Şaban Teoman Duralı[1]
Don Nepomuceno Carlos de Cardenas, 1790ların Fransasında İhtilâlıkebîre[2] bizzât tanıklık etmiş, Devrimin getirdiği hürriyetci, insancı, akılcı, felsefeye tutkun, Immanuel Kant hayranı şeker kamışı tarlaları mâliki münevver bir Kubalı çiftci.
İşte bu beğefendi, tanyeri ağarırken yatağından kalkıp mâlikhânesinin şeker kamışı tarlalarına nâzır verandasına çıkar, hizmetcilerinin titizce hazırladığı sütsüz kahveyle birlikte kızarmış, ince dilimlenmiş mısır ekmeği ile koyun sütü peynirinden, tavada pişirilmiş yumurta ile karakovan baldan ibâret kahvaltısını yemeğe koyulur. Bu fasıl tamamlanır tamamlanmaz özenle doldurulmuş gülağaç kökünden imâl olmuş çubuğundaki/piposundaki Kuba tütününü çaktığı kibritle tutuşturur. Porselen fincanından yudumladığı kara Kuba kahvesinin eşliğinde çubuğunu pofurtada pofurtada tüttürür. Keyf çatma dediğin bundan başka ne ola ki?! Katiyen reklamını yapmadığı, kettumluğunu bozmadan haz duyduğu bir başka meşğalesi daha vardı. Felsefe, bâhusus Kant'ın eserlerini okumak. Nitekim 1813ün 14 mayıs sabahı çubuğunu bi'fasıl tüttürdükten sonra, bermutât "Salt Aklın Eleştirisi"ni incelemeğe kendini adar. Felsefeyle bihakkın uğraşanların sıkca kullandıkları usule o da başvurur: Metnin sağı ile solunda kalan boşluklara, derkenar tarzında tefsirlerini sıkıştırmak. Bahsettiğimiz sabahta Don Nepomuceno Carlos de Cardenas, üstünde çalıştığı metin sayfasının kenarına şu kaydı düşer:
"Müellifimiz —kastolunan, Kant— hakıkatın, gerçekliğe aşkın olup olmadığı açık değil. Niye? Hele, iş, ahlâka gelip dayandığında… Burada gerçek yok; tümü tamamı hakıkat olsa gerek. Vakıaya, hattâ vakaya dayalı ifâdeler, bir şekilde, denenip sınanmağa elverişlidirler. Ahlâkı nerede, nasıl deneye koşarsın? Ahlâk kavramları ile deyişlerinin, gerçeklikte karşılıkları varmı, bir kere? Sâdece ahlâkmı? Sıyâset, hattâ iktisât, tesbit edilmiş vakıalaramı dayanır ki, sınayabilelim?" neviinden çeşitli sorular. Haddızâtında Don Nepomuceno Carlos de Cardenas'ın aradığı, Kant'ın matematik ile teorik fizikte bulguladığı aşkın hakıkatın (verdad trascendente) ahlâkta ne durumda olduğudur. Başka bir deyişle, matematik ile teorik fizik ifâdeler üstünde, bilirkişi olmak kaydıyla, herkes birleşir. Neden? Bunlarda ayrılık gayrılık yaratacak duygunun yeri olmadığı gibi, yine bunlar, fikir dediğimiz, duygudan arıtılmış salt düşüncelerle örülüdürler de ondan. Fikirlerden dokunmuş akılyürütmelerden elde edilen çıkarımlar 'sana …', 'bana …', 'ona göre' değişiklik arzetmez. Hâl böyle olunca, sağın sonuc üreten akılyürütme ile gidimli düşünme yoluyla gelecek, pekâlâ kesine yakın, öngörülebilir. Duyguya hatırı sayılır oranda yer ayıran edebe, öyleki onun 'felsefî akl'ın çarklarından geçmiş çeşidi olan ahlâka gelince; spekulativ metafizik hamle sâhipleri dışında, edeb ile ahlâkta sağınlıktan veya kesinlikten bahsetmeğe imkân yok, bütün insan olaylarında olduğu üzre... Ahlâka oranla, hemen hiçbir bağlayıcı, aşkın —Kant'ın deyişiyle transzendental— hakıkat tarafı olmayan sıyâsettir. Zirâ bizleri geçmişe ilişkin ele avca gelir, sağlam veri sağlama gücü ile imkânından yoksun insan–kültür–tarih–toplum araştırmaları, doğa bilimlerinin tersine, ileri dönük, tahmin yürütmeğe, gelecekle ilgili söylemelerde bulunmağa cevâz vermezler. Bu durumun âşikâr ifâdesi iktisât ile sıyâsette gürülebilir. Don Nepomuceno Carlos de Cardenas'ın mezkûr hususa dair sergilediği örnek bayağı çarpıcıdır: İhtilalıkebirin başlarında Paristedir. Patlak vermiş olayların görgü tanığıdır. Üstüne üstlük Immanuel Kant'ın da Aydınlanma üstüne kaleme aldıklarını okuyunca Don Nepomuceno Carlos de Cardenas, kölelikten sıtkı sıyrılır, nefret eder, tiksinir, sonuçta hürriyet aşığı kesilip tekmil kölelerini azat kılmağı kararlaştırır. İşte şu yeni beliren kanaatı, kölelerinin kulağına gider. Neye uğradıklarını şaşıran zavallılar kâhyaları sıkıştırır, azad olmanın, hür kalmanın ne demek olduğunu sorar dururlar. Kâhyalar da konuyu bilmediklerinden, kölelere doyurucu cevap veremezler. Mâlikhâneye varıp efendilerinden ortaya attığı o acayıp fikri açmasını, köleleri aydınlatmasını taleb ederler. Carlos de Cardenas da sabahın erinde araziye köleleriyle buluşup görüşmeğe çıkar. Onlara hür olmanın, hürlüğün anlamını açıklamağa koyulur. Artık kendisine bağlı kalmak zorunda olmayacaklarını, istedikleri vakıt, diledikleri yere gidebileceklerini, gönüllerince iş tutabileceklerini, emeklerinin, para cinsinden karşılığını görebileceklerini uzun uzadıya anlatır durur. Sabık olmağa yüztutmuş efendilerini can kulağıyla dinlerler. Gelgörki bütün bu anlatılanlara akıl erdiremezler. Elhak, güneşin doğuşundan batışına çalışadurmuşlardır. Doğru. İyi de bunun kötülüğü nerede? Azat kılınınca, yine çalışmayacaklarmı? Üstelik, bu kere, efendilerinin maiyetindeykenki gibi, ekmek elden su gölden olmayacak artık. Onun yanında yiyecekleri, içecekleri, yatacakları döşekleri hazır değilmi; bütün ihtiyâçları en ince teferruatına varana dek karşılanmıyormu ki?! A bre kardeşim, bu adam neyin peşinde, yoksa delirdimi acaba? Köleler, efendilerinin terütâze hürriyetci aydınlanmacılığına akıl erdiremedikleri gibi, efendi de kölelerinin kendisini anlamadığını, anlayamadıklarını kavrayamıyordu. Kölelere mahsus tavırla seslerini sedâlarını çıkarmadıklarını, ama aslında azad olmağı da şiddetle arzuladıklarını sanıyor. Nıhâyet tayin olunan günde oylamaya başvuruluyor. Kâhyalar, iki rengte kâğıt parçacıkları dağıtırlar. Ak, azat kılınmağı kabul ediyor; karaysa, reddediyorum demek. Oylama sonucumu? Sözün tam manâsıyla, efendiye hüsrân! Tek bir tek köle azat kılınmağa rıza göstermemiş![3] Peki, şimdi ne olacak? "Arzunuz hilâfına cümlenizi azad ediyor, hür kılıyorum" dese, hürlük ilkesini çiğnemiş; onları köle tutmağa devam etse, bu sefer de, İhtilalıkebirin/Büyük devrimin özüne ihânet etmiş olmayacakmı?
İşte, böyledir İnsan: Ölçülmez, biçilmez, kalıba sığmaz bir bilmece!
[1]Istanbul Üniversitesi
[2]İhtilâlıkebîr: 1789 Fransız Devriminin Osmanlı Türkcesine mahsus deyimlendirilişi.
[3]Bkz: José Antonio Marina: "Teoria de la Inteligencia Creadora," 11., 40., 152. v.ö. syflr
Fikriyat.com