Arama

Selahaddin E. Çakırgil
Mayıs 3, 2021
Tam ‘her şey bitti’ derken…
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Ülke içinde giderek tırmanan ideolojik kutuplaşmalar kavgalara ve hattâ cinayetlere de yol açarken, Müslüman coğrafyalarının her bir köşesinde de büyü sosyo-politik çalkantılar meydana geliyor ve biz arkadaş çevremizle bu gelişmeleri, tam mânâsıyla sistemli olmasa bile, İslâmî hedefli olmayan ideolojik yaklaşımlar içinde olanlara nisbetle yine de güçlü şekilde takib ediyorduk.

Bu konulara kısa başlıklar altında da olsa, tekrar bakmakta fayda olsa gerek..

Çünkü, söz konusu edeceğimiz hadiseler ve gelişmeler, hepimizi, bütün Müslümanları yakından ilgilendirecek çaptaydı.

Bunların başında Filistin geliyordu.

Özellikle 1967 yılındaki '6 Gün Savaşı'nda sionist İsrail rejimi karşısında, Mısır, Suriye ve Ürdün ordularının birkaç saat içinde ağır darbeler alıp, tepki veremez hale gelmesinden sonra... Artık, 'Filistin konusunda, İsrail karşısında direnecek hiç bir güç kalmadı...' denilirken.. Ve, sadece Arab ülkelerinde değil, bütün Müslüman halklar arasında da bir aşağılanmışlık ve çaresizlik sancısı hükümfermâ iken...

Ve de gazetelerde, askerî uzmanlar 'Filistin öyle bir yer ki, küçük gruplar halinde gerilla savaşı vermek imkânı yok.. Çünkü büyük çapta çöl.. Gizlenecek bir yer yok..' gibi moral bozan yorumları tekrarlayıp duruyorlardı.

İşte öyle bir ortamda, Filistin Kurtuluş Cebhesi, (bu kelimelerin Arabçalarının başharflerinden oluşan şekliyle) 'El'Feth' teşkilatının Yâsir Arafat liderliğinde ortaya çıkıvermesi bütün o tahlilleri geçersiz hale getiriverdi.

Çünkü, o ağır yenilgiden ve İsrail rejimin, Golan Tepeleri'nde, Ürdün Nehri'nin Batı Yakası'nda ve Sina Çölü'nde, kendi elindeki toprakların 3 misli büyüklüğünde toprakları da işgal etmesinin ardından, -ki, Sina Çölü hariç, diğer yerler hâlâ da kendi işgalinde bulunuyor- dünya kamuoyu, ve de Türkiye matbuatı da genel olarak sionist İsrail rejiminin -ve hele de bir gözü daha önceki silahlı mücadelelerde mermi yiyip de kör olduğu için o gözünün üzerini siyah bir meşin'le kapatan İsrail Sav. Bakanı General Moşe Dayan'ın- müthiş başarılarını, dünya kamuoyuna, hayranlıkla, o zaferleri imrendirerek devamlı anlatmaya öyle bir ağırlık verirken..

Arafat'ın 'El'Feth' Hareketi'nin gerilla savaşçıları, İsrail rejimi güçlerini, hiç beklenmedik şekilde, 'Qarame' denilen mıntıkada müthiş bir baskınla gaafil avlamış ve iki gün süren şiddetli çarpışmalar sonunda İsrail rejimi güçleri ağır kayıplar vermişlerdi. 'El'Feth'in bu çıkışı ve hele de o muharebede can veren onlarca 'gerilla'nın Ürdün başkenti Amman'a getirilip yüzbinlerin iştirakiyle kılınan cenaze namazı bütün arab halklarında bir yeniden silkinme ve teslim olmamak ruhu olduğu müddetçe, savaşmak için yeni yollar ve yöntemler bulunabileceği kanaatini uyandırmıştı.

Denilebilir ki, 'El'Feth'in o müthiş çıkışıyla bazı arab rejimlerinde meydana gelen sarsıntılar, yeni kadroların işbaşı yapması sonucunu daha bir kolaylaştırmıştı.

*

Sosyal perişanlıklar ve Baasçılık cereyanı

Nitekim, ilk sarsıntı Şam'da meydana geldi. Neredeyse her 6 ayda bir darbe yapılan Suriye'de, 1967'deki '6 Gün Savaşı'nda başarılı olduğu görülen ve halk arasında kahramanlaşan Hava Kuv. K. General Hâfız Esed bir darbe yaparak, idareyi ele aldığında, bu darbeye karşı çıkan hemen hiçbir sosyal kesim yok gibiydi. Onun kim olduğu da pek bilinmiyordu. Onu, eski arkadaşları, Harb okulu yıllarında Şam caddelerine, dönemin gençlerinin yaşadığı şekilde hercaî gönüllü birisi olarak anlatacaklardı, yıllar sonra..

O tükenmişlik döneminde kimse çare olamıyorsa, ben varım dercesine, kendiliğinden mi çıkmıştı ortaya; yoksa, onu birileri mi iteklemişti? İtekleyenler kimlerdi? Hangi çevrelerdi?

Bu soruların hiç birisinin cevabı yoktu. Üstelik onun da önceki darbeciler gibi birkaç ay sonra devrileceğini söyleyenler de tecrübelerine dayanarak öyle konuşuyorlardı. Kim diyebilirdi ki, kuracağı Esed Hânedanı, Baas ideolojisinin parti mekanizmalarıyla işbirliği yaparak Suriye'nin ve Ortadoğu'nun yarım asırdan fazla bir bölümüne mührünü vuracaktı? Ve Suriye gibi, ekonomik kaynakları, diğer arab rejimlerine nisbetle epeyce az olan ülkeyi, nasıl olup da, bu kadar uzun süre elinde tutabilmişti?

Dahası, nasıl olmuştu da, Hâfız Esed, özellikle Arab ülkelerindeki diplomasi çevrelerinde 'O, Poker masasına oturur ve elindeki bütün kartları yitirir ve amma sonunda masadan zafer kazanmış olarak kalkar..' diye tarif edilmeye başlanmıştı?

Bunu, onun arab rejimlerinin hemen her birinin muhaliflerini besleyerek ve onların karşılığında petro-dolar zengini o rejimlerden büyük paraları haraç olarak almaktaki kurnazlığına verenler olmuştu.

Ama, asıl mesele, Hâfız Esed'in, nüfusunun yüzde 85'ini sünnî Müslüman halkın teşkil ettiği bir ülkede, sırtını yüzde 11-12 gibi, hiç de küçümsenmemesi gereken bir Nusayrî- alevî kesimine dayamış olmasıdır, çünkü kendisi de onlardan idi. Ve onlar hem Baas Partisi'nin, hem ordunun ve Emniyet'in, hem de devletin temel idarî kadrolarını doldurmuşlardı.

*

Evet, gerçi, iktidardakilerin her birisi 1963'den beri iktidarda olan Baas Partisi kadrolarının adamlarıydı. Hattâ, 1963'lerde Baas Partisi iktidara geldiği sırada, Başbakanlığa getirilen kişi, Mustafa es'Sıbaî isimli, İslamî kimliğiyle tanınan ve hattâ ve bir kitabı o yıllarda, türkçeye 'İslâm Sosyalizmi' adıyla tercüme de edilmiş birisiydi, ve o, bu fikrî yapısıyla, bir bakıma, kendisinden 50 yıl öncelerde Osmanlı Devleti'nin yönetimini İttihad-Terakkî Cemiyeti'nin eline geçmesinden sonra Sadrâzamlığa getirilen Saîd Halim Paşa'yı andırıyordu. Ama, Sıbaî de, tıpkı Saîd Halim Paşa gibi, iktidarı ele geçiren hizbin, partinin asıl karar merkezini oluşturan 'Derin İktidar' güçlerinin elinde bir kukla gibi kullanılmak istendiğini görememişti. Nitekim, 2 yıl kadar sonra pas-pas olarak kullanılıp kenara konulmuştu, bir diğer darbe ile.. Ve darbelerle değişenler, tepedeki birkaç isimden ibaret ve Baas Partisi'nin kendi içindeki fraksiyonların elemanlarıydı. Tıpkı, Osmanlı'nın son döneminde İktidar ele geçiren 'İttihad ve Terakkî Cemiyeti/ partisi'nin; Osmanlı rejimin yerine, Ankara'da kurulan yeni rejimin içinde 'Cumhuriyet Halk Fırqası' (CHF/CHP) olarak iktidarını sürdürmesi gibi bir durum..

Ancak, sözün burasında Baas İdeolojisi ve onun sosyo-politik alandaki uzantısı olan Baas Partisi üzerinde biraz durmak gerekir. Baas kelimesi Amentü içinde okuduğumuz 'Ba's-u ba'd-el'mevt' (ölümden sonra dirilmek) inancında geçen 'Ba's' kelimesidir ki, 'Diriliş', latin dillerinde kullanılan Rönesans (fr. Renaissance)/ 'Yeniden doğuş' mânâsındadır.

500 yılı aşkın Osmanlı'nın tarih sahnesinden safdışı olmasından sonra o perişan ve derin sosyal çalkantılar ve arayışlar içindeki arab dünyasında 'Baas/ Diriliş' gibi iddialı bir isimle ortaya çıkan bir ideolojik ve politik hareketin taban bulmasında şaşılacak bir durum olmasa gerek..

Ama, bu ideolojinin temel çerçevesini kim belirlemişti?

Evet, 65 yıldır, arab ülkelerinde, arab gençlerinin, halklarının zihinlerinde tartışılan, benimsenen veya reddedilen, kavgalara vesile olan işbu 'Baas' ideolojisini kim veya kimler tedvin ve tertib etmiş, düzenlemiştir?

Bu, sonuçları itibariyle, maalesef büyük felâketler getirmekten başka bir işe de yaramayan bu ideolojinin müdevvini, düzenleyicisi durumunda olan 3 kişi vardır.

Bu isimler: Mişel Eflâk, Ekrem Houranî ve Salâh Bitar..

Mişel Eflâk, Lübnanlı, yarı yarıya, arab ve rûm etnisitesinden bir Hristiyan, Ekrem Houranî de, Lübnanlı bir Hristiyan arab ve Salâh Bitar ise, Suriye'li Müslüman bir aileden gelmektedir. Görülüyor ki, Müslüman arab halklarına ve dünyasına bir 'deli gömleği' gibi giydirilen 'Baas'cılık hareketinin asıl beyni olan üç kişiden ikisi, hristiyan arab; üçüncüsü ise, Müslüman bir ailenin çocuğu olmakla birlikte, laik, ve ideolojik temellerini belirttiğimiz Baas Hareketi'nin kurucularından birisi. Öyleleri, bizde de çok var..

Bu üç isim, 'Baas İdeolojisi'nin temel çerçevesini oluşturmuşlardır.

Bu genel çerçeve nedir? 'Arab kavmiyetçiliği, nasyonalizmi + el'İştirakiyyûn/ yani, sosyalizm..'

(Devam edeceğiz inşallah.)

Selahaddin E. Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN