Arama

Mustafa Özcan
Kasım 21, 2022
Hazreti Ali ve tasavvuf

Gizli bilgi veya şifahi bilgi bağlamında Hazreti Ali ile bazı tarikatlar arasında bağ kurulmuştur. Böyle bir münasebet var mıdır veya varsa ne kadar sağlamdır, sağlıklıdır? Önce biraz gizli veya şifahi bilgi üzerinde duralım. Tezkiye anlamında tasavvufun yatay boyutu ya da değerler üzerine kurulu boyutu Kur'an ve sünnetle sabittir. Hiçkimse bunu reddedemez. Lakin meşihat boyutu yani dikey boyutu sadece şifahi olarak sabittir. Zannidir. Bu kitabi değil şifahi bilgidir. Meşihat ve silsileden oluşan bu boyut başkaları için huccet veya ilzam edici değildir. Meşihat ve silsile zahiren sabit değildir. Bununla birlikte şifahi yolla veya rüyalarla sabit olabilir, bu da zahiren bağlayıcı değildir. Kelamcıların 'nazar' kavramı ile izah ettikleri gibi tahkiki iman meselesi gibi tasavvufun da tahkiki olmasında fayda var. Böylece içi haşviyattan arındırılır ve tortular açığa çıkar. Özü kalır. Amaç, nefsi tezkiye etmek ve kirlerinden paslarından arındırmaktır. Tasavvufi hayat, iyi bir kul olmayı amaçlar. Ötesi yoktur. Yatay boyut, sabır şükür menzillerine açılır. Hasan el Basri, Rabiatü'l Adeviyye ve Yunus gibiler bu yolla aşk menzillerine erişmiş kimselerdir. Genellikle tasavvufun dikey yani meşihat veya şeyhlik boyutuyla alakalı olarak Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ali referans gösterilir. Nakşibendiliğin Hazreti Ebubekir kanalıyla geldiği ifade edilir. Veya ona dayandığını erbab-ı tarikat arasında genel kabul görmüştür. Kadirilik gibi tarikatların ise Hazreti Ali kanalıyla teşekkül ettiklerine ve ona dayandıklarına inanılır. Elbette tarikat kanallarıyla alakalı olarak başka sahabeler de referans gösterilmiştir.

Emevi Valisi Haccac'ın peşinde olmasından dolayı gizlenen Hasan el-Basri temkinli ve tedbirlidir. Bundan dolayı Hazreti Ali'den duyduğu hadisleri irsal etmiş yani aradaki halkayı aşarak doğrudan Hazreti Peygambere bağlanmış veya göndermiş veya irsal ve isal etmiştir.

Bu itibarla rivayet zinciri sahabe halkasından kopuk yani mürsel kabul edilmiştir. Hazreti Ali'den duyduğu hadisleri, Emevî Valisi Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî'nin takibatından, zulmünden çekindiği için Hz. Peygamber'den duymuş gibi yaparak rivayet etmiştir. Hazreti Ali bu suretle hadis zincirinde kayıp halka haline gelmiştir. Bununla birlikte kayıp halka Hazreti Ali olarak bilindiğinden dolayı Hasan el Basri mürselleri makbul kabul edilmiştir, muteber sayılmıştır. Hasan Basri, çocukluğundan itibaren Hazreti Peygamberin eşlerinden Ümmü Seleme'nin riayetine ve ilgisine mazhar olmuştur. Hazreti Ali'nin de ilim çocuğu mesabesindedir. Bu nedenle de sözleri hikmet pınarından ve diyarından süzülmüş gibidir. Şiilik doğru olsaydı onun yoluyla gelmeliydi. Heyhat! Said İbni'l Cübeyr ve Said İbni'l Müseyyip gibi tabiiinin diğer seçkinleri ve güzide şahsiyetleri gibi Haccac'ın tasallutundan kendisini bir dönem gizlemiştir. Hazreti Ali ile Hasan el Basri arasında özel münasebet nedeniyle cehri usül takip eden tarikatların Hasan Basri ve Hazreti Ali kanalıyla geldiği savunulmaktadır.

Kitabi bilgi, bağlayıcı ama şifahi bilgi bağlayıcı değildir. Zaman zaman şifahi bilgiler sıhhatini kaybedebilir. En azından kayıtdışı bilgiler bağlayıcı özellik taşımamaktadır. Bazı hadislerin dışında Hazreti Ali'den gelen rivayetler aşırı sevenleriyle nefret edenleri arasından süzülüp geldiğe için güvenilmez bulunmuştur. Lakin delilden önce mantık gelir misali, Hazreti Ali'den menkul merviyat veya gelen bilgiler aşırılık içermiyorsa ve hikmet deryasına ters düşmüyorsa tereddütlebirlikte Hazreti Ali'ye mal edilebilir. Bu durumda önemli olan sözün kendisidir yoksa söyleyeni değildir. Lakin söz sahibine göre metanet veya zafiyet kazanabilir.

Özel bilgi veya Ebu Hureyre'nin ifadesiyle Hazreti Ali'ye iki kap bilgiden mahrem olanları verildi mi? Tasavvufi bilgide de buna dahil midir?

Hazreti Ali'ye 'Siz özel bilgilerle taltif edildiniz mi, donatıldınız mı?' sorusuna şu karşılığı veriyor: "Biz özel bilgilerle donatılmadık. Herkesin bildiği kadarıyla açık bilgilere sahibiz. Bununla birlikte bize fehm/anlayış genişliği verildi." Bunun açılımıyla ilgili farklı bir örnek şöyledir: San'a Üniversitesi hadis ve usul dalı hocalarından Hasan Muhammed Makbuli el Ehdel, Halepli hadis alimi Muhammed Avvama ile ilgili şunları söylüyor: "Ona hadis ilminde anlayış/fehm verildi. Buna özel bir anlayış da diyebiliriz (Muhammed Avvame/ Dr. Muhyiddin İbni Muhammed Avvame, S: 132 Daru'l Hadis el Avamiye. Durban-Güney Afrika).

Lakin bu rivayetle ilgili değil, dirayetle ilgili bir alandır. Yani vahiy bilgisi değil, vahyi kavrama bilgisidir. Hazreti Ali bunu kabul ediyor ve kendilerine fehm yani kavrama yeteneği bahşedildiğini ifade ediyor. Bu keskin bir zeka ve onun ötesinde taşkın bir feyiz olmalıdır. Gönül tellerinin vüs'ati ve genişliğidir.

Kur'an ve sünnette tezkiye ifadesi geçiyor. Hatta Hazreti Peygamber merkezli olarak "Ey Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden senin âyetlerini okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları tezkiye edecek temizleyecek bir peygamber gönder. Şüphesiz ki Aziz ve Hakîm olan ancak sensin." buyrulmaktadır (Bakara suresi, 129). Peygamber ümmeti tezkiye eden zat olarak tebcil edilmektedir. Bu durumda Hazreti Peygamberin bu tezkiye ve terbiye işlemini sonrasında kim sürdürecek? Kitaba ve sünnete varis olanlar bunu deruhte etmeyecek mi? Yoksa bu ayak geçersiz mi kalacak? Kimse bu ayağın geçersiz kalacağını söylememiştir. Elbette Hazreti Peygamberin tezkiye işlevini ve işlemini bir derece tasavvuf erbabı yüklenmiş ve yürütmüştür. Bazen zemini olan şeriatın tatil edildiği devreler de tasavvuf da atıl kalabilir.

Lakin tasavvufun dikey anlamı yani meşihat dairesinde kitabi olarak herhangi bir sarahat yoktur. Tezkiye ile ilgili naslar, Kur'an ve sünnete serpiştirilmiştir. Lakin dikey boyutu veya meşihatla alakalı olarak sarih bilgi mevcut değildir. Genel olarak peygamberin fıkhi bilgisine bazı sahabeler ve ardından fakihler varis olduğu gibi deruni ve ledünni bilgisine de ale'd derecat sufiler vakıf olmuşlardır. Bununla birlikte Hazreti Ali bu alanda gizli bilgiyi reddetmektedir. Doğrusu da budur. İmam Ahmed Müsned'inde Buhari Sahih'in de ve Ebu Davud ve Nesai Sünenlerinde yaptıkları ortak tahriçte İmam-ı Ali'ye şöyle bir soru sorulduğunu görüyoruz: "Hazreti Peygamber insanların ekseriyetinin dışında size özel bir bilgi tahsis etti mi?" "Allah'a yemin olsun ki hayır. Sadece Kur'an-ı Kerim'i anlamada (bazı) kullarına bahşettiği anlama yeteneği ve kapasite genişliğini yani fehmi ve anlayışı bize de verdi." Bu ifade tasavvufi anlamada anahtar kavramlardan birisidir. Demektir ki Allah Resulu, Hazreti Ali ve ehl-i beyte ümmetin ekserisinin dışında özel bir bilgi çeşidi bırakmamıştır. Bu Şiileri ve kimi Sufilerin bu yöndeki iddialarını reddetmektedir. Lakin fehm ve anlayış bilgisi vermiştir. Ayrıca Allah her kuluna farklı şekillerde tecelli etmektedir. Bu ilhamdır, ferasettir, sezgidir vesaire. Vahyin altında farklı manevi boyutlar vardır ve Allah kullarını bunlarla taltif edebilir. Lakin bunlar umumi deliller kabilinden değildir ve başkalarına teklif yüklemez. Tasavvufun veya zühdün veya tezkiye veya ihsan makamının doğrudan dayanağı ve temelleri Hazreti Ali'ye değil bizzat Kur'an ve sünnette racidir. Hazreti Ali de böyle bir özellik varsa bile bu Kur'an ve sünnet kaynakladır. Onda tezahür etmiş halidir. Tasavvuf zihinde değil gönülde açan ve çiçeklenen bir bilgi dalıdır. Daha fazlası feyz-i rabbanidir. Ruhu zıplatan dinamiklerdir. Sülük yani davranış ilmidir. Bu boyut veya ilim amel yoluyla Kur'an ve sünnete açılır. Bu suretle salik veya yolun yolcusu bu yolun inceliklerine vakıf olmaya başlar. Şarani Risaletü't Tasavvuf adlı eserinde burada ilginç bir yol ayrımına varır. Buna göre kim tasavvufu bağımsız, müstakil bir ilim dalı olarak görüyorsa haklıdır. Kim ise müstakil değil şeriata bağlı tali ve mukayyyet bir ilim dalı olarak görüyorsa o da haklıdır. Sözgelimi maani ve beyan ilimlerini müstakil olarak değerlendirenler, sayanlar hataya nispet edilemeyeceği gibi maani ve beyan ilimlerini nahiv ilminin birer parçası, rüknü sayanlar veya gramer bilimine ilhak edenler de haksız sayılmaz. (Et Tasavvuf el İslami ve'l İmam eş Şarani, Taha Abdulbaki Surur)

Yine de her zaman tasavvufi mirası elemek, gözden geçirmek ve bu alanda da tahkik düzeyine ermek ve erişmek gerekir.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN