Hayatta yaşam kalitesini ve yaşama arzusunu artıran dostlar vardır. Buna mukabil hayatı karartan nadan diyebileceğimiz cefa ehli insanlar da bulunur. Sefa ehlinden madut (sayılan) olan isimlerden birisi Şam'daki iki ehli hadis ekolünden birini temsil eden Abdulfettah Ebu Gudde'dir. Onun alicenaplığı dillere destandır. Tanıklarından birisi Halepli Abdullah Siraceddin ile birlikte hocalık yaptığı Muhammed Avvame ile ilgili sarf ettiği ifadelerdir. Tarihte yankılanan bazı ifadeler vardır. Bunlardan 'birisi hocam idi kocam' oldu ifadesidir. Bazıları buna Kezban Hatemi ile Hüseyin Hatemi'yi misal verebilirler. Abdulfettah Ebu Gudde eski talebesini taltif ederken şunları söylüyor: Talebem idi, hoca arkadaşım oldu ( Dünün talebesi, bugünün ders arkadaşı/ tilmizu emsi zemilu'l yevm/ Safahat el Mudie an hayati seyidi el validi Muhammed Avvame, s: 84, Daru'l Hadis el Avvamiyye, Durban-GüneyAfrika )
Pek kimse, talebesinin hocalık makamına yükseldiğini ve kendisine denk hale geldiğini hatta geçtiğini kabullenemez. Nitekim İmam Gazali el Menhul (Elenmiş) isimli usul kitabını yazdığında hocası Cüveyni şöyle yakınmıştır: "Beni diri diri gömdün! Lakin aksine Abdulfettah Ebu Gudde kendisine yeni bir hoca arkadaş kazanmaktan dolayı bahtiyarlık duyar".
Abdulfettah Ebu Gudde, terazi ve kavşak adamıdır. Yanlışları onun üzerinden düzeltmek mümkündür. Hareket olarak Müslüman Kardeşlere mensup olmakla birlikte ilmi olarak ehl-i hadis ile tasavvuf arasında yer alan bütün menzillerde gezinmiştir. Şam'ın iki ehli hadis ekolünden birisine mensuptur. Diğeri Nasirüddin Elbani'dir. Elbani kendi ekolünde bile gelenek dışıdır. Gudde ise bütün gelenekleri kucaklar.
Otuzdan fazla ülkede yüzlerce şehre gitti, bu sebeple devrinde "ilim seyyahı" diye nitelendi. Emekli olduktan sonra kendini telif ve tahkik çalışmalarına verdi. Sağ gözündeki retina yırtılması üzerine hastalandı ve 17 Şubat 1997'de Riyad'da vefat etti. Vasiyeti üzere Medîne'ye nakledilerek Muhammed Gazali gibi Cennetü'l-bakī'a defnedildi. Ebû Gudde yumuşak huylu, alçak gönüllü, ağır başlı, vefalı, hocalarına karşı saygılı, zarif ve duygusal kişiliğiyle tanınır. Vaktini iyi değerlendirmesi, az konuşması, Müslümanların dertleriyle ilgilenmesi onun özelliklerindendir. Ebü'l-Hasan en-Nedvî kendisini "değişik ilimlerde uzman, ilmî dirâyet sahibi, isabetli görüşleri olan, büyük gayretiyle selef âlimlerinin hâtırası, rabbânî bir âlim" diye nitelendirmiştir.
Burada dikkat çekici husus ve ifadelerden birisi ilim seyyah olmasıdır. Muhammed Hamidullah için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. O da siyer seyyahı idi. Hareketine bağlı olduğu Hasan el Benna ise davet seyyahıdır. Yüzlerce Mısır köyünü dolaşmış ve buralarda halkla buluşarak onları irşat etmeye gayret etmiştir.
Gudde cedel yerine yani ihtilafları kaşımak yerine daima uzlaştırma çizgisini benimsemiştir. Bu yönüyle kitaplarını tahkik ettiği Tahir el Cezairi ile de aynı noktada buluşur. Fiiliyatta hayatı boyunca bu çizgide kalmıştır. Zahid el Kevseri gibi Hanefi mezhebini muarızlarına karşı keskin bir tarzda savunan bir alimin talebesi olmasına rağmen hem ona karşı sadakatini sürdürmüş hem de hakikate karşı sorumluluğunu yürütmüştür. Hak ile üstadının yolları çatallaştığında hep bildiği kadar haktan yana olmuştur. Aristo'nun üstadı Eflatun için söylediği gibi: "Hocam Eflatun ile Hak benim iki dostumdur, ikisinin yolları çatallaştığında hakkın dostluğunu yeğlerim" demiştir. Bir oğlunun ismini Zahid yani hocasının adını koymuştur. Nasirüddin Elbani bunu karine sayarak Gudde'nin Kevseri'nin çizgisinden sapmadığını, kopmadığın delili saymıştır. Ebu Gudde muhalif bir ekol ve çizgiden gelmesine rağmen itidaliyle Suudi Arabistan'da bile tutunmuş Elbani ise onlarla aynı ekolden gelmesine rağmen keskin kişiliğiyle burada barınamamıştır. Elbani, Gudde'nin tutumundaki insani özellikleri göz ardı etmiştir. Halbuki Gudde de Ebu'l Hasan en Nedevi gibi buluşturucu, kaynaştırıcı ve kavuşturucu kavşak isimlerden birisidir. Birileri bu yönünü samimiyetsiz bulsa da o istifini asla bozmamıştır. Samimiyet zemininden hiç ayrılmamıştır. Şöyle ki Tahir el Cezairi yine ehli hadisten sayılmış veya Şam Selefilerinden muhaddis Cemaleddin Kasimi ile birlikte anılmıştır. Yenilikçi bir simadır. Gudde kadimci ceditçi kalıplarını ve hatlarını aşarak bu zıt görünen yolları birbirlerine bağlamış, kavuşturmuştur. Ceditcilere de el uzatmıştır. Her cedit, cedit olduğu her kadim de kadim olduğu için tercih edilmez. Birini tercih için tahkik gerekir. Lakin buluşturduğu kanatlar içinde bundan memnun kalmayanlar ve homurdananlar her zaman olmuştur. Bu da olgunluk ve kıvam meselesidir.
Sadece ilme hizmet babından ivazsız garazsız bir biçimde yenilikçi ve selefi damarı taşıyan Tahir el Cezairi'nin ilmi mirasına sahip çıkmış ve iki eserini tahkik etmiştir. Bu onun kadirşinaslığını gösterir. Tâhir el-Cezâirî'nin Tevcîhü'n-naẓar ilâ uṣûli'l-es̱er ve et-Tibyân li-baʿżi'l-mebâḥis̱i'l-müteʿalliḳa bi'l-Ḳurʾân ʿalâ ṭarîḳi'l-İtḳān kitaplarını tahkik etmiştir.
Abdulfettah Ebu Gudde'nin Tahir el Cezairi'nin iki eserini tahkik etmesi de bu zatın talihinden ve iyi bahtındandır. Tahir el Cezairi, Ebu Gudde gibi bütün güzel hasletleri üzerinde cem etmiştir.
Mektuplarından birinde muhaddis müfessir Cemaleddin Kasimi'ye şöyle yazar: "Bana ulaşan mektubunuzdan dolaylı çok sevindim ve minnettarım. Mektuplarınızın kesilmesinden dolayı hayret içindeydim neyse ki nedenini öğrendim. Hicaz ziyaretiniz buna mani olmuş. Sizin mektuplarınızın kesintisiz peş peşe gelmesinden dolayı oldukça mutluyum. Cevap yazmaktan da erinmiyorum. Bilakis yazarken coşku duyuyorum. Kalem istediği gibi akıyor. Sefa halinde olmayanlara yazmak bana giran ve zor geliyor. Azap veriyor. Tekellüflü oluyor. İltibas suretiyle amacına ulaştıracak bir giriş bulmalarından korkarım ki, nihai amaçları budur."
İhvan-ı sefa (tarihte anılan felsefi ekol değil) veya sefa ehliyle yazışmanın ise keyfine diyecek yoktur. Kıymetlerini bilenlerin nezdinde bundan daha keyiflisi olamaz. Mütenebbi'nin ifadesiyle derim ki:
Çocukluğuma (sefa halime) geri dönebilsem, binlerce kez yeniden doğardım.
Kalp çırpıntısı, sızısı olan ağaran saç-sakallarıma ağlayarak veda ederdim!
Eskiler hayatın kısa olduğunu bilerek 'huz ma sefa da ma keder' demişlerdir. Kederi bırak asude hali al, kuşan!
Amerikalı yazar Dale Carnegie sefa haliyle alakalı olarak bu alanda bazı eserler kaleme almıştır. Bunlardan birisi de vaktiyle Ömer Rıza Doğrul tarafından dilimize çevrilmiştir.
Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak, Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı gibi kişisel gelişim kitapları dilimize birkaç kez çevrilmiştir. Esasında bu tarz, kadim dönemden beri bilinmektedir. Şeyh Sadi'nin Bostan ile Gülistan kitabı bunlardan birisidir. Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak kitabı Arapçaya 'Da kalak ve'bde el Hayat' adıyla çevrilmiştir. Mısırlı merhum Muhammed Gazali de Ceddid Hayatek adıyla kitabı notlandırmak suretiyle yeniden neşretmiştir. Aiz el Karni'nin La Tahzen/Üzülme tarzı kitapları da bu akımın bir uzantısıdır.
Herkese Allah, Tahir el Cezairi ve Abdulfettah Ebu Gudde gibi hem kalb-i selim hem de kalb-i selim sahibi dostlar nasip etsin. Sefanın membaı kalb-i selimdir. Kalb-i selim sahipleri, cennetlerini daha dünyada iken kalplerinde taşımaktadırlar.
Mustafa Özcan