21. yüzyılda ülkelerin iki büyük felaket ile uğraşmalarına tanık oluyoruz. Fakir zengin, doğu batı, demeden hangi inanç ve kültürde olursa olsunlar her ülkenin az ya da çok bu iki sorunla, yani terör ve uyuşturucu ile başı dertte. İnsanları, daha doğrusu insanlığı yok etmeyi hedefleyen bu iki beladan kimse kendini kurtaramıyor. Birbirini besleyen unsurlar olarak da güç odağı olmaya devam ediyorlar. Terör toplu katliamlarla dehşet saçarak insanları sindiriyor, madde bağımlılığı da tek tek bireyleri hedef alarak toplumun tüm manevi dinamiklerini yok etmeye çalışıyor.
Uyuşturucu madde kullanımı bazı ülkelerde o kadar önlenemez bir hal almış ki, artık pes etmiş ve ver kurtul yöntemi ile bağımlılara kendi elleri ile madde dağıtacak, madde kullanımını serbest bırakacak hale gelmişler. Tıp bu kadar ilerlemiş, güvenlik tedbirleri bu kadar gelişmiş ve her detaya bu kadar hâkim olunduğu iddia edilirken, bu kötüye gidişin önünde niçin duramıyor insanoğlu. Çünkü bağımlı olmak, sadece sosyal ve psikolojik dinamiklerle anlatılamayacak kadar karmaşık bir durum. Bağımlılık bir çeşit hastalık aslında. Olayın biyolojik yani beyin biyokimyası ile ilgili tarafı çok açık. Artık bağımlılık geninden söz ediyoruz. Yani bazı kişiler çok yatkınlar bir madde ya da duruma bağımlı olmaya. Kumara, alkole, uyuşturucu veya uyarıcı maddelere, bilgisayar oyunlarına vs.
Sosyal ve çevresel psikolojik faktörleri yok sayamayız elbette, ancak niçin aynı şartlarda yetişen aynı zorlukları çeken kişilerden bazıları bağımlı olurken diğerleri olmuyor. Bunu ancak biyolojik yatkınlık ile açıklamak mümkün şimdilik. Dolayısıyla her çocuk, her aile risk taşıyor. "Benim çocuğum bağımlı olmaz" düşüncesi kendimizi kandırmaktır yalnızca. Sanıldığı gibi, sadece sorunlu ailelerde yetişen, ilgisiz anne babaların çocuklarında olmuyor bağımlılık. Bağımlılığa yatkın olan, riskli bir çocuk ve ergen gurubu var ve bunların bilinmesi çok önemli. Özellikle dürtü kontrol sorunu olan ya da çökkün, kaygılı çocuk ve ergenler risk altındalar. En önemli risk grubu ise çocukluk döneminde taciz öyküsü olan ergenler. Her türlü çocukluk çağı travmalarının erişkin yaşama yansımalarında madde kullanım öyküsünü bulmak hayli olası.
İnsanoğlunun bu zaafını iyi bilen güç odakları devlet bütçelerini aşan bu pazarı daha yaygın hale getirmek ve daha büyük kazançlar elde etmek için boş durmuyorlar. Sürekli yeni ve daha ucuz maddelerle çıkıyorlar sokaklara. Yani her ekonomik düzeydeki insana özellikle çocuk ve gençlere ulaşmaya çalışıyorlar. Sentetik yollarla üretilen bu maddelerden şu an en yaygın olanı ülkemizde Bonzai adıyla bilinen bir sentetik kanabinoit. Sentetik maddelerin en önemli özellikleri ise beyin üzerinde çok güçlü ve hızlı bir etkiye sahip olmaları yanında, bağımlılık yapma etkilerinin de çok yüksek olması. Ucuz olmaları yaygın kullanım riskini artırıyor. Daha çok merak ve başkalarının özellikle de yakın çevredeki arkadaşlarının teşviki ile madde kullanmaya başlıyorlar gençler. Gençliğin verdiği cesaret duygusu en büyük sorun. Özellikle riskli davranışlara meraklı ve "bana bir şey olmaz, beni çarpmaz" diyen gençler, kısa süre içinde bağımlı olup, giderek maddenin miktarını artırmak zorunda kalıyorlar. Ve kalp çarpıntısı, nefes almada zorluk, terleme, bulantı, kusma belirtilerini takiben bilinç kaybı, koma, kalp ve böbrek yetmezliklerine bağlı ölümle sonuçlanan klinik tablolar oluşuyor. Şimdiye kadar yaygın olarak kullanılanlar arasında, ölüm riski en yüksek bağımlılık yapan maddedir sentetik maddeler. En kötüsü kişinin bilinç bulanıklığı nedeniyle kötüye gidişi fark etmeyip yardım istememesi. Bu kriz süreçlerinde sıkça intihara da rastlanıyor. Diğer yandan bu maddeler paranoya, halüsünasyon, saldırganlık ve düşünce bozukluklarının eşlik ettiği tedaviye dirençli şizofreni benzeri çok ciddi psikiyatrik hastalıklara neden olabiliyor. Kısaca çok hızlı gelişen ve kısa sürede ölüme götüren bir bağımlılık türü bu.
Çocuklarımızın arkadaşları, bulundukları mekân ve ortamlar çok çok önemli. Çünkü madde satıcılarının rahat hareket ettikleri, uğrak yerleri olan mekânlar hep olmuştur. Yakın takip, sorular, rahatsız edebilir gençleri. Hatta özel yaşamlarına müdahale olarak algılar ve hoşlanmazlar bu durumdan. En büyük tartışma konusu da "bana güvenmiyorsunuz" söylemi. Kendisinin asla yanlış yapmayacağını düşünür gençler. Ancak ebeveynin her zaman uyanık olması gerekiyor. İlgi, yakın takip ve doğru iletişim en önemli koruyucu üç faktör. Yaptığı yanlışı anne babası ile paylaşabilen, onlarla her şekilde ve her durumda rahat iletişim kurabilen gençleri kısa yoldan kurtarmak mümkün. Uyuşturucu maddelerin "keyif veren değil, ölüme götüren" maddeler olduğu anlatılmalı gençlere. Anne babalar, akrabalar, komşular, mahalle ve tüm toplum katmanları harekete geçmeli bu bilinçlendirme sürecinde. Sahip çıkmalı yavrularına.