İslamiyet'in 'teslimiyet' anlamına geldiğini hatırlatanlardan birisi de bilge adam veya bilge kral lakabıyla, sıfatıyla anılan, tanınan Aliya İzzetbegoviç'tir. İslamiyet ile teslimiyet hem cinaslı hem de müteradif yani eşanlamlıdır. Teslimiyet ile İslamiyet veya Müslümanlık arasında derin bağlar vardır ve bu Hazreti İbrahim ile Hazreti İsmail kıssasına da yansımakta ve orada kendini bulmaktadır. Hazreti İbrahim rüyasında oğlu İsmail'i kurban ettiğini görmektedir. Burada baba ile oğul arasında karşılıklı bir teslimiyet imtihanı ortaya çıkmaktadır. Burada baba İbrahim, eşi Hacer ile oğlu İsmail'i ekime dikime elverişli olmayan (gayri zi zer') çorak topraklarda bırakmak üzeredir. Gördüğü rüyada Hazreti İsmail'i kurban etmektedir. 'Veffa' olan Hazreti İbrahim buyrukları sektirmeden ve kesintisiz uygulayan, yerine getiren kimsedir. Evvab sıfatıyla ve tek başına ümmet gibi sıfatlarla taltif edilen Hazreti İbrahim, aynı zamanda cömertliğiyle de ün salmış ve bu yönüyle de maruf bir peygamberdir. Selman-ı Farisi gibi coğrafyalar arasında mekik dokumuştur. Ya da Selmah-ı Farisi onun izinde hakkı aramıştır. Hakla Medine'de buluşmuştur. Bu anlamda gezgin peygamberlerden birisidir. Hazreti Peygamber gibi evvaptır yani sürekli olarak kendisini gözden geçirir, tekrar ve tekrar Allah'a döner.
Teslimiyet imtihanında İbrahim ile İsmail (aleyhisselam) her ikisi birden kazanır. Babanın rüyasını anlatması üzerine İsmail de sektirmeden, biri iki etmeden ' if'al bima tü'me/ aldığın talimatı uygula" der. Tereddütsüz Hazreti İbrahim oğlu İsmail'i keserek kurban edecek ve İsmail de kayıtsız şartsız buna teslim olacak ve boyun eğecektir. İşte bu kritik noktada devreye, rüyanın göstereni Allah girer. Bu defa bu sadakati ve teslimiyeti ödüllendirir. 'Zibhin azim' olarak geçen bir kurbanlık (muhtemelen koç) ile taltif edilirler. Burada koç Hazreti İsmail'in ilahi fidyesidir. Hazreti İsmail bu fidye ile yani vekil bedel ve beden ile kurtulmuştur.
Vallahu yühübbi'l mühsinin. Allah ihsan sahiplerini ve iyilik sahipleri sever. Onları darda bırakmaz. Durum daraldığında genişler. Burada ilahi muhabbet ile birlikte ilahi bir lütuf ve ödüllendirme de bahis konusudur. Allah bu fedakarlığa ve kendini adamışlığa bir koç ihsan ederek karşılık verir. Yoksa can birdir. İsmail de can taşımakta koç da can taşımaktadır. İsmail bedel can ile kurtulmuştur. Bu da Hazreti İbrahim ve İsmail'den kalan bir sünnet ve gelenek olarak nesilden nesile aktarılarak yaşamaya devam eder. Namaz gibi, ezan gibi kurban da 'şeair'dendir. İslam'ın sembolleri arasındadır. Allah meselenin zarfına değil mazrufuna işaret eder: "Kurban ettiğiniz hayvanların ne etleri ne de kanları asla Allah'a ulaşmaz; sizden O'na ulaşacak tek şey, takvadır." (Hacc, 37). Hazreti İbrahim ve İsmail'den de geriye sadakatleri ve teslimiyetleri kalmış ve Allah da bunu cana karşı can bahşederek ödüllendirmiştir.
Bazen ilahi sınavlar, rüyalar yoluyla gelir. Hazreti İsmail'in kurban edilmesiyle ilgili rüyada olduğu gibi. Hazreti Peygamberin hayatında da sınav içeren rüyalar vardır. Fetih suresi 27'inci ayette şöyle denilmektedir: "Allah, resulüne gerçeğe uygun rüyasında doğruyu bildirmiştir. Allah izin verirse hiçbir şeyden korkmaksızın, (umrenizi yaptıktan sonra) ya saçlarınızı kazıtarak veya kısmen kestirerek, güven duygusu içinde Mescid-i Harâm'a muhakkak gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilmektedir ve bundan başka hemen gerçekleşecek bir fethi de takdir buyurmuştur." Hudeybiye musalahası fetih olarak tanımlanmıştır. Halbuki o noktadan ileriye gitmek değil geri dönmek vardır. Münafıklar ileri geri laf etmişler Allah'ın vaatlerinin yalandan ve kandırmadan ibaret olduğunu söylemişlerdir. Halbuki daha sonraki olayların seyri meselenin böyle olmadığını ve Hudeybiye Anlaşması'nın bir milat olduğunu ve hezimet görüntüsünde bir zafer olduğunu göstermiştir . Münafıklar biraz daha bekleyebilselerdi gerçeği göreceklerdi. Onların aceleci olmak gibi bir huyları vardır.
O müjde gerçekleşti, hala benzeri bir müjde 73-74 yıldan beri askıda beklemektedir. Bu da Mescid-i Aksa'nın fethidir. İsrail'in kurulmasının üzerinden 73-74 yıl geçti ve Kudüs'ün fethi müjdesi hala tahakkuk safhasını beklemektedir. Kudüs'teki mabet Davut-Süleyman Tapınağı olarak bilinse de onun ve Kabe'nin temellerinde Hazreti İbrahim'in harcı vardır.
Kudüs'ün fethini müjdeleyen İsra suresinin yedinci ayeti şöyledir: "Nihayet son mühlet, vade ve final çözüm vakti gelince, düşmanlarınız onurunuzu çiğnesinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yakıp yıksınlar istedik."
Bununla birlikte Mekke'nin müşriklerden arındırılması barışçıl bir biçimde olmuştur. Kudüs fethinin ise böyle olmayacağı ve dikitlerin yerle bir edileceği haber veriliyor. Amiyane tabirle taş üzerinde taş kalmayacağı haber verilmektedir. Yahudilerin azameti hatırlatan her şey yerle bir olacaktır.
Terviye günü, arife günü ve ardından gelen bayram muhasebe, dua ve ferah ve sevinç günleridir. Allah var(sa); gerisi teferruattır. Eskiler bu anlamda 'Allah bes baki heves' demişlerdir. İnsanoğlu yeryüzünün halifesidir yani Allah'ın vekilidir. Peygamberler yeryüzü rehberleridir. Onların izinden giden devlet adamları ise siyasi halifelerdir. Siyasi noktada ümmete baş olurlar ve siyasi imametini deruhte ederler. Mümin adam ise yeryüzünün kayyumudur. Yeryüzü onunla ve onun temsil ettikleri ile ayakta durur. Zaman zaman fetret dönemleri ya da fasıla dönemleri yaşanmakta ve ilahi izler kaybolmaktadır. İlahi düzenden ve umdelerden uzaklaşılmaktadır. Bu dönemlerde insanlık karanlığa gömülmektedir. Karanlık dönemlerin karakteri zulüm ve haksızlıktır. Yine de böyle bir dönemden geçiyoruz. Yunus Estel gibiler günümüzde fetret döneminin yüzyılı aşmayacağını söylüyor. Osmanlı İmparatorluğu yıkılalı beri neredeyse bir asır tamamlanmıştır. Üzerimize karanlık çökmüştür. Bu karanlığın ortadan kalkması ancak İslami değerlerin hayata geçirilmesiyle mümkündür. Bunu da iman ehli ve müminler topluluğu yapacaktır.
Burada yeniden başa dönmeli ve İbrahim ve İsmail'in (Aleyhimesselam) hasletlerini hatırlamalı ve onları kuşanmalıyız. Başlangıca vurgu yapmalıyız. O da teslimiyettir. Şeytanın ve avanesinin yolu temerrüttür ve akıl ve benlik adına isyandır. Mevlana'nın ifade ettiği gibi peygamberler 'Allah'ım nefsime zulmettim' diye yakınırken, dövünürken, kusurlarını sayıp dökerken şeytan suçu yaratıcısına atmıştır (rabbi bima ağveyteni). Kısaca teslimiyet ile temerrüt yolu, zıtların yoludur. Birini şeytan diğerini ise Adem ve sair peygamberler temsil eder. Hazreti İsmail babasıyla hiç polemiğe girmeden (tehacuc) emri ilahiye boyun eğmiş ve ram olmuştur. Bu da onu yüceltmiş ve yükseltmiştir. O teslimiyet sahibi ne güzel kuldur. Kur'an da Süleyman gibi kullar için şöyle der: "Davud'a Süleyman'ı bağışladık! O ne güzel kuldur; daima özüne ve rabbine döner ( Sad: 30)."
Kur'an iki çeşit güzel kuldan bahseder. Bunlar zorluğa ve genişliğe sabrederler. Bunlardan birisi sabır vadisinde en yüce mesel olarak gösterilen Hazreti Eyyüp diğeri de şükür vadisinin kahramanı Süleyman aleyhisselamdır. Maddenin ve bolluğun insanı yoldan çıkarıcı özelliğine ve ayartmasına ve kışkırtmasına karşı direnmektir. Serra fitnesi olduğu gibi darra fitnesi de vardır. Hem darlık hem de bolluk birer imtihandır.
Müminler de peygamberler kafilesinin ardına takılmış aynı çığırı takip eden kitlelerdir. Allah, bayramlarda İbrahim ve İsmail gibi teslimiyetle azat olan kullarından eylesin.