Din ile ahlak arasında bir bağlantı noktası vardır. Buna Araplar vazi-ı dini derler. Dini yaptırım veya caydırma gücü. İbni Hacer el-Heytemi'nin 'ez Zevacir an iktirafi'l kebair' adlı bir eseri vardır. Büyük günah işlemekten sakındıranlar veya caydıranlar demektir. Bu caydırıcı unsurlar vazi-i dini denilen alana girmektedir. Dini caydırma önemli hususlardan birisidir bu da yevmü'l cezada kulun Allah karşısına çıkması ve hesap vermesi meselesidir. Dünyadaki sürgün günlerini hep ahireti hatırlayarak geçiren kul günahlardan azade ve uzak kalmakta pek zorluk çekmez. Bu nedenle suç işlemekten imtina eder. Kıyamet günü muhasebeye çekilmesi endişesi ile hareket eden kul dikkatli olur ve azami olarak ahlaki değerlere riayet eder. Çünkü Allah katında er geç yaptıklarının bir muhasebesi olacaktır. Mizanda ceza ve mükafat dengesi nedeniyle ahlak dinden bağımsız olarak gelişmez. Elbette bunun istisnaları vardır.
Buna mukabil dindar kimse ahlaksız olabilir mi? Dini yanlış anlama ve sapmalar nedeniyle dindar kişi veya kitleler de ahlaksız olabilirler. Dini kandırma aracı haline getirebilirler. Bunu en iyi görenlerden birisi Hollandalı Yahudi filozof Spinoza olmuştur. Yahudilerin kendilerini seçilmiş millet ve üstün ırk olarak görmeleri nedeniyle kalan insanlara hatta dindarlarına karşı yukarıdan ve çok standartlı davranmışlardır. Seçilmiş millet algısı onları ifsat eden hususların başında gelmektedir. Saptıran hususlardan birisi mal ve dünyalık sevgisidir. Buna inanan bir haham kendi dindarları da olmak üzere insanlara dun/eksik nazarıyla bakacaktır. Zira onlar Yehova'nın seçilmiş halkı ve sevgilileridirler. Bu da sapmanın başlangıç noktasını teşkil eder. Yahudilerin ahlakını bozan şey dinden kaynaklanmamış ama din yönünden gelmiştir. Temelinde tevazu ve tok gözlülük yerine kibir ve oburluğu seçmek vardır. Burada din ile dindarlık ayrımını dikkat çekmeliyiz. Kur'an diliyle şeytan, sağdan görünerek ve girerek de kulları ifsat eder. Bu üstünlük taslamak kabalığı ve diğer ahlaksızları da beriberinde getirir. Sürekli olarak dindar kişi kendisini üstün gördüğünden haklı da görür. Bu nedenle de Yahudilerin ahlaken bozulması dini sapmalardan kaynaklanmaktadır. Cumartesi yani şabat günü tuzak kurarak balıkları göletlerde istiflemek gibi hileler veya hile-işer'iyeler hayat tarzları olmuştur. Zamanla aralarında ahlak barınamaz hale gelmiştir. Bu nedenle de panteist olan Spinoza Allah'ın yerine tabiatı geçirmek ve dinden bağımsız bir ahlaki düzen inşa etmek istemiştir. Hahamların ahlaksızlığı ona ahlakı öğretmiştir. Ama felsefi ahlakı! Günümüzde de Suriye asıllı Alman akademisyenlerden Bessam Tıbi dinden bağımsız bir ahlak düşlemektedir. Dindarlar gerçek manada ahlakı temsilden uzak kalırlarsa bu tür arayışların ardı arkası kesilmeyecektir. Bu durumda dinden bağımsız hale gelen ahlak çıkardan nasıl bağımsızlaşacaktır? Bunun sağlaması nasıl olacaktır? Felsefi bir ahlak üretmek, inşa etmek mümkündür lakin sürdürmek mümkün müdür ve kendisinden beklenen maksadı karşılayacak mıdır?
Spinoza, Gazali'nin 'El Beyan ve't Tebyin fi Gururi'l Halki Ecmain' adl küçük risalesini okumuş olsaydı belki böyle vartalara düşmezdi! Böyle ca'li yani palyatif bir ahlaki düzen kurma ihtiyacı hissetmeyecekti! Gazali burada dini grupların aldanışlarına ve her grubun kendi kurtuluşuna inanmasına ve tali olarak dünyada kendisini veya cemaatini üstün görmesine temas eder ve bunları birer ikişer eleştirir. Din ahlak vazeder ama din adamı ahlakın pusulası değildir. Dinde dengeyi sağlayan ve yakalayan havf ve reca yani umut ile korku dengesinin gözetilmesidir. Aksi halde ifrat ve tefrite yol açacaktır. Havf damarının veya kefesinin işlemesiyle ve galip gelmesiyle birlikte insan tabasbusa yönelir ve zenginleri ve erk sahiplerini tebcil eder ve istibdat çizgisinin yardakçılarından birisi haline gelir. Güven veya reca yani umut kefesinin ağır basmasıyla da başkalarına karşı üstünlük taslar ve bu Yahudilerin yaptığı gibi cennet hayatının kendilerine ait olduğu zannına götürür. Din adına ve haklılık adına başkalarını küçük görür ve haklarını yemeyi de kendisine hak olarak görür. Havf ile reca kefelerinin dengelenmesi dengeli insan üretir. Kefelerden birinin ağır basması sapma noktasıdır. Dinin hastalığı yoktur ama dindarlık hastalıkları vardır. Bunu yaşayan Spinoza dinden bağımsız bir ahlak anlayışı ve yapısı üretmek istemiştir. Ahlakı din üzerinden ideolojik hale getirmek dengenin yitirilmesi ve ahlaki normların aşınmasını da beraberinde getirir.
Siyasi ahlak genellikle mugalebeye dayandığından inceliklerini kaybeder. Rahim Er temelleri sağlam olmayan pragmatik ahlakı bir örnek üzerinden şöyle anlatıyor:
Hâdiseyi yıllar evvelinde muhterem Ferruh Bozbeyli anlatmıştı. Şimdi tam sırası, bir kere daha nakletmeliyiz:
Süleyman Demirel Başbakan, Ferruh Bozbeyli TBMM Başkanıdır. Başbakan Demirel, sabahları genel kurula inmeden önce Başkan Bozbeyli'nin odasına uğramaktadır. Sabah kahvesi içerler; sonra herkes kendi işine başlar.
O günlerde Haldun Simavi'nin çıkarttığı Günaydın gazetesi, Başbakanın eşi Nazmiye Demirel için bir dedi-kodu yapmaktadır. MP/Millet Partisi'nden bir milletvekili, merhume Nazmiye Hanım hakkındaki bu dedi-koduyu meclis kürsüsüne taşır. Bunun üzerine AP/Adalet Partisi milletvekilleri, hiddetle kürsüye yürürler. Müdahale edenler olur, kavga önlenir.
Aradan bir ay geçer...
Gazetelerde bir havadis çıkar. Nazmiye Demirel'e o ağır ithamı yapan milletvekilinin AP'ye geçeceği yazılmaktadır. Ferruh Bozbeyli de birçok kimse gibi okuduklarına inanamaz. Başbakan, sabah yine uğrar. Kahvelerini içerken Ferruh Bey, mevzuu açar. Demirel, beklenmedik bir cevap verir:
-Ne var canım bunda?
Bu şaşırtıcı cevap üzerine Bozbeyli'nin kan beynine hücum eder:
-Sayın Demirel, benim değil, senin karına hakaret edildi!
Verilen karşılık müthiştir ve doğrusu haklı tarafı ayırmayı zorlaştırmaktadır:
-Kardeşim, havlamak adamın huyu; başkasının yanında durup bana havlayacağına, benim yanımda durup başkasına havlasın!..."
Ahlakta ideolojik yaklaşım manevi anlamda olsa da faydacıdır. İhlas kırabilir. Nitekim Hitler'in İkinci Dünya Savaşı sırasında Müslümanları ayartması üzerine Stalin ondan geri kalmak istemez ve Demirel gibi davranır ve Hitler'in elindeki kartı alabilmek için Buhara'da yer alan ve kapalı tutulan Mir Arap Medresesini yeniden faaliyete geçirir. Amaç , Hitler'in silahıyla Hitler 'i vurmaktır. Kısaca Stalin ekonomik felsefede Marksist olsa bile ahlaki duruşta Machiavelli çizgisini temsil etmektedir. Siyasette ahlaki ilke tanımamaktadır.
Demirel ile Stalin düşmanın silahıyla silahlanmak desturuna başvurmuştur. Son örnekte kullanılan değer İslam'dır. Dolayısıyla bu yaklaşım yanlıştır zira her silahın kullanılması meşru değildir.
Yusuf Karadavi'nin bürosunun eski Müdürü İsam Telime son sürtüşmede İhvan cenahları veya kanatlarının mugalebe ahlakına başvurduklarını söylemektedir. Sonuç itibarıyla, mugalebe ve yenişme ahlakı Demirel ahlakıdır. Bu ahlakın kökleri Machiavelli'in Prens kitabına dayanmaktadır. Husumette ahlaki çizgi aşılmıştır. İhvan'ın bir kanadı husumette galebe çalmak için insanların özel hayatına irdelemekle kalmaz aynı zamanda haddi kazf (iftira cezası) gerektirecek eylem ve söylemlere girişir. İsam Telime karşı karşıya geldiğinde onlardan birisine şunu sorar: " Çekişmeli liderlerden birisinin karısına mesnetsiz ve temelsiz bir sataşmada bulunan veya fotomontaj fotoğrafını paylaşan adamla niye birlikte anılıyor ve görünüyorsunuz? Niçin insanların ırzlarına tasallut ediyorsunuz?" Muhatap aynen Demirel gibi konuşmuştur: O adam bize değil hasımlarımıza saldırıyor, neden engelleyelim ki?" (İsam Telime, Ezmetü'l İhvan ve's sukut fi ihtibari'l el ahlak, 4 Kasım 2021, Arabi 21). Ahlak kazansa her iki taraf da kazanmış olacaktı. Zira ameller niyetlere göredir. Şimdi ise oyun bir Rus ruletine dönmüş ve Sıfır toplamlı bir oyun haline (zero–sum game) gelmiştir.
Düşmanlık hukuku ve ahlakı da dostluk kadar ölçülü olmalıdır.
Niye bir husumet ahlakımız yok? İsyan ahlakından çok bahsedildi ama husumet ahlakından hiç bahsedilmedi. Hazreti Peygamber husumette ölçüyü aşan kişide nifak alametlerinden birisinin olduğunu söylemiştir. Maalesef burası teorinin bittiği, sukut ettiği ve pratiğin sınırsızlaştığı yerdir.
Mustafa Özcan