Hak-batıl arasında ezeli bir çekişme vardır. Ehl-i hak, davasında hakkaniyet ve adalete dayanır. Batıl ehli ise güce ve asabiyete dayanır. Batıl ehlinde din ve mezhep sekterizm seviyesine iner yani çekişme alanı, unsuru haline gelir ve ruhunu kaybeder. Hak ehlinde ise güç esas unsur değil sadece tali ve yardımcı unsurdur. Hakkın kendisi değil muhafızıdır. Hakkı ikame etme sürecinde bazen gerekli bir aparat veya payandadır. Güç, başkalarını nokta-i nazarına zorlamak ve hapsetmek için değil başka nokta-i nazarların tasallutundan kaçınmak içindir.
Bu eksende Hazreti Osman, "Kur'an'ın dize getiremediğini güç dize getirir" demiştir (innallaha yezeu bissultani mala yezeu bi'l Kur'an ). İnsanların ikna düzeyi farklıdır. Kimi huccet ile ikna olur kimileri de kaba kuvvet gerektirir. Bediüzzaman da bunu şöyle ifade eder: "Medenilere galebe ikna iledir". Vahşilerde kılıç hakkı gözetilir. Nush ile etmeli tektir, tekdirden anlamayanın hakkı kötektir. Kısaca medenileri ikna etmek için güç değil, hikmet yetişir. Yani medeniler güç ile değil huccet ile ikna olurlar. Emeviler ise hakkın yerine gücü koymuşlardır. Ümmetin yerine de Arap asabiyetini dikmişlerdir. Onların nazarında sanki İslam münhasıran Araplara inmiş gibidir. Araplara dayanan Emevi uygulaması adeta Muhammed Ahmet Halefullah'ın tezinin uygulamalı bir sosyolojik ve siyasi zemini gibidir. Fetihlerde iman, rahmet veya hidayet gözetilmeli iken Emeviler imparatorluk siyaseti ve toprak kazanma vizyonuyla hareket etmişlerdir. İyi Müslümanlar da bu cihad kervanlarına ve seferlerine her türlü yöneticinin arkasında Cuma namazı kılınır ve cihada iştirak edilir kuralıyla katılmışlardır.
Gönül cihadı yerine meta cihadına ilk karşı çıkanlardan birisi de Emevi Halifesi Ömer Bin Abdulaziz olmuştur. Emevilerin sapmasında imparatorluk vizyonu ile hareket etmeleri etkili olmuştur. Bunun sonucu fetihleri hidayet aracı değil, çıkar aracı olarak tasarlamışlardır. Kısaca toprak fethini gönül fethine yeğlemişlerdir. Çünkü kendilerinin karakteri böyledir. Küp içindekini sızdırır. Ya da kimse sahip olmadığı şeyi veremez (fakidü'yşey'i la yü'tihi).
16'ıncı Benediktus, "İslam şiddetten başka bir şey getirmedi ve kılıç diniydi" mealinde sözler sarf edince mezkur Papa gibi Alman kökenli olan Katolik ilahiyatçı Hans Küng bir gerçeği dile getirmek zorunda kalmıştır: "Zaman zaman maksadı aşan biçimde toprak fetihleri yapılsa da İslamiyet'in asıl amacı gönül fethidir. Toprak değil insandır. Toprak, sonuçta insana tabidir."
Bu anlayış, Emeviler idaresi altında bir sapma gösterse de altı kazıldığında dupduru billur gibi bozulmamış özü ortaya çıkar. Derinde küllenmiş olsa da İslam'ın sapmaz hedef ve kriterleriyle karşılaşırsınız. İslam'ın amacı insanlığı topluca sahili selamete erdirmektir. Bu yönde kan farkını kabul etmez. Herkes, tarağın dişleri gibi eşittir. İslam, insanlığı iki kategoride ele alır. Fiili Müslümanlar (ümmeti icabet) ile potansiyel Müslümanlar. Ümmeti davet olan potansiyel Müslümanları da her vesile ile İslam ocağı etrafına veya otağı altına çağrılır. Fethedilen toprakların ahalisi gönüllüce İslam'a girmek istemesine rağmen vergi gelirleri ve hazine iratları düşüyor diye Emeviler ayak diretirler ve Müslüman olanlara bile gayrimüslim muamelesini reva görürler. Hidayet dinini vergi dini haline getirmişlerdir. İsraflarıyla devlet bütçesini zorladıkları yetmiyormuş gibi gelirler düşüyor diye hidayete de perde olmak istemişlerdir. Kısaca Emeviler İslami rehberlik değil fetih peşinde koşan bir hanedanlık görüntüsü vermiştir. Bu İslami modelden sapmadır. Ömer Bin Abdulaziz ise modeli yeniden tesis etmek ve eski kıvamına kavuşturmak, getirmek istemiştir. 100 yıllık sapmayı, bozulmayı nasıl onaracağını düşünmüştür. Bunun endişesini taşımış ve çekmiştir.
Ömer Bin Abdulaziz ile yazışmaları olan Hasan Basri, meclisinden birisi tarafından şu soruya muhatap kılınmıştır: Haccac-ı Zalim'den sonra Ömer Bin Abdulaziz'in iktidara gelmesini nasıl değerlendirmeliyiz? Hikmet deryası Hasan el Basri buna şöyle cevap verir: "Ömer Bin Abdulaziz Allah'ın bir rahmeti ve lutfüdur. Haccac'dan sonra bunalan halk için bir nefes alma dönemi ve çölde bir vaha olmuştur. Aksi takdirde insanlar helak olurlardı."
Haccac Irak valisi iken Ömer Bin Abdulaziz de Medine valisiydi. Irak'tan Haccac zulmünden kaçanlar onun valilik bölgesine sığınmışlardır. Bunun üzerine Haccac muhalifleri saklıyor ve asayişi zorluyor diye onu ve siyasetini hilafet merkezine yani Şam'a şikayet etmiştir. Bunun üzerine bir dönem Dera bölgesinde kızağa çekilmiştir. Haccac'ın zulmünden kaçanlar, Ömer Bin Abdulaziz'in hakimiyet alanına sığınıyorlardı. Süleyman Bin Abdulmelik'ten sonra halife tayin edilmesinden sonra bu siyasetini merkezi hale getirdi. Sinik ve mustazaf kitlelerin hamisi ve sığınağı olmuştur. Dedesi Ömer'in adaletini hatırlatmıştır.
Durum bu merkezde iken Mısırlı youtuber Sabir Meşhur fetihleri nedeniyle Haccac'ın Ömer Bin Abdülaziz'den daha faziletli olduğunu söylemiştir. Zulmüne çanak tutmuştur. Ömer Bin Abdulaziz'i küçümsemiştir. Fazilet kriterini, toprak fethine bağlamıştır. Burada kriter tayininde açık bir sapma vardır. Onunki Emevi kafasıdır. Asr-ı saadetteki gibi ümmetin hakkı şura, el üzerinde tutulsaydı tarihte Şiilik gibi fırkalar doğmayacaktı.
Hazreti Ali dönemi de çalkantı ve fitne dönemidir. İç gaileler dolayısıyla dış fetihler sekteye uğramış, kendiliğinden durmuş ve müyesser olmamıştır. Bu Muaviye'nin veya Haccac'ın fetihleri karşısında Hazreti Ali'nin faziletine gölge düşürür mü? Kesinlikle hayır. Mesela İkinci Abdulhamid dönemi de bu dönem gibidir. İmparatorluk gerileme halindedir ve toprak kazanmak bir yana toprak kaybetmektedir. Toprak kazanmak haddizatında insanları zorla İslam'a kazanmak değil, ortamını hazırlamak içindir. Ezan okunması ve camilerin yapımı gibi şeair kabilinden İslam'ı görünür kılan semboller sonuçta insanların İslama ısınmasını ve alışmasına yol açmakta ve İslam'a girmelerini kolaylaştırmaktadır.
Ömer bin Abdulaziz sapma karşısında bir model ortaya koymuştur. Veya ilk modele geri dönmüştür. Buna yenileme veya tecdit diyoruz. Lakin İslami model yerine gücü esas alanlar Emevilerin güç yanlısı politikalarını benimsemekte ve onaylamaktadırlar. Öte yandan Şiiler de Sünnilerle rekabet damarıyla fetihleri küçümsemektedirler. Lakin onların küçümsemeleri itibara alınamaz. Bununla birlikte fethi toprak fethi yerine gönül fethi olarak anlamalıyız.
Hazreti Ali ile Ömer Bin Abdulaziz dış fetih yapmasa bile iç düzeni yeniden kurmaya çalışmıştır. Sarsılan iç düzeni onarmaya çalışmışlardır. Zaten iç düzeni yenileme uğrunda dışarıya gözlerini açamamışlardır. İç düzen, birlik ve beraberlik olmadan dış fetihlerin en azından manevi zemini kaybolur. Bazen bu fetihler veya cihad konusunda sadece devletler değil müstakil alimler de sorgulanmıştır. Bunlardan birisi İmam-ı Gazali'dir.
Gazali hakkında 'Haçlı savaşları sırasında neredeydi?' diye sorulmuştur. Haçlı Savaşlarının mayalanmakta olduğu bir sırada inzivayı tercih ettiği ve afaki cihatla ilgilenmediği söylenmiştir. O ise afaki cihad yerine afaki cihadın rüknü rekini ve sağlam ayağı olan deruni cihad veya mücahede ile ilgilenmiştir. Enfüs dairesi mamur olmadan afak dairesi düzelmez. Gazali inzivası ve yaşantısıyla ümmete model olmuştur. Ömer Bin Abdulaziz de devlet yönetiminde model olmuştur. O da siyasette iç tamirata yönelmiştir. Biz de fetih istiyoruz ama yürekten başlayan fethi. İnsanı tamiri esas alan fethi…
Mustafa Özcan