlü onarmak gerekiyor. Öncelikler silsilesi bunu gerektirir. Elbette bir de bugün İbni Teymiye gibilerin mücadele ettikleri f sülükü veya ameli esas almayan ezotorik ve felsefik karakterli anlayışlar bulunmaktadır. Tasavvuf pratik hayatı onarmayı ve ahlakı damıtmayı esas alır. Bugün ise siyasal İslam'a karşı bazen karşı cephenin hizmetinde yer alıyorlar. Siyasetle ilgileri olmadığını söyleyerek negatif siyaset yürütüyor, icra ediyorlar. İslam adına değil İslam karşıtları adına siyaset yapıyorlar.

Abdulkadir es Sufi'nin tarikat anlayışında Kuzey Afrika neşesi vardır. Zaten Kuzey Afrika tasavvufu da Cüneyd tarzını ve anlayışını benimsemiştir. Kur'an ve Sünnet üzerine müessestir. Fıkıhta Maliki mezhebi akaitte Eş'arilik ve tasavvuf da ise Cüneyd meşrebini, mesleğini esas almışlardır. Abdulkadir es-Sufi de Muvatta üzerine çalışmış dolayısıyla Kuzey Afrika dini coğrafyasının özelliklerini kapmıştır. Şazeliye'nin Darkavi kollarına intisap etmiş ve bilahare garp coğrafyasında onları temsil etmiştir. Keza İmam Malik'in yaşayan müze olarak tasavvur ettiği Medine ehlinin amellerini tazim etmiştir. Yine Maliki ulemasından Kadı İyaz ile ilgilenmiştir. Esasen bugün yapılan çalışmalardan da anlıyoruz ki Maliki uleması batıyı aydınlatma noktasında bağlantı yollarından birisi olmuştur.

İskoçya bölgesinde ilk tekkelerden birisini kurarak esasında Mehmet Akif Ersoy'un ifadesiyle asrın ve garbın idraki ile İslam arasında köprü kurmuştur. Ardından kayıp cennet olarak nitelendirilen Endülüs'ün izini sürmüş ve İspanya'ya yerleşmiştir. İspanya'da İslam'a hizmet noktasında birkaç baskın isimden biri olmuştur. Bunlardan birisi merhum ( dostumuz) Fas asıllı Muhammed Ali Kettani İspanya'daki faaliyetleri çerçevesinde 1992'de Kurtuba'da Uluslararası İbn Rüşd İslâm Üniversitesi'nin kurulmasına ön ayak olmuştur. Asırlar boyunca Endülüs'te kök salan İslâm medeniyeti tecrübesinden hareketle oluşturulup kurucu rektör Kettânî'nin vefatına kadar öğretime devam eden üniversite Batı'da kurulan ilk İslâm üniversite olma vasfına haizdi ve çeşitli Avrupa ülkelerinde başka İslâm üniversitelerinin kurulmasına da öncülük etti. İspanya'da radikal sağ kanat tarafından tehdit edilen Kettânî 10 Nisan 2001'de Fas'a dönmek üzere hazırlık yaptığı esnada Kurtuba'da vefat etti. Naaşı ertesi gün Rabat'a nakledilerek Şühedâ Kabristanı'na defnedildi (https://islamansiklopedisi.org.tr/kettani-ali-b-muhammed )

Onunla birlikte Roger Garaudy'den de bahsetmeliyiz. Kurtuba'yı dünya fikriyatının merkezine koymuştur. Burasını medeniyetlerin buluşması merkezi yapmak istemiştir. Bugün Filistin Endülüs'ün kayıp kardeşidir. Garaudy hem Endülüs hem de Filistin meselesiyle yakından ilgilenmiştir. Medeniyetler Diyalogu'nun yazarı Garaudy 'Batı'da İslam: Kurtuba Dünyanın ve Fikrin Başkenti' başlığıyla önemli bir eser kaleme almıştır. İslam'ın medeniyetler ve milletler kaynaşmasını nasıl temin ettiğini ortaya koymaya çalışmıştır. Endülüs Batı'nın aydınlanma merkeziydi ve bunda Maliki ulemasının da payı büyüktür. Batı medeniyetinin merkezinde İbni Rüşd gibi isimler vardır ve Nixon gibi devlet adamları da bunu ikrar etmişlerdir.

Üçüncü isim ise Abdulkadir es Sufi'dir. İskoçya'dan sonra Endülüs'e misafir olmuş 'garp şeyhi' unvanını kazanmıştır. Kur'an mealini İngilizceden sonra İspanyolcaya da aktarmıştır. Sufi İspanya'dan sonra Batı'nın en batısına veya Afrika'nın güney ucuna Güney Afrika'ya giderek tekkesini ve manevi otağını buraya sermiştir. Ne de olsa Güney Afrika Hintli göçmenler nedeniyle İslam ile iç içe bir ülkedir. Belki burası fıtri olarak İngiltere ve İspanya'dan daha verimli toprakları temsil ediyordu. Belki Gariplerin Kitabının akla getirdiği gibi ahir zaman garipleriyle iç içe olmak istemiştir. Abdulkadir es Sufi zamanla açısını genişleterek, hizmet sahasını küresel zemine çekmiştir.

Abdulkadir es Sufi'nin şeyhi Muhammed Bin Habib şeyhlerin en büyük kerametlerinin vefatlarından sonra zuhur edeceğini söylemiştir. Nitekim onun vefatı ve Abdulkadir es Sufi'nin çalışmaları sonucu İngiltere, İspanya ve ABD'de art arda büyük inkişaflar zuhur etmiştir. Kerametler nasıl ki peygamberlerin mucizesidir daha doğrusu onların mucizelerinin devamı niteliğindedir. Keza kerametler kimin eliyle gerçekleşirse gerçekleşsin bun da önceki nesillerin eslafın da payı vardır. Tasavvuf kurallarını vazedenlerden birisi olan sufi-fakih Ahmet Zeruk şöyle demiştir: Kim ki sahabelerin batını Şazeliye tarikatı üzerine idi dese ve yemin etse yemininde yalancı çıkmaz. Şazeliyye tarikatının sahabe mesleği olduğunu söylemek istemiştir.

Günümüzde tasavvufun inkişafına hizmet etmiş en önemli zevattan birisi Abdulhalim Mahmut'tur ve kendisi hem Ezher hem de bir Şazeliye şeyhidir. İkincisi de Cezayir'de tasavvufun izlerini arayan merhum çağdaş müfessir Muhammed Mütevelli eş Şaravi'dir. Muhammed Gazali gibi bunlar müstakil şahsiyetlerini korumuşlar ve İslam'a ve ehline hizmet etmişlerdir.

Abdulkadir es Sufi İslam aleminin ayağa kalkması için somut tekliflerde bulunmuş ve İslam dinari gibi projelere imza atmıştır. 1980'li yıllarda dünyaya nam salan Ian Dallas 91 yaşında 02/08/2021 günü sessiz sedasız bir biçimde bir sufi gibi dünyadan çekildi. Gariplerin ruhu şad olsun.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.