Arap dünyasındaki gelişmeler, insanda hep dejavu hissi uyandırıyor. Rejimlerin karakteri de hiç değişmiyor. Bu rejimler kundakçı rejimler. Dr. Nureddin Boyacılar hoca Kahire yangınını anlatırken buna tanıklığını da dile getirmiştir ve Nasır'ın Kral Faruk'u devirmek için arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdiği tertiple Kahire'yi acımadan kundakladığını, yaktığını müşahedatına dayanarak anlatmıştır. Arap rejimleri kundakçı rejimlerdir. Nasır iktidara geldikten sonra aynısını İhvan merkezi ve büroları için de(1954 yılı) yapmıştır. 2013 yılında yine aynı sahneler tekrar ortaya çıkmıştır. Okullarda bulunan dini kitaplar meydanlara toplanarak yakılmıştır. Bunun dışında Özgürlük ve Adalet Partisi ya da İhvan karargahları, merkezleri ateşe verilmiştir. Kısaca kundakçı devlet geleneği her dönemde nüksetmiş, hortlamıştır. Zira darbeci karakter aynıdır. Mısır'da en son 2013 yılında İhvan'ın mal varlıklarına (mümtelekat) karşı vandalca sistematik bir saldırı yürütülmüştür. Böylece kitlelerin direncini kırmayı amaçlamışlardır.
Şimdi bu sahne Temmuz 2021 tarihinde Tunus'ta da tekerrür etmiştir. Demek ki Tunus ile ağabey konumunda Mısır kalkışmaları arasında kopyala yapıştır ilişkisi vardır. İlginçtir İttihatçılardan bu yana temmuz ayı genelde darbe geleneğine sahne olmuştur. Ağustos ayı zaferler ayı ise temmuz ayı darbeler ayı şubat ayı da şehitler ayıdır. Tunus da bunun dışında kalamamıştır. Hem Sisi darbesi hem de selefi Nasır'ın darbesi temmuz ayına rastlamıştır. Bu çeteler Moğollar gibi yıkarak ve yakarak ilerliyorlar. Tunus'ta da yine Mısır'daki Temerrüt hareketi gibi bindirilmiş kıtalar veya organize çeteler türedi, harekete geçerek tozu dumana kattılar ve Nahda hareketinin merkezlerini ve karargahlarını kundakladılar. Gençlik Yüksek Konseyi diye uyduruk bir gençlik buluşması göstericilerin ve protestoların çatısı olarak gösteriliyor. Saldırılar sırasında kolluk kuvvetleri ortada görünmediler. Karargahlarla kundakçıları baş başa bıraktılar (https://twitter.com/dorramedsaed/status/1419429401716998144)
Ancak karargah ve merkezlere yönelik saldırılar karşısında protestolar başlayınca polis ve kolluk kuvvetleri ortaya çıktı. Bu da organize çeteler ile kolluk kuvvetleri arasında bir muvazaa olduğunu ve Mısır'ı model aldıkları göstermektedir. Peşinen söylemek gerekir ki Tunus Arap Baharında ilk devrim kıvılcımı idi. Yasemin Devrimi Arap dünyasında Arap Baharı olarak anılan devrim sürecini tetiklemişti. Devrime katılan ilk başkent olmakla birlikte ayakta kalan devrimin son başkenti de olmuştur. Tunus'un düşmesiyle Arap Baharı da son nefesini vermiş olacaktır. Bu bir süreçtir ve başı vardır sonu vardır. Bir rüyanın üzerinden yazmış olduğum bir yazıda bu süreci El Bahi el Edgam benzetmesi üzerinden izah ve analiz etmiştim. Şimdi bu parantez kapanıyor. Tunus'ta ara dönemin son faslı oynanıyor. Yolda ise yeni dalgalar var. Belki daha düzgün ve daha kalıcı dalgalar eski dalganın yerini alacaktır. Kısaca burada deja vu duygusu uyandıran sahneler var. Yani bir yerlerden tanıdık geliyor. Nobel ödüllü Yemenli aktivist Tevekkül Karman Tunus Cumhurbaşkanını Kays Said'i plotter yani komplocu olarak damgalamıştır. Ayniyle vakidir. Gannuşi'nin ifadesiyle tek adam iktidarına heveslenmiştir. Gannuşi bu arada kanun devletinden vazgeçmeyeceklerini ve keyfi düzene izin vermeyeceklerini beyan etmiştir. Tunus bunu Burgiba ve Bin Ali dönemlerini savarak aşmıştır. Bir daha Tunus halkı Burgiba ve halefi Bin Ali modellerine izin vermeyecektir. Darbeye takaddüm eden günlerde Kays Said Mısır'ı ziyaret etmiş ve Sisi ile buluşmuştu. Fikir alışverişinde bulunduklar bir gerçektir. Bu ziyaret içeride Kays Said'in karşı devrimcilerle flört etmesi olarak nitelendirilmişti. Paris ziyaretinde de Macron ile buluşurken Fransa'nın Kuzey Afrika'daki geçmişini aklamıştı ve sömürgecilik geçmişine müspet atıflar yapmıştır. Bu konuşmaları hayrete mucip olmuştur. Olumlu yönlerinden birisi fasih Arapça konuşmasıdır. Ama bu yönü de falsolu, arızalı ve sakattır. Konuştuğu Arapça tam bir kurmaca ve sırıtıyor. Arapçayı zorlayarak oryantalistler gibi konuşuyor.
Nureddin Boyacılar, Cemal Abdunnasır'ın kaçık ve deli olduğunu söylüyor. Filistinli yazar Salih en Naami de Kays Bin Said hakkında ebleh yani aptal tabirini kullanıyor. Adam darbe sürecindeki ilk konuşmasında 'bize bir kurşun atsınlar bakalım, kolluk kuvvetlerimiz onlara yaylım ateşiyle karşılık verecektir' diye çocuklar gibi konuşuyor, savuruyor. Diktatörlerin hepsi eblehtir. Nitekim, Fransız Nouvel Observateur dergisinin ele geçirdiği kayıtlara göre Bin Ali'nin eşi Leyla Trabelsi, firar yolculuğuna çıkarken Tunus'tan ayrılıp Suudi Arabistan'a gitmek için uçağa binme noktasında kararsızlık, gönülsüzlük gösteren eşini "yüreklendirmek" için, "Bin şuna embesil! Bütün ömrümü senin arkanı toplamakla geçirdim" diye çıkışmıştır. Selef halef birisi embesil diğeri ebleh! Bin Ali embesil birisiydi Kays Said ise ebleh birisi. Birbirlerinden farkı yok. Kays Said anayasa hukukçusu olmasına rağmen anayasaya darbe yapmıştır. Bundan dolayı son sıralarda hakkında ' said dedik şaki çıktı' tekerlemesi yaygınlaştı.
Burada iğneyi Kays Said'e batırmakta fayda var. Buna mukabil, Raşid Gannuşi ve arkadaşlarının hiç mi kabahati yok? İslami Hareketler Yol Ayrımında kitabımda (2016 baskısı) Tunus ve Raşid Gannuşi modelini irdelemiş ve yolun sonuna geldikleri kanaatimi belirtmiştim. Gerçeğe gözlerini kapatmayanlar geleceği görebilirler. Gelecekle ilgili arız olan perde gerçeklerden hoşlanmayışımızdandır. Bakış açımızdaki bulutlanma görme yeteneğimizi azaltacaktır. Basiretimizi köreltecektir.
El Cezire'de Kays Said'in kalkıştığı darbe sürecinden sonra ilk kurucu cumhurbaşkanı Münsif Marzuki'nin konuşması var. Orada diyor ki Tunus'ta iki kamp oluştu. Sevinenler ve üzülenler. Biz ise yine başa dönmekten dolayı tedirginiz. Kaçırılan trene üzülüyoruz. Nahda Hareketi devrim sonrasında giderek yalnızlaşmıştı. Onun ötesinde Abir Musa gibi parlamento çatısı altında darbeci siyasetçiler bulunuyordu. Fransa ile BAE kanatları arasında darbe süreci kanatlandı. Sudan'dan sonra İslami kesimler bir kez daha farklı da olsa bir darbe süreciyle karşılaştılar. Ya direnerek bu saray darbesini püskürtecekler ya da organize güçler karşısında pes edecekler. Darbeye yönelik içeride ve dışarıda ilk tepkiler cılız. Belli ki devrimciler yorgun. Kolluk kuvvetleri Gannuşi'yi de Meclis'e sokmadılar. Böylece Mürsi'den sonra Gannuşi de devrilmiş ve siyasi kariyerinin sonuna gelmiş olacak. Abdulfettah Moro gibiler ise önceden itibardan düşmüşlerdi. Ali Ariz gibi Nahda üyesi eski başbakanlar Tevekkül Karman gibi bunun bir komplo olduğunu ifade ediyorlar. Son sıralarda Kays Said ile Gannuşi kanadı arasında ipler gerilmişti. Ocak ayında Başbakan Hişam Mişisi bir kabine revizyonu yapmış ve parlamento revizyonu onayladığı halde Kays Said yeni bakanların önünde anayasaya bağlılık yemini yapmalarına izin vermemişti. Burada Mısır'la Tunus arasındaki benzer yönlerden bir diğeri de başbakanların isimlerinin benzerliğidir. Mürsi'nin tepki çeken (yetersiz olduğu teziyle) başbakanı Hişam Kandil idi. Nahda hareketinin desteklediği başbakan ise Hişam Mişişi.
Raşid Gannuşi düşünce adamıdır ve fikir bazında emsaline az rastlanır insanlardan birisidir. Turabi ile birlikte neo ihvancı olarak anılıyordu. Bu süreçte ne otantik İhvancılar ne de neo İhvancılar tutunabildiler. Parantez üzerlerine kapanıyor. Özgün bir deneyim olarak takdim edilen Fas İslamcıları da Mahzen'in yani Kraliyet ailesinin kontrolü altında. Sadece vitrin olarak kullanılıyorlar.
Talihsizlik mi basiretsizlik mi?
Kurulu düzenle tek başlarına başa çıkmaları mümkün olmadığından İhvan ittifaklarla hareket etti. 12 Şubat 1949 tarihinde kurucusu Hasan el Benna'nın şehit edilmesiyle birlikte Kral Faruk'tan intikam alma dürtüsüne kapılan İhvan mensupları Abdunnasır ile kader birliğine girmişlerdi. Halbuki gelen gideni aratıyordu. Nasır ile İhvan'ın işbirliği Osmanlı Valisi Hüsrev Paşa'ya karşı Mehmet Ali Paşa ile Nakibu'l Eşraf Ömer Mekrem ittifakına benzemiştir. Uyanık bir gaddar olan Mehmet Ali Paşa bütün güç merkezlerini yerle bir etmiştir. Ezher'i vakıflarını müsadere ederek iğdiş etmiş, kolunu kanadını kırmıştır. Kölemenleri Kale katliamıyla Afrika içlerine sürmüştür. Ömer Mekrem'i de Yukarı Mısır bölgesine sürgüne göndermiştir.
Neden her defasında deja vu algısı oluşuyor ya da neden her vakit tarih tekerrür ediyor? İhvan'ın ikinci mürşidi Hasan Hudeybi Nasır'la karşılaştığında 'bunu kim buldu ve bununla kim anlaştı?' diye serzenişte bulunmuştur. Kendisinde hiçbir incelik bulunmayan kaba saba hoyrat bir adamdır. Çılgın bir delidir. Nitekim İhvan'ı hapislere atmış, darağaçlarına göndermiş ya da sürgün etmiştir.
En son Mürsi de can düşmanını ve baş düşmanı Abdulfettah Sisi'yi darbe yaptığı makama atamıştı. Mareşal Hüseyin Tantavi gibilerin yerine geçirmiştir. Gelen gideni aratmıştır.
Tunus'ta da aynısı olmuştur. Gannuşi ve arkadaşları Münsif Marzuki gibilerle yol arkadaşlığını devam ettirecekleri yerde son başkanlık seçimlerinin ikinci turunda Kays Said'i destekleyerek adeta kendi ayaklarına ateş etmişlerdir. Yani düşmanlarını yükseltmişler ve taltif etmişlerdir. Birinci turda Abdulfettah Moro'yu aday göstermeleri yanlış olmuştur. İkinci turdaki tercihleri de darbeyle sonuçlanmıştır. Ne diyelim? Gerisini tarih yazacaktır…