Mustafa Özcan

Doğrular hiyerarşisi

Hak ile batıl, icmalde tektir lakin detayda çeşitlenebilir. Bu nedenle de 'şeytan detayda gizlidir' demişlerdir. Hak ile batıl, Adem aleyhisselam yer yüzüne ineli beri çeşitlenmekte ve detaylanmaktadır. 'Güneşin altında yeni bir şey yok' dense de hak ile batıl yeni versiyonlarıyla ve kalıplarıyla önümüze serilmektedir. Hadis de buna işaret edilmiştir. «Kim, İslâm'da iyi bir çığır açarsa, o kimseye bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey eksilmez. Her kim de İslâm'da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey eksilmez.» [Müslim rivayet etmiştir]

Doğrular kümesi olduğu gibi yanlışlar kümesi de vardır. Mesela gelenek, görenek veya mesleklerin kendilerine göre doğruları vardır. Ama bunların bir kısmı özel dairenin dışında hakikatte yanlıştır. Bu açıdan mesleki doğrular, son doğru değildir. Mevzii doğrulardır. Mesleki eğitimde terbiye doğrultusunda ustaya veya tarikatta şeyhe tazim esastır ve yanlış yapsa bile karşı çıkılmaz. Bu edepten ileri gelir. Zira mürit veya çırak her önüne gelene itiraz etse saygıyı tüketir. Hürmeti kırar ve hiçbir ölçüye sığmaz. Lakin bu şeyhin her yaptığının doğru olduğunu da göstermez. Bazı doğrular terbiye ile ilgilidir. Afakta veya gerçekte bunlar doğru değildir. Bunlar hürmetin veya muhabbetin doğrularıdır. Bu itibarla doğrular kümesinde bir skala veya hiyerarşi vardır. Kısaca birden fazla doğru olabilir. Fıkıh alanda da böyledir. Sözgelimi fıkhiyat alanda kazaen doğrular olduğu gibi diyaneten doğrular da vardır. Reddü'l Muhtar adlı fıkıh kitabında kaza ve diyanet ayrımıyla alakalı örneklerden birisi şudur: "Adamın birisi imam olarak namaz kıldırmayacağına yemin etmiş olsa ve tek başına namaza durduğu bir sırada cemaat arkasına dursa, dizilse ve o surette imamette bulunsa yani kerhen namaz kıldırsa durumu ne olur? İbni Abidin diyaneten hınıs olmayacağını yani yemininden dönmüş olmayacağını, yemininin bozulmayacağını ama kazaen yemininin geçerliliğini yitireceğini söyler." Demek ki doğru tek boyutlu değildir.

'Şeriat Nazarında Şeyh-Mürit İlişkisi' yazısında kısaca bu konuya temas etmeye çalışmıştık. Kimi sufiler müritlerin haklı da olsa itirazlarını veya tashihlerini içine sindiremezler. Doğru bulmazlar. Burada yanlışlık edep dairesindedir, yoksa gerçekte değildir. Şeriat ile edep dairesi çelişirse şeriatı iltizam ve benimsemek esastır. Aksi takdirde bu açık büyüyerek genişler. Bu açmazı aşmak için kimileri hillet veya haliliye mesleğini benimsemiş veya önermişlerdir. Bu meslek dikey bir meslek olmayıp yatay bir meslektir ve sahabelerin birbirleriyle ilişkilerine benzemektedir. Gazali'nin El Münkizu Mine'd Dalal kitabını tahkik eden isimlerden Muhammed Muhammed Cabir tasavvuf alanında iki ekolden bahseder. Bunlardan birisi meşihat merkezli veya şeyhe dayalı anlayış ile diğeri de değerlere yani vahye dayalı ve yatay anlamı üzerine kurulu ve bu alanda yoğunlaşan ekoldür. İlkini Şarani ikincisini Gazzali temsil etmektedir. Elbette mürebbiler skalası (dereceleri) kaçınılmazdır. Bu anlamda hakiki mürebbi, Allah'tır. İkinci halkada ise Resulullah (SAV) gelir. Muallim ve mürebbi olarak ümmetini tezkiye edeceği ayetle bildirilmiştir. Sonuncusu ise şatahattan arınmış, ulu'l emr gibi yetkisini ve meşihat dairesinde nurunu Allah ve resulünden alan şeyhlerdir. Asr-ı saadet ikliminden uzaklaştıkça bunların kemiyetinde olmasa bile keyfiyetinde azalma olmuştur. İmam Kuşeyri'nin belirttiği gibi elbette aşısız ağaç yaprak verir, belki meyve de verir lakin bu aşılanmış ağacın meyveleri gibi olmaz. Buruk olur. Bununla birlikte tarikatlar kurumsal hala geldikten sonra eski safiyetini büyük ölçüde yitirmiştir. Büyük sufilerin ifade ettikleri gibi özü gitmiş ismi ve resmi kalmıştır.

Abdülvahhab eş-Şarani, bu makamda şöyle söylemektedir: "Burhadeddin İbni Ebi Şerif'den duydum, şöyle demekte idi: Kim şeyhinin yanlışını, eğrisini kendi doğrusundan daha iyi ve evla görmezse mahrum kalır, istifade edemez." Bu edep makamında böyledir. Lakin şeyhin yaptığı sabit bir kural ile çelişirse kurala hürmet esastır. Şeyh şarlatan ise bu durumda müridi düşeceği vartadan kim çekip alacaktır, kurtaracaktır? Şeyhin bilgisi, hiyerarşiden kopuk değildir. Onun da bilgisini denetleyen üst bilgi ve bilginler olmalıdır. Her ilim sahibinin üzerinde bir bilen vardır.

Bu anlayışın siyaset aleminde de yansımaları vardır. Nitekim Büyük Türkiyesinde Dündar Taşar başbuğu Türkeş için şunları söyler: "Onun yanlışı, benim doğrumdan evladır!"

Şarani yine ilgili kitabında (El Envar el Kudsiyye, s:176/204, Mektebetü'l Maarif, Beyrut) bütün şeyhlerin, şeyhine 'niye?' sorusunu yönelten müridin feyizden nasipdar olmayacağını bilakis mahrum kalacağını ve iflah olmayacağını bildirdiklerini ve bu hususta ittifak ettiklerini aktarmıştır. Bu tarikatın doğrusu olabilir lakin eğitim de bile talebe sorarak inkişaf eder, anlar ve derinleşir. Sorgulama babından değil ama öğrenme kastıyla sormak neden yanlış olsun?

Ebu Davud'un tahriç ettiği bir hadiste şöyle bir olay aktarılır. "Ashaptan birileri sefere çıkarlar ve aralarından birisinin kafasına taş isabet eder ve aksilik bu ya akabinde uyurken ihtilam olur. Arkadaşlarına teyemmüm konusunda ruhsat olup olmadığını danışır. Şöyle bir cevap alır. Senin için teyemmüm ruhsatı yoktur. Zira su ile gusül abdesti alabilecek durumdasın. Elin ayağın tutuyor! Bunun üzerine yıkanan adam ölür. Hazreti Peygamberin huzuruna varıldığında mevzu açılır ve bunun üzerine şöyle buyurur: Allah müstahaklarını versin, onu öldürdüler! Bilmiyorlarsa sormayı da mı akıl etmediler?"

Cehaletin, eğitimden başka devası yoktur. Teyemmüm etmesi ve yarasının üzerine tampon yapması ve bez sarması ve üzerine mesh etmesi yeterli idi. Vücudunun kalan bölümünü de yıkayabilirdi.

Edep dairesinde saygı gerekiyorsa da takdis gerekmiyor. Takdis, bütün yanlışları doğru kılar. Takdis, şeriat ve kurallarına karşı olur. Pirlere karşı takdis kusurdan kaçarken kusurlara düşüren bir vartadır. Yanlışların anası ve başıdır. Sufilerin dediği gibi: Varlığın kusurdur onun üzerine başka kusur gerekmez!

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.